Seçimler yaklaştıkça AKP karikatürizmi vites yükseltiyor

Seçimler yaklaştıkça AKP karikatürizmi vites yükseltiyor

Seçim yaklaştıkça ufak ufak vites yükselten AKP ve Başbakan Erdoğan, “ret, inkar ve asimilasyonun kendi iktidarları döneminde ortadan kalktığını” dile getirmekten çekinmezken, çocuk katliamlarını, polis cinayetlerini, Alevilere dönük saldırı, asimilasyon ve hakaret içeren uygulamaları, anadilde eğitim talebine yönelik ırkçı, faşizan bir şekilde tekçi yaklaşımını meydanlarda inkar etmekten de geri durmuyor. Başbakan Erdoğan, AKP karikatürizminin trajikomik bir yanını da en küçük hak talebinde bulunanların girişimlerini “hukuk dışı”, devletin şiddet, zor ve ölümlere varan uygulamalarını ise “hukuk içinde” olduğunu ileri sürerek ortaya seriyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP’li bakan ve vekiller, her fırsatta “demokrasi”, “barış”, “zalimin zulmü altında ezildik”, “zorbalığın sonu yok”, “halklara rağmen iktidar olunamaz”, “rejimin zulmüne direnmek haktır” gibi cümleleri sıkça kullanmaktan geri durmuyor. Başbakan Adıyaman’da yine böylesi rutin bir günü yaşattı ülkeye.

HEM TEKÇİ HEM DE KARŞI!

Başbakanın Adıyaman’daki konuşmasındaki satır başlarının trajikomik bir seyir izlemesi dikkat çekti. "Türkiye'de ret, inkar, asimilasyon politikaları da artık ayaklarımızın altındadır, geri gelmemek üzere o kapı da kapanmıştır" diyen Başbakanın, anayasa tartışmalarında ya da Kürt sorunuyla alakalı konularda sürekli “Anadilde eğitimle bana gelmeyin. Türkiye Türk’tür” diyerek tekçiliği kutsayan yine kendisi olduğunu unutmuşa benziyor. Bir yandan tekçiliği kutsayıp öte yandan karşı olmak da Türkiye siyasetinde “AKP literatürü” ve geleneği oldu.

‘KADINDA ÇOCUKDA OLSA GEREKEN YAPILDIĞINDA’ ZALİM KİMDİ?

Başbakan Erdoğan, devamla şu sözleri sarf ediyor;  "Bu topraklar üzerinde her ne yaşandıysa hep birlikte yaşadık. Bu topraklar üzerinde acıyı birlikte yaşadık, hüznü, kederi birlikte yaşadık. Öyle dönemler oldu ki siz kendi anadilinizde kendi annenizle telefonda dahi konuşamadınız. Kendi şarkılarınızı, kendi türkülerinizi dahi gizli gizli dinlemek zorunda kaldınız. İnanın siz burada ne yaşadıysanız, farklı şekillerde bizler de batıda, kuzeyde, güneyde onları yaşadık. Zulmün biçimi değişikti, rengi değişikti, tonu değişikti ama zalim aynıydı, zulüm aynıydı”

Başbakan hangi telefon görüşmesinde anadilinde konuştuğu için baskıya, işkenceye uğradı? Anadilinde hangi şarkıyı dinledi de yasaklandı!

Kendisinin de Kürtler gibi “zulüm gördüğünü” iddia eden bir Başbakan, yıllardır Kürtlere zulmün en katmerlisini, en vahşi yöntemlerini “Güvenlik güçlerimiz kadın da olsa çocuk da olsa gerekeni yapacaktır” diyebilecek bir zihniyetle alenen uygulamaktan geri durmuyor. Ancak Başbakan kendisini mazlum, ezilen toplumdan çıkıp gelen bir birey olarak tanımlarken, yaptıklarının tam tersi oluşu da “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirten cinsten.

‘RET, İNKAR VE ASİMİLASYONA KARŞIYIM AMA ANADİLLE GELMEYİN!’

 “3 Kasım 2002 seçimleriyle biz bu zulme, bu ayrımcılığa, bu ret, inkar ve asimilasyon teşebbüslerine ve onu yürürlükte tutanlara sizin verdiğiniz yetkiyle son verdik. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Abaza, Roman, Boşnak, kim olursa olsun hepsi bizim kardeşimiz. Bizi ayırmaya çalışanlara hiçbir zaman pirim vermedik, vermeyeceğiz” diyen Başbakan, Kürtlerin ya da farklı etnik kimlikten toplumların anadillerinde eğitim taleplerini “bölücülük, yıkıcı, ayrımcı” iddialarıyla maniple eden, faşizan ve ırkçı bir yaklaşımla reddeden yine kendisi ve AKP olduğunu unutmuşa benziyor.

AŞAĞILAMADA, ÖTEKİLEŞTİRMEDE SINIR YOK AMA KARDEŞİZ!

