Devlet hukukunun verdiği kararların kalıcı sonuç yaratmadığına dikkat çeken KCK Adalet Divanı üyesi Şoreş Şankan, her toplumun kendi sorunlarını kendi içinde çözebileceği bir mekanizmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Rojava’da adalet sisteminin halk tarafından oluşturulduğunu ve şuan da Bakur’da bunun mücadelesinin verildiğini kaydeden Şankan, halkın bu sistemi benimsediğini ve bunun inşasına yöneldiğini vurguladı. ANF’nin sorularını yanıtlayan Şankan, Amed’in Sur ilçesinde katledilen hukuk insanı Tahir Elçi’nin katledilmesine ilişkin olarak da “Hedef aslında Tahir Elçinin düşünceleridir” dedi.
İnsan haklarının ihlal edildiği ve devletin kendi oluşturduğu hukuk kurallarını dahi ayaklar altına aldığı Kürdistan’da özyönetimlerin ilan edildiği yerlerde toplum kendi adalet sistemini ve kurumlarını oluşturmaya devam ediyor. Ki; toplum vicdanı ile devlet hukuku arasına sıkışan adalet sisteminin yeniden inşa edilmesine yönelik son yıllarda çok yoğun tartışmalar ve arayışlar sürmektedir. KCK Adalet Divanı bu konuda yıllardır yürüttüğü çalışmalarla önemli aşamalar kaydetti. ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Adalet Divanı üyesi Şoreş Şankan özellikle 2015 yılında yapılan çalışmaları ve sonuçları ajansımıza değerlendirdi.
‘ADALET OLGUSU TOPLUMSALDIR’
Bugün adalet hukuk kuralları çerçevesinde ele alınıyor. Toplumda birbirleriyle karıştırılan bu iki terimi siz nasıl tanımlıyorsunuz? Adalet öyle söylendiği gibi iktidarların yarattığı hukuk üzerinden doğru bir biçimde tanımlanabilir ve uygulanabilir mi?
Adalet ve hukuk kavramı zaman zaman neredeyse birbirleriyle eş anlamda tutuluyor, bu yanlış bir algılamadır. Adalet biraz da toplumsal erdemlilikten özünü alıyor. Hukuk ise adaletten çok sonra ortaya çıkan ve biraz daha egemen sistemi, devletli sınıflı sistemi düzenleyen bir olgudur. Onun için adaletle hukuk arasında oldukça fark vardır. Hukuk biraz daha devletin düzenlenmiş, kurallı bir halidir. Devleti düzenleyen, devletle toplum arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür. Adalet tanımlamasında ise zamanla toplumsal gelişmelere göre yeni tanımlamalara gidilmiştir. Örneğin Ortaçağ’da adalet anlayışı kısasa kısastır. Biraz erdemlilikten uzak bir duygu ve olgudur. Hammurabi kanunlarından tutalım Ahdi Akit’e kadar yazılı olarak ‘kısasa kısas’ durumu vardır. Ama adalet olgusu biraz daha toplumsaldır. Adalet komünal toplumun bir yaşayış biçimidir. İlk toplumsal sorunun ortaya çıkmasıyla birlikte yavaş yavaş hukuk olgusu da ortaya çıkıyor.
‘AMACIMIZ ALTERNATİF BİR ADALET ARAYIŞI OLUŞTURABİLMEKTİR’
KCK’nin adalet divanı tanımlamasında; “Yargı düzenini korur, insan hakları ihlallerini araştırır ve Kürt halkının demokratik hakları için mücadele eder” tanımlaması yapılıyor. Bu çerçevede 2015 yılında yürüttüğünüz çalışmaların içeriği hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz?
Adalet Divanı çalışmaları her şeyden önce devletin ‘ben adalet dağıtıyorum’ anlayışından ziyade alternatif bir adalet anlayışı oluşturmaktır. Onun için de sürekli araştırmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. En fazla da Önder Apo’nun toplumsal adalet ve hukuka ilişkin çözümlemeleri esas alınmaktadır. Rojava devriminin ortaya çıkmasıyla birlikte ve yine Kuzey Kürdistan’da da devrim sürecinin yaşanmasıyla birlikte pratikte uygulama zemini bulmuştur. Alternatif olarak bizim düşüncemiz; sorun nerede çıkmışsa yerinde çözümünü oluşturacak merci veya kurumların oluşturulmasını esas almaktır. Çünkü sorun eğer bir yerelde çıkmışsa o sorunu en iyi tanıyan, sorunun kimler arasında yaşandığını, kimin haklı kimin haksız olduğunu orada yaşayan halk çok daha iyi bilir ve daha adil bir karara gidebilir. Tarafları uzlaştırabilir, sorunun çözümü de kalıcı olur. Diğer türlü mahkemelere gittiğinde mahkeme kararları zorla uygulandığı için sorun çözülmüş olmuyor.
‘KÖYLERDEN MAHALLELERE TÜM KENTLERE’
Rojava’da dört yıllık bir mücadele var. Orada adalet alanında yürütülen çalışmaları nasıl görüyorsunuz?
Rojava’da üç yılı aşkın bir süredir bir sistem inşa edilmiş ve inşa çalışaları hala devam ediyor. Toplumsal adalet sistemi biraz daha bizi ilgilendirdiği için bu konuda elimizde bilgiler var. Rojava’daki toplumsal adalet sisteminde hem mahkeme sistemi var; biraz daha suçları ele alan, yargılayan ve cezaya tabi tutan bir mekanizma. Bir de barış ve uzlaştırma komisyonları, adalet komisyonları, adalet meclisleri ve yaşlılar meclisi adıyla sorun çözen meclisler var. Mahkeme sisteminden önce uzlaştırma komisyonları toplumsal adalet sisteminin esasını ve temelini oluşturmakta. Sorunların hemen hemen %80’i bu toplumsal adalet birimlerinde çözülüyor. Ki zaten bir ilke olarak, toplumsal bir sorun mahkemeye götürülmeden önce bu barış ve uzlaştırma komitelerine götürülüyor. Geriye kalan sorunların %20’lik kısmı çözülemeyince mahkemeye havale ediliyor. Mahkemelerde ise taraflar ve şahitler dinleniyor, eldeki deliller inceleniyor ve bu temelde bir karara gidiliyor. Her şehirde bir mahkeme var. Oysa barış ve uzlaştırma komisyonları köylerden mahallelere kadar tutalım tüm kentlerin genelinde var.
Barış ve uzlaştırma komisyonları mahkemelerden daha mı çok sonuç alıyor?
Kesinlikle daha çok sonuç alıyor ve bunların aldığı kararlar daha kalıcı ve adil oluyor. Rojava’nın yayınladığı bir raporda; yaklaşık 16 bin başvuru yapılmış ve bunlar barış ve uzlaştırma komisyonlarına getirilmiş. Bunların 2 bine yakınını mahkemeye havale etmişler ama diğer 14 bin sorun barış ve uzlaştırma komisyonları tarafından çözülmüştür.
‘ŞİMDİ BİR TOPLUMSAL ADALET SİSTEMİ VAR’
Son zamanlarda özyönetimlerin ilan edildiği Bakure Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri değerlendirirsek; Bakur’da da toplumsal adalet komisyonları var, fakat bunlar devlet mercileri tarafından sürekli saldırıya uğruyor. Buna karşı Kürt halkının direnişi gelişiyor. Gün be gün halkın bu direnişe katılımı, ilgisi çoğalıyor. Sizce bu direnişin adalet sistemi açısından nasıl bir sonuç doğuracaktır?
Rojava devriminden önce de bu çalışmalar vardı. Ki Önder Apo, Suriye’deyken bu çalışmalar yürütülmeye başlanmış, yaklaşık on beş- yirmi yıllık bir çalışmadır. Ama şimdi bir toplumsal adalet sistemi var. Esas aldığımız felsefe Önder Apo’nun o yıllarda orada oluşturmuş olduğu barış ve uzlaştırma komisyonlarının çalışma tarzıdır. Rojava’da bu gelişme olunca tabi Bakur’da, Rojhilat’ta ve Başur’da da yansımalarını görüyor. Halk bu sistemi benimsiyor ve kabul ediyor. Onun için Bakur’e Kürdistan’da ilk etapta bazı kentlerde veyahut bazı ilçelerde uzlaştırma komisyonları oluşturuldu. Bazı mahkemelerde oluşturuldu. Bu mahkemelere başvuranların içinde sadece Kürtler yer almıyor. Türklerde başvuruyor. Çünkü Kürtlerle Türklerin iç içe yaşadığı bölgelerde bazen sorunlar yaşandığı için her iki tarafta gelip başvurmuştur. Bunlar kayıtlarda var. Bir yıllık çalışmada yaklaşık her iki adalet kurumunda binin üzerinde dava ele alınmış; bunlarda büyük oranda çözüme gidilmiş, sonuç alınmış ve karara bağlanmıştır. Ama sistem Bakur’e Kürdistan’da tam oturmadığı için ve hala devlet sistemi orada hâkim olduğu için mahkemelerin kararlarını zamanında uygulama, tarafları çağırma, belge ve bilgileri toplama ve şahitleri dinleme gibi güçlüklerle karşılaşıyor. Bakur’e Kürdistan’da birçok bölgede, ilde, ilçede halk kendi oluşturduğu meclisler bünyesinde uzlaştırma komisyonları oluşturmuştur. Adalet komisyonlarını oluşturmuşlar. Bunlar aracılığı ile sorunlarını çözmeye çalışıyorlar ki, en doğru yöntem toplumsal adalet sisteminde bu yöntemdir. Bu daha da yaygınlaştırılmalıdır.
‘TÜRKİYE’NİN HUKUK DEVLETİ DAHİ OLMADIĞINI HERKES BİLİYOR’
Türkiye’nin insan hakları ihlallerinde sınır tanımadığı birçok uluslararası kuruluşların dahi raporlarına yansıdı. Çalışma alanınız kapsamında insan haklarının 10’uncu ve 11’inci maddelerinde yer alan ifade ve örgütlenme özgürlüğü haklarının Türkiye’de ihlal edilip tanınmaması ve üstüne üstelik göz altılarda insan haklarının 6’ıncı ve 7’inci maddelerinde yer alan adil yargılanma ve yasaya dayanmadan ceza verilmezlik haklarının TC mahkemeleri tarafından tanınmayıp, yapılan tutuklanmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye devleti ve yöneticileri sık sık yaptıkları hak ve hukuk ihlalleri karşısında ‘biz hukuk devletiyiz’ derler. Kendilerini bu biçimde saklamaya çalışırlar. Ama Türkiye’nin hukuk devleti dahi olmadığını herkes biliyor ve görüyor. Pratikleri ortadadır. Öyle ki, Türkiye’de hukuk o hukuku oluşturanlar tarafından on yılda bir çiğnenmiş ve askıya alınmıştır. Kendilerini egemen kılmak için böyle bir siyaset yürütmüşlerdir. Öyle ki; devlet yaptığı katliamları dahi hukuksal bir çerçeveye oturtuyor. Örneğin; yüz yılı aşkın bir süredir Kürtler üzerinde yürütülen katliam, asimilasyon politikaları hukuksal bir çerçeveye oturtulmaya çalışılmıştır. İşte en son Roboski katliamı. Bilerek yapılan bir katliamdır. Yine Ankara, Suruç ve en son Tahir Elçi katliamları, bunlar devletin kendi içinde oluşturduğu derin devletin politikaları sonucudur. Onun için de sizin de belirttiğiniz maddeler çerçevesinde Türkiye’de insan hakları ihlalleri her zaman olmaktadır. Devlet bu biçimiyle politikalarını sürdürdüğü ve meşru kılmaya çalıştığı sürece bu akış olacaktır ve bunları kamuoyundan gizlemek için de çeşitli yollara başvuracaktır.
‘KADINA HAKKINI KADININ OLUŞTURACAIĞI KURUMLAR VEREBİLİR’
Yerel adalet komisyonlarında kadına yönelik şiddet olaylarına ilişkin ayrı bir örgütleme ve özgünlük var mı?
Tabi ki var. KCK’nin inşa etmeye çalıştığı demokratik özerklik sistemi Rojava’da hayat bulmuştur. Rojava devrimi bilindiği gibi biraz daha kadın devrimi olarak ele alınıyor. Kadın örgütlemesi Rojava’da bariz ve somut olarak karşımıza çıkıyor. Kentlerde, her mahallede, ‘mala jin’ kadın evleri var. Kadın evlerinde, kadının barış ve uzlaştırma komisyonları vardır. Kadın ve erkek arasındaki sorunlar veya aile arasındaki sorunlar ilk etapta buraya gidiyor. Kadın evleri sadece toplumsal adalet sistemleri için oluşturulan evler değildir. Kadının örgütlülüğüdür, kadın haklarıdır, kadın meclisleridir ve birçok çeşitli çalışmalar yürütülüyor. Bu çalışmalardan biri de kadına yönelik özgün adalet sistemini oluşturmadır. Sorun ilk etapta kadın barış ve uzlaştırma komisyonları tarafından ele alınır. Kadının mağduriyeti göz önüne alınarak sorun çözülmeye çalışılır ki, mağdur olanların yüzde sekseni kadındır. Ama sırf kadın olduğu için, işte her zaman kadın haklıdır mantığıyla da ele alınmamakta, her iki taraf ve şahitler dinlenilir, bilgiler incelenir ve ona göre bir kanaate varılır. Eğer kadın mağdur edilmişse o zaman kadının hakları ve talepleri nelerdir bunlar belirlenir ve ona göre bir karara gidilir. Rojava’da böyle bir mekanizma oluşturulmuştur.
‘ADİL BİR TOPLUMUN OLUŞMASI İÇİN DE MÜCADELE VERİYORDU’
Faili meçhuller gibi, devlet tarafından mağdur edilen insanların haklarını korumak için adalet arayan Amed Baro başkanı Tahir Elçi Sur’daki Dört Ayaklı Minare’nin önünde devlet güçleri tarafından katledildi. Faillerin şüpheli bile sayılmadığı bu süreci siz nasıl değerlendiriyorsunuz ve Tahir Elçi’nin katledilmesi olayıyla ilgili yürütülen soruşturmaya ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Tahir Elçi değerli bir Kürt yurtseveri ve çalışanıydı. Adil bir toplumun oluşması için de mücadele veriyordu. Birçok faili meçhul cinayeti açığa çıkarmak için bunların davalarını almış ve bunun mücadelesini vermiştir. Değerli bir hukuk insanıdır, adalet insanıdır. Bizim öğrendiğimiz bilgilere göre o esnada 25 polis orada hazırmış ve bunların çoğu da sivil. Bu silahlar toplanmış ama bir silah verilmiyor. Bir tek mermi çekirdeği kayıptır. Ama Tahir Elçi’nin hangi silahtan çıkan mermiyle katledildiği hala açıklanmamıştır. Çünkü diğer faili meçhuller ve katliamlarda olduğu gibi bu faili meçhulde de fiili bir gizlilik kararı alınmıştır. Büyük ihtimalle Tahir Elçi’yi katleden mermide o silahtan çıkmıştır. Hedef aslında Tahir Elçi’nin düşünceleridir. Hedef aslında Tahir Elçi’nin Kürt halkı veya Türkiye demokratik toplumu için bazı çalışmalar yürütmesidir. Tahir Elçi cinayetiyle devlet aslında bunun intikamını aldı. İşte, devletin ‘iyi çocuklar’ dediği kişilerden bazılarının suçlarını açığa çıkartı. Ama o olaylarda da devlet ne yaptı? Katilleri akladı ve ödüllendirdi.
‘DEVLETİN KÜRDİSTAN’DAKİ KURUMLARI ARTIK MEŞRUİYETİNİ KAYBETMİŞTİR’
Bakur’daki demokrasi ve özgürlük mücadelesine yönelik neler belirtmek istersiniz?
Bu mücadele salt bir silahlı bir mücadele değildir. Silahlı mücadele bunun bir parçası oluyor. Ama diğer taraftan siyasi, diplomatik, toplumsal alanda halkın kendi kendisini yönetmesi için kurumların oluşturulması mücadelesi yürütülmektedir. Bu anlamda mücadele bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Bakure Kürdistan’da da artık bariz bir mücadele yürütülmektedir. 37 yıllık bir mücadele geçmişi var Bakur’e Kürdistan’ın. Toplum hem kendi kendini yönetebilme hem de kendi kararlarını alma ve aldığı kararları hayata geçirebilmenin mücadelesini veriyor. Kendi meclislerini oluşturmuşlar. Toplumsal adalet sistemini oluşturma yönündeki inşa çalışmaları da sürmektedir. Devlet bütün kurumlarıyla, bütün varlığıyla, hem devlet olarak hem iktidar olarak Kürt halkına topyekûn savaş açmıştır. Şu an bir imha siyaseti yürütmektedir. Bu nedenle hem Bakur’e Kürdistan’da hem de Türkiye’de demokratik mücadele veren her kesimin yapması gereken şey bundan sonra adaleti ve hukuku devletin kurumlarında arama yerine kendi kurumlarını oluşturup, adaleti kendi kurumlarında aramadır. Çünkü devletin Kürdistan’daki kurumları artık meşrutiyetini kaybetmiştir.