'Tecride sessiz kalınınca o hukuksuzluk herkesi buldu'

Av. Eren: Kürtler dışında bu hukuksuzluk haline tepki göstermeyenler, bu durumun sadece İmralı ile sınırlı kalacağını düşündüler ama yanıldılar, bugün tecritten beslenen hukuksuzluk hali tüm ülkeyi sarmalamış durumda.

HDP PM üyesi Av. Serhat Eren, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ve onun toplumdaki yansımalarına ilişkin, "Tecridin doğurduğu sonuçlar, artık Anadolu'nun herhangi bir köyüne kadar sirayet etmiş durumda. Bir yerde bir hukuksuzluk yaşanıyorsa ve siz buna karşı çıkamıyorsanız o hukuksuzluk sizi de buluyor" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen ağırlaştırılmış ve mutlak tecrit devam ediyor. 21 yılı geride bırakan tecrit koşulları, özellikle son 5 yılda daha da derinleştirildi. Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında uygulamaya başladığı tecrit politikası, giderek tüm Kürdistan ve Türkiye'de de yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Tüm hapishanelerde, siyasette, toplumda ve ekonomide tecridin yansımalarını görmek mümkündür. Türk devletinin tecridi artık bir rejim haline getirdiği ve toplumu da buna razı etmeye çalışıyor.

Tecridin kaynak olduğu konulardan biri de hukuksuzluktur. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi üyesi Avukat Serhat Eren, Kürt Halk Önderi Öcalan üzerindeki tecridi ve topluma yansımalarına ilişkin ANF’ye konuştu.

Av. Eren, tecridin 21 yıldır Abdullah Öcalan üzerinde devam ettiğini vurgulayarak, özellikle 2015 yılından sonra tecridin mutlaklaştırıldığını söyledi. AKP hükümetinin 2013 ve 2015 yılları arasında yürütülen 'çözüm sürecini' sonlandırıp hemen akabinde savaş kararı aldığını belirten Av. Eren, bu karardan sonra da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit koşullarının derinleştirildiğini kaydetti.

‘TECRİT, HER YERE YANSIMIŞ DURUMDA’

Tecridin sosyal, hukuksal siyasal ve ekonomik boyutunun da olduğunu söyleyen Av. Eren, şöyle konuştu: "Hükümet içeride ve dışarıda savaş kararı alınca ister istemez ülke kaynaklarını savaş ekonomisine aktardı. Devlet ekonomisinin büyük bir kısmı savaşa ve savunma sanayisine aktarınca ülkede yoksulluk ve işsizlik kaçınılmaz oldu. Daha önce Anadolu'nun herhangi bir köyünde sofrasına birkaç kilogram et götürebilen bir aile, savaş konseptinden sonra o eti götüremez oldu. İşsizlik ve yoksulluk oranı artmaya başlayınca, insanlar sofralarına kuru ekmek bile götüremez duruma geldiler. Dolayısıyla tecrit ile yoksulluk ve işsizlik arasındaki ilişki böyle bir şeydir."

‘TECRİT HUKUKSUZLUĞU DOĞURDU’

Tecridin aynı zamanda hukuksuzluğu ifade ettiğini ve bunu uygulayanların kendi yasalarını çiğnediklerine dikkat çeken Av. Eren, "Tecridi sürdürmek için hukukun temel ilkelerini ihlal ediyorlar. Hükümet tam da bunu yaptı. Tecridi derinleştirmeye başladıkları an İmralı üzerinde bir hukuksuzluk süreci inşa etmeye başladılar. O yüzden zaten Sayın Öcalan'ın avukatları ile görüştürülmemesinin gerekçelerinin hiçbiri ne yasaya ne anayasaya ne de uluslararası hukuka uygundur. Bir avukatın müvekkili ile görüşmesini hiçbir şekilde engelleyemezsin. Sayın Öcalan'ın ailesi ile görüşmesi de engellendi. Bunun da kendi yasalarına aykırı bir durum olduğunu görüyoruz. Bu hukuksuzluk hali bir süre sonra artık kural haline geldi. Toplumun büyük bir kısmı da buna refleks göstermeyince hükümet, İmralı'da inşa ettiği hukuksuzluk halini yönetebileceğini düşündü. Kürtler dışında bu hukuksuzluk haline tepki göstermeyenler, bu durumun sadece İmralı ile sınırlı kalacağını düşündüler ama yanıldılar, bugün tecritten beslenen hukuksuzluk hali tüm ülkeyi sarmalamış durumda" diye konuştu.

‘HUKUKSUZLUK TÜM ÜLKEYE YAYILDI’

Türk devletinin İmralı tecridini referans alarak Kürdistan ve Türkiye'nin tamamını hukuksuzluk ile idare ettiğini ve buna sessiz kalanların da günü gelince bu duruma maruz kaldıklarının altını çizen Av. Eren, şu değerlendirmelerde bulundu: "Bu hukuksuzluk haline tepki göstermeyen siyasi partilerden tutalım da sivil toplum ve hukuk örgütlerine kadar, bir süre sonra bu hukuksuzluğun kendilerine de yöneldiğini hissetmeye başladılar ama artık buna tepki göstermenin bile güçleştiği bir sürece girildiğini fark ettiler. Örneğin ana muhalefet partisi olan CHP, çok rahat bir şekilde 'terörist' olarak ilan edilebiliyor. Yine ifade ve