Rojava direnişi ulus-üstü bir direniştir- A. Haydar Kaytan

Rojava direnişi ulus-üstü bir direniştir- A. Haydar Kaytan

Hiç de kâhin olmaya gerek yok, Kobanê’de insanlığın ve uygarlığın beşiği olan bölgemizin kaderi belirleniyor. Ortadoğu’da zincirlerinden boşalmış sırtlanlığın mı, yoksa büyük insanlığın mı kazanacağı Kobanê’deki onur savaşında netleşmiş olacak. Bin yıllardır özgürlük ile kölelik arasında süregelen çatışmada bu ikilemlerden biri lehine tarihsel bir kırılma yaşanacak. Ya insanlık onuru galebe çalacak ve o zaman özgürlük ve demokrasinin kapısı aralanacak. O zaman kadim coğrafyamızda tüm kimlikler ve kültürler kendilerini özgürce ifade edip bir arada kardeşçe yaşama şansını yakalayacak. Tarihin ezilen en eski cinsi, sınıfı ve ulusu olan kadınlar özgürlük ve barış dünyasını inşa etmeye girişecek. Ya da sırtlanlık üstün gelecek ve o zaman özgürlük ve demokrasi yine bir hayal olarak kalacak. Günlük gelişmelerin hangi doğrultuda seyredeceği konusunda netliğimiz olmasa bile büyük ölçüde kesinleşmiş gerçek budur.

Her şey sadece Kürdistan’ın değil bölgemizin olağanüstü bir dönemden geçtiğini gösteriyor. Olağanüstü dönemleri olağan mücadele biçimleri bile karşılamaya çalışmak kendini baştan akamete uğratmak olur. Dönemin karakterine uygun olarak mücadele yöntemlerimiz de olağanüstü olmak durumundadır. Ancak son derece zengin mücadele biçimlerini bulup uygulayarak bu kader savaşında tarihsel gelişmenin ibresini kendi lehimize çevirebiliriz. Bu noktada önemli olan, Kobanê’deki insanüstü direnişe paralel olarak kesintisiz bir direniş mücadelesini örgütlemektir. Anlık geçici öfke patlaması gibi eylem biçimleri yerine örgütlenmiş bilinçli topluluklara dayanan bir eylemlilik tarzını esas almak başarı için şarttır. Eylem örgütlülük, örgütlülük eylem gerektirir. Bugüne kadar bu konuda yetersiz kalındığı açıktır. Bu böyle olsa da, Kobanê ile dayanışma için ayağa kalkmış halk gerçeği örgütlenme ile eylem birlikteliğini yaratma konusunda önümüze büyük fırsatlar çıkarmaktadır.

AKP’nin neyi hayal ettiği ya da ne yapmak istediği herkesçe iyi biliniyor. Davutoğlu Hükümeti IŞİD çetelerine her türlü desteği sunarak öncelikle Kobanê’yi düşürmek istiyor. Ancak bu düşürme büyük planın sadece başlangıç bölümünü oluşturuyor. Arkasından IŞİD çeteleri eliyle tüm Rojava’yı düşürmeyi tasarlıyor. Zaten yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu açıkça ifade etti. Kobanê’den sonra sıranın Afrin, Serêkani ve Hasekê’ye geleceğini söyledi. IŞİD için adeta bir yol haritası çizmiş oldu. Erdoğan’ın böyle konuşması son derece normal, çünkü Kobanê’deki iğrenç savaşı Özel Harp Dairesi’ne mensup Türk subayları yönetiyor. Rojava’yı ilgilendiren kısmıyla IŞİD çetesinin AKP’nin bir uzantısı haline geldiği ortada. AKP’nin düşürülmesini çok istediği Esad yönetimine yönelmek yerine Kürtlere saldırması da bunu kanıtlıyor.

Israrla tekrarlamamız gerekiyor: AKP’nin derdi Kürt sorununu çözmek değil, Kürt Özgürlük Hareketi’ni çözdürmek ve Kürt gerçeğini ortadan kaldırmaktır. Cumhurbaşkanlığı ile AKP’nin fiili liderliği görevini bir arada yürüten Tayyip Erdoğan aslında hiç değişmedi. “Düşünmezseniz Kürt sorunu olmaz” diyen bu adam hala aynı noktada duruyor. Bu anlamda ‘çözüm süreci’ diye bir olgu hiç var olmadı. AKP ve liderliği amiyane tabirle ipe un serdi ve süreci uğursuz amaçları için bir hazırlık dönemi olarak değerlendirdi. Buna karşılık Önder Öcalan AKP’yi gerçekten bir demokratik çözüme çekmek için yoğun çaba harcadı. Sabırtaşının bile çatladığı yerde sabretmesini bildi ve demokratik ve barışçıl bir çözüm noktasında durmaktan vazgeçmedi. Kısaca bugüne kadar Türkiye ve Kürdistan’da bir çatışmasızlık durumu yaşandıysa bunu Önder Öcalan’a borçluyuz.

Şimdi Kürt halkı kendi kaderini kendi eline alıyor. Bakur halkı Kobanê’ye sahip çıkarken özünde kendi kaderine sahip çıkıyor. Çözümü kendisi geliştirmek istiyor ve bu uğurda şehitler veriyor. Bu satırların yazıldığı sırada on dört insanımız direnişte yaşamını yitirmişti. Her şey oldukça açık: AKP Hükümeti Kürtlerin Rojava’daki kardeşlerine sahip çıkmak için sokağa dökülmelerine cevabı kan dökmek oluyor. IŞİD ve uzantısı müttefikleri de AKP polisi ile birlikte saf tutarak serhildana kalkan halkın üzerine kurşun yağdırıyor. Bu durumda halkın kendini savunmak için mutlaka etkili tedbirler geliştirmesi kaçınılmaz oluyor. Halkı savunma temelinde örgütlenmesi ve saldırılara anında karşılık vermesi en temel görev olarak gençliğin karşısına çıkıyor.

Türkiye’de darbeler döneminin tarihe karıştığını iddia eden AKP Hükümeti şimdi Kürdistan’da darbe dönemlerini aratmayan uygulamalara başvuruyor. Halkı meydanlardan uzaklaştırmak için polisin yanı sıra askeri birlikleri harekete geçiriyor, sokağa çıkma yasağı ilan ediyor ve sıkıyönetim uygulamasını devreye sokuyor. Kendi hegemonyasını kurmak için her türlü hukuksuzluğu deniyor. Ortada muhalefet diye bir şey bırakmak istemiyor. Aykırı her sesi, her hak arayışını, hırsızlığa ve despotizmine karşı her tavır alışı kendi iktidarına karşı darbe girişimi olarak görüyor ve bastırmaya çalışıyor. Artık buna dur demenin zamanıdır. Meydanlar, caddeler ve sokaklar AKP polisinin, IŞİD uzantılarının ve askerin değil halkındır. Buralardan çekilen halk değil bütün bu güçler olmalıdır. Yaşam her türlü değerin üstündedir ve her bedeli ödemeye değecek kadar anlam yüklüdür.

Bu süreçte Türkiye’de özgürlük, demokrasi ve emekten yana olan tüm güçler Kürt halkının direnişiyle dayanışma içinde olmalı ve Rojava Devrimi’ne mutlaka sahip çıkmalıdır. Tüm devrimci-demokratik güçlerin ulus-üstü ya da ulus-ötesi bir dayanışma ruhuyla hareket ederek güçlerini birleştirip demokrasi mücadelesini yükseltmeleri AKP hegemonyasını sınırlandıracak ve Türkiye’yi özlenen barışa kavuşturacak yegane çözüm yoludur. Özellikle sol güçler içinden geçtiğimiz sürecin hayati karakterini iyi kavramalı ve öncülük görevine dört elle sarılmalıdır. Bu göreve sahip çıkılmaması ve seyirci pozisyonunda kalınması durumunda Türkiye’nin yeni askeri darbeler dönemine girmesi kaçınılmazdır. Emekçi halklarımızı darbeler ile AKP hegemonyası arasında tercih yapma konumundan çıkarmamız şarttır. AKP’nin faşist hegemonyasına da, bir askeri-faşist darbeye de mahkûm değiliz. Hepimizin mecbur olduğu tek şey halklarımızın eşit temellerde özgürce birlikte yaşamalarıdır.