Şafakla dönenler: Gökdelenlerin dibinde sömürülenler

Geceleri sebze ve meyve halinde çalışan işçileri beyaz perdeye taşıyan yönetmen Murat Eroğlu, Ataşehir halinde seyyar satıcılık yapan bir baba ve oğlun gözünden Türkiye’deki işçi sınıfının uğradığı sömürüye dikkat çekiyor.

Geceleri sebze ve meyve halinde çalışan işçileri beyaz perdeye taşıyan yönetmen Murat Eroğlu, Ataşehir halinde seyyar satıcılık yapan bir baba ve oğlun gözünden Türkiye’deki işçi sınıfının uğradığı sömürüye dikkat çekiyor. 22 Ocak Cuma günü Beyoğlu Cinemajestic’te yapılacak ilk gösterim öncesi ANF’ye konuşan Eroğlu, bir şehrin lüks gökdelenlerinin kibirli duruşlarının dibinde, geceleri zor şartlarda çalışmalarına rağmen, insanlıklarını kaybetmeyen bir baba ile 12 yaşındaki oğlunun aralarındaki şefkati, sevgiyi, umudu yansıtmaya çalıştığını ifade etti. Lisedeyken üniversite harç parasını çıkartabilmek için kısa bir süre filmin konu aldığı Ataşehir halinde çalışan Eroğlu, “Hal burada Türkiye’deki işçi sömürüsünün mikro halidir” dedi.

“Şafakla Dönenler” neyi anlatıyor?

Film, geceleri Ataşehir sebze ve meyve halinde çalışan bir baba ve oğlunu anlatıyor. Kameramızı lüks plazalarıyla kapitalist modernitenin geliştiği Ataşehir’in gökdelenlerinin dibine yönelttik ve burada her gün sömürülen işçilerin durumuna ışık tuttuk. Baba ve oğul halde el arabasıyla seyyar satıcılık yapmaktadır ve sabaha kadar zabıtalardan kaçarak para kazanmaya çalışırlar. Aslında baba ve oğulun gözünden haldeki yaşamı görürüz. Haldeki yaşam aynı zamanda işçi sömürüsüne ve kapitalist sınıf meselesine odaklanıyor. Baba ve oğul üzerinden Türkiye’deki işçilerin yaşadığı zorluklara ve maruz bırakıldıkları sömürüye dikkat çekiyoruz. Aynı zamanda babasıyla beraber çalışan oğlu henüz 12 yaşında ve ek iş olarak başkalarının mallarını el arabasıyla çekerek para kazanıyor. Bu anlamda Türkiye’deki çocuk işçilerin çalıştığı koşullara da dikkat çekmek istedik. Bu çocukların çoğu okulu bırakır ve yaşıtları uyurken küçük yaşta geceleri çalışmaya başlar ve kendi boylarından büyük mallar taşıyarak itilip kakılırlar.

Ataşehir halini konu almanızın özel bir nedeni var mı?

Ben de lise dönemimde üniversitedeki harç paramı çıkartabilmek için üç ay gibi kısa bir süre Ataşehir’deki halde çalıştım. Burada daha çok akrabalarımız, arkadaşlarımızdan oluşan Kürt işçileri vardı. Ben de burada üç ay çalıştım ve kazandığım parayla üniversiteye gittim. Sonra sinema bölümünü okuyunca ve setlerde çalışınca kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak haldeki bu hikayeleri ekrana taşımak gerektiğini düşündüm.

İŞÇİ SÖMÜRÜSÜNÜN MİKRO HALİ

Halde nelere tanık oldunuz?

Haldeki dünya gerçekten ilginç. Buradaki işçiler hep geceleri çalışıp, gündüzleri yatarlar. Akşam 20.00, 21.00 gibi hale giderler ve sabah 06.00, 07.00’ de evlerine dönerler. Karda, kışta, soğukta yaşamlarını idame ettirmek için burada çalışmak zorundadırlar. Bu halin kendi içinde bir sürü çarpıklığı var. Dükkan sahipleri var, bunlar çok büyük paralar kazanırlar, bunlarla birlikte bir de zabıtalar ve komisyoncular var. Halin işleyişini anladığınız zaman aslında Türkiye’deki süregelen kapitalist sistem, patron-işçi ilişkisi daha kolay kavranabilir. Hal burada Türkiye’deki işçi sömürüsünün mikro halidir. Seyyar satıcılar bir şehrin lüks gökdelenlerinin gölgesinde vergi vermeden mallarını satmaya çalışırlar çünkü sistem bu insanları bu şekilde çalışmaya itmiştir. Filmdeki işçilerin kazandığı iki kuruşa göz diken zabıtalar sistemi temsil ederken, kendi karları için seyyar satıcıların satışlarını engelleyen dükkan sahipleri de kapitalizmi temsil etmektedir.

Zabıtalar sizi hiç kovaladı mı?

Yok, ama bu duruma çok şahit oldum çünkü ben bir seyyar satıcının yanında çalışıyordum ve sürekli zabıtalar gelip onu uyarıyordu, hatta bazen fiziki şiddet uyguluyorlardı, mallara el koyuyorlardı. Biz bu filmin çekimlerini yaptığımız zaman bile seyyar satıcıların zabıtalarla karşı karşıya geldiklerini gördük.

İŞÇİLER BİRLEŞİR VE ÖRGÜTLENİRSE…

Peki, sizin bu sömürüye karşı bir çözümünüz var mı?

Ben kendi çözümümü kendi sinematografimin içinde vermeye çalıştım. Filmde kapitalist sistem içerisinde dükkan sahiplerine ve zabıtalara karşı seyyar satıcılar örgütlenerek ve dayanışarak kendilerine dayatılan bu çarktan kurtulmaya çalışıyor. Burada işçiler birleşir ve örgütlenirse karşılarında hiçbir gücün duramayacağının mesajını vermek istedim. Çünkü üreten kendisi. Dolayısıyla işçiler olmasa patronlar da kar edemeyecek ve bu sistem bir müddet sonra çökecek. Bunun gerçekleştirilmesi için işçilerin sadece bunun farkına varması lazım.

KARANLIKTAN SONRA AYDINLIK UMUDU

Neden filmin ismi “Şafakta Dönenler”?

Çünkü seyyar satıcılar şafak sökünce evlerine dönerler. Bu isim aslında karanlıktan sonra aydınlık geleceği umuduna da işaret ediyor. Bizim filmimizin özelliği de tek gece tek mekanda çekilmiş olması. Filmde hiç gündüz sahnesi yok, sadece şafak vaktinde baba ile oğul halden çıkarlar, dumanların ve kasaların arasında yürürler ve baba durur, oğlunun başını okşar. Bir gece boyunca evet mallarını kaybetmişlerdir, el arabalarını çaldırmışlardır ama her şeye rağmen insanlıklarını kaybetmemişlerdir.

Film ne zaman gösterime giriyor?

Film 22 Ocak Cuma günü Beyoğlu Cinemajestic’te vizyona girecek. Tek sinemada gösterime girmesinin nedeni, bağımsız bir film olması ve bu dağıtım ağının içinde kendisine yer bulamaması. Çünkü bugün Türkiye’de nasıl film çekmek tekelleştiyse, sinema salonları da tekelleşmiş durumda. İzleyicilere popüler kültür dayatması var ve bu nedenle alternatif filmler “İzleyici bulmaz” diyerek dolaylı sansüre uğruyor. Zaten biz de tekelleşmiş zihniyete karşı filmi kolektif bir ruhla ve emekle çektik ve bütçesiz bir film ortaya çıkardık. Çeşitli zorluklar yaşadık ama filmi istediğimiz gibi çıkartmayı başardık ve film ulusal ve uluslararası festivallere gitti; bu arada da Üçüncü Uluslararası Van Film Festivali’nde umut vaat eden yönetmen ödülüne layık görüldü.