Adıyaman’ın Kürt ve Alevi toplumu açısından bilinen potansiyeli karşısında Alevilerin de “gönlünü hoş tutmak”tan geri durmamaya özen gösteren Başbakan, “Sünni ile Alevi'nin bu topraklar üzerinde bir, beraber ve kardeştir. 1071'den beri, yaklaşık bin yıldır bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz, hep birlikte Türkiye’yiz” sözleri de akıllara “Cemevleri ibadethane değil. Ucubedir” açıklamasını getiriyor. Alevi toplumunu, kültürünü ve inancını, aşağılayarak, ötekileştirerek, asimile etmeye çalışarak eritmeye çalışan bir yaklaşımı temsil eden Başbakan Erdoğan, seçimlerin de estirdiği rüzgarla yine sözlerinde u dönüşü yapmaktan çekinmiyor.

SANDIK DEMOKRASİSİ!

Seçimden seçime sandıklardan çıkan sonuçlar dışında toplumun en küçük talebini, hak arayışını “hukuk dışı” olarak niteleyen Başbakan Erdoğan, emeklisinden işçisine, kadınından öğrencisine, akademisyeninden hukukçusuna, insan hakları savunucusundan siyasetçisine ve sanatçısına, iktidar olmanın her türlü imkanını kullanarak, sonucu ölüm de olsa zor ve şiddet uygulamayı ise “hukuk içinde her türlü müdahale” olduğunu ileri sürüyor. Ağaç kesimine karşı olan bir topluma yönelik dahi orantısız ve hukukta yeri olmayan bir şiddeti mubah gören Başbakan Erdoğan, 90 yıllık devlet terminolojisindeki “dış güçler, provokasyon, kışkırtma, tuzaklara ve oyunlara gelinmeyeceği” ile günü kurtarmaya çalışıyor. Başbakan, ülkede en küçük hak arama girişimini “İbadethanelerde çirkin kışkırtmalar yapılıyor, sokaklar yangın yerine çevrilmek isteniyor. Kan akması, gençlerin zamansız hayatını kaybetmesi için her türlü tahrikler yapılıyor” sözleriyle, AKP iktidarının şiddetini ve baskısını da aklamanın, meşrulaştırmanın peşinde.

AKP’NİN KARDEŞLİK HUKUKUNDAN KESİTLER

Başbakan Erdoğan, çok rahat ve açık bir biçimde Kürtlerle aynı zulmü, baskıyı yaşadıklarını(!) iddia etmekten geri kalmazken, AKP iktidarı döneminde 200’e yakın çocuk katledildi. Sadece 2012’de 10 çocuğun yaşamını yitirdiği AKP iktidarı döneminde 183 çocuk hayatını kaybetti. Uğur Kaymaz, Enes Ata, Ceylan Önkol, Yahya Menekşe gibi onlarca çocuk canından olurken, failler cezalandırılmayarak, gizlenerek olaylar karanlıkta bırakıldı.

2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun (PVSK) 16. maddesinin değiştirilerek, polise “vur” emri ve rahatlığı verilmesinin ardından sivil toplum örgütlerinin verilerine göre 28’si karakollarda olmak üzere 133 insan hayatını kaybetti. Bunun dışında da 2002-2012 yılları arasında Kürt coğrafyasındaki toplumsal olaylarda, polis ya da asker şiddeti sonucunda 61 kişinin hayatını kaybettiği biliniyor.

"Silahlar sussun fikirler konuşsun" diyen Başbakan, "ret, inkar ve asimilasyonun kapılarını kapatmak!" adına son 4 yıldır toplumun tamamına dönük estirdiği tutuklama furyasıyla siyasetin de önünü tıkayıp binlerce insanı cezaevlerine doldurdu.

Gezi Parkı eylemlerinde sadece demokratik haklarını kullanmaya çalışanlara AKP iktidarının polisinin uyguladığı sınırsız şiddet sonrasında Ankara’da Ethem Sarısülük, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz, Hatay’da Abdullah Cömert, Diyarbakır’da Medeni Yıldım ve İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş yaşamını yitirdi.

Yine ODTÜ ve Tuzluçayır’daki “Cami-Cemevi” projesini protesto gösterilerinde son bir haftada Hatay’da “binadan düştüğü” belirtilirken, ele geçen bir gaz bombası kapsülünde kan ve saç örneklerine rastlanan Ahmet Atakan ile İstanbul Kadıköy’deki protestolar sırasında polisin kullandığı yoğun gaz bombası sebebiyle kalp krizi geçiren Serdar Kadakal yaşamını yitirdi.

Tüm bu olaylara sebebiyet veren polis ya da askerlerden ise “hukuk içinde kalan” AKP tarafından cezalandırılan tek bir kişi dahi olmaması çarpıcı biçimde dikkatlerden kaçmıyor.