Suriye'de yolun sonu mu, yoksa...?-CAHİT MERVAN

Suriye'deki savaşa barışçıl bir çözüm bulmak için yapılan Cenevre Konferansları'nın üçüncüsü yakın bir gelecekte toplanacak.

Suriye'deki savaşa barışçıl bir çözüm bulmak için yapılan Cenevre Konferansları'nın üçüncüsü yakın bir gelecekte toplanacak. Bugünlerde Cenevre'de Birleşmiş Miletler Örgütü gözetiminde PYD temsilcilerinin de etkili olarak katıldığı istişare toplantıları yapılıyor. Bu istişare toplantılarında elde edilecek sonuçlara göre üçüncü Cenevre Konferansı toplanacak.

BARIŞ KONFERANSI YENİ KOŞULLARDA TOPLANIYOR

İstişare toplantıları ve Haziran ayının başında toplanması beklenen Cenevre Konferansı sonuç alıcı Kobanê direnişiyle yeni koşullarda yapılıyor. Moskova Konferansı'nda da olduğu gibi ilk kez gerçek manada ve kendi temsilcileriyle Kürtler etkin bir şekilde masada yer alıyor. Kobanê ve Rojava Kürdistan’ında o muazzam direnişi yaşanmamış ve DAİŞ gibi uluslararası çapta etkin olan, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi devletlerin desteğini alan katiller ordusu yenilgiye uğratılmamış olsaydı Kürtler masada yer bulamayacaklardı.

Ancak şimdi durum çok farklı. Cenevre istişare toplantıları ve yapılacak olan üçüncü konferans ilki 30 Haziran 2012'de yapılandan çok farklı bir noktada duruyor.  Elbette ki Suriye sorununa çözüm bulmak için yapılan bu görüşme ve toplantılara herkes kendi ağırlığını koymak, kendi çıkarları doğrultusunda bir çözümü kabul ettirmek istiyor.

SURİYE'DE OLAN BİR İÇ SAVAŞ DEĞİL ARTIK

Çünkü Suriye'deki savaş bir iç savaş olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bu küresel ve bölgesel aktörlerin etkin olarak katıldıkları bir savaş. Sahada savaşan güçlerin önemli bir bölümü şu veya bu düzeyde küresel ve bölgesel güçlerin derin politikalarının birer uzantıları gibi davranıyorlar. Hatta bazıları bizzat bu güçler tarafından yönetiliyor. Askeri ve lojistik donanım sağlanıyor. 

Cenevre-3 yaklaşırken Suriye sahasında da yeni bir takım hareketlenmeler gözden kaçmıyor. 

Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi güçlerin desteklediği DAİŞ özellikle Kürtlerin direnişi karşısında tutunamayıp hem askeri olarak, hem de siyasi bir proje olarak ağır yenilgi alınca devre dışı kaldı.

DAİŞ'in kılıcıyla Kürdistan'ın Güney ve Batısı'nı Kürtsüzleştirme politikası çöktü. Onun kılıcıyla Suriye sorununda bölgesel gericiliğin sağlamak istediği egemenlik ağır bir darbe aldı. Türkiye DAİŞ'in Kobanê yenilgisiyle Suriye içine müdahale ve dizayn de önemli bir enstrümanını yitirmiş oldu.

Şimdi bu güçler 'yeni bir hamle' yaparak Suriye savaşında pozisyonlarını güçlendirmek istiyorlar. Suudi Arabistan ve Türkiye her türlü kire, pasa bulaşmış çete ve güçleri bir araya getirerek yeni bir güç merkezi oluşturmaya çalışıyorlar. Suriye sahasında faaliyet gösteren radikal İslamcı grupların birleşmesi için yoğun bir çaba sarf ediyorlar.

Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın en son Mart ayının başında Riyad'a yaptığı ziyaretle ete kemiğe büründüğü söylenen bu yeni ilişki Suriye'de sözde rejim karşıtı olduğu söylenen iki radikal grubun güç birliği yapmasına yol açtı.

TÜRKİYE AÇIKTAN SAVAŞA GİRİYOR

Dünya ve Arap medyası Kürtlere karşı çete savaşıyla da gündeme gelen Nusra cephesi ile Ahrur'uş Şam adli örgütün aralarında bulunduğu grupların birleşerek 'Fetih Ordusu'nu kurmalarına Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin öncülük ettiğini kanıtlarıyla ortaya koydu. Hatta ortak bir operasyon odasının kurulduğu iddia edildi. Yani Türkiye bir anlamda açıktan Suriye savaşına girmiş oldu. Bunun bir adım ötesi Türk ordusunun Suriye topraklarını işgal etmesidir.  

Dahası dünya ve Arap medyası geçtiğimiz bir kaç gün içinde bu güç birliğinde Nusra adlı El-Kaide uzantısı çete örgütlenmesinin bizzat Türkiye tarafından yönlendirildiğini kaydetti.

Bu son 'güç birliği' ile Türkiye, Suudi Arabistan, ve Katar'ın desteklediği gruplar arasında çatışma ve rekabeti sonlandırmak, askeri alanda yeni mevziler elde etmek ve tabi ki siyasi alanda ise barış görüşmelerine etkin bir taraf olarak katılmak amaçlanıyor.

TÜRKİYE ANTİ-KÜRT İTTİFAK PEŞİNDE

Ancak bu yeni ittifak ve güç birliğinin bunun dışında çok net olarak anti-Kürt bir yüzünün olduğunu unutmamak gerekiyor. Keza bu 'güç birliği' Suriye'nin ikinci büyük kenti ve taraflar açısında son derece stratejik önemi olan Halep şehrinde Kürtlere karşı kurulduğu ilan edildi. En azından Türk medyası ve bir bölüm şoven Arap medyası bunun böyle olduğunu yazdı. Hatta Türk ajans, gazete, televizyon ve internet gazeteleri 'bilmem kaç örgüt Halep'te YPG'ye karşı birleşti' diye manşet attı.

Türk devletinin ve özellikle de Erdoğan'ın DAİŞ istilası döneminde Kobanê'ye karşı takındığı düşmanca tutum göz önüne getirildiğinde bu yeni kurulan 'Fetih Ordusu'nun da namlularının en az Şam rejimine döndüğü kadar Kürtlere karşıda çevrili olduğunu unutmamak gerekiyor. Kaldı ki El-Nusra adlı ve Türkiye'nin açık desteğini alan çete DAİŞ'ten önce Rojava'ya saldırdı. Bu saldırılarda çok açık şekilde Türk devleti rol oynadı.  Nusra'yı Kürtlere karşı bir kılıç gibi kullanmak istedi. Her türlü askeri, lojistik ve siyasi desteği sağladı. Ancak Nusra başarısız kalınca DAİŞ adlı katiller ordusu devreye sokuldu.

Türkiye'nin derdi çok açık. Bir taraftan Suriye savaşında kaybettiği pozisyonunu bu güçleri bir araya getirerek tekrardan kazanmak istiyor. Diğer taraftan Kürtlere karşı yeni bir tehdit dalgası yaratmak istiyor. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye destekli grupların güç birliği oluşturmasından sonra Efrîn Kantonu'nun sınırına Türk ordusunun görülmemiş düzeyde askeri yığınak yapmış olması bu kuşkuları artırıyor.

 Türkiye bir taraftan kendi toprağını savunan ve kendi toprakları üzerinden eşit, demokratik bir gelecek kurmak isteyen Rojava'nın siyasi öncülerini tanımıyor, PYD başta olmak üzere Rojava'nın siyasi aktörlerini her türlü bölgesel ve uluslararası platformlardan dışlanması için çaba sarf ediyor, diğer taraftan El-Nusra gibi çeteleri yeni bir formatla sahaya sürmeye çalışıyor.

ERDOĞAN ÇIKMAZ SOKAKTA

Ancak bunun Türkiye için çıkmaz bir sokak olduğu söylemek gerekiyor. Türk devleti ve onu yönetenler Suriye savaşına o kadar kötü ve derinliğine angaje oldular ki, bugün dönüp hatalarını düzelteceklerine yeni stratejik hatalar yapmak üzere hamle yapmaktalar. Suudi ve Katar gericiliğiyle Suriye'de iş tutmak, DAİŞ'in Kobanê yenilgisinden sonra yeni Anti-Kürt ittifaklar oluşturmak şimdiden geleceği kaybetmek anlamına gelir.

Artık şu çok net bir şekilde anlaşılmıştır. Bu her üç devletin niyeti Şam rejiminin yerine demokratik ve çoğulcu yeni bir Suriye değildir. Bütün farklılıkların ortadan kaldırıldığı, Arap ve Sünni olmayan hiç bir topluluğa yaşam hakkı tanınmadığı Ortaçağ karanlığına mahkum edilmiş bir Suriye'dir.

Kaldı ki Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar öncülüklü yeni 'ittifak' istişare toplantıları başlayan Cenevre III Konferansı'na da bir darbedir. Çünkü Nusra gibi El-Kaide uzantısı bir örgütün içinde bulunduğu  'muhalefetin' Cenevre'de kabul görmesi, görüşme masasına oturması mümkün değildir. 

 Bu nedenle Suriye sahasında bu üç gerici bölgesel gücün yaptığı son hamle Cenevre Barış Görüşmelerini sabote edecek düzeydedir.  

Erdoğan'ın salt mezhep ve anti-Kürt eksenli politikası onu hızla çıkmaz sokağın derinliklerine doğru götürmektedir. Hale birde Erdoğan'ın 'adamlarının' yaptığı savaş simülasyonları gerçeğe dönüşürse, işte o zaman bu çıkmaz sokaktan geri dönüş asla mümkün olmayacaktır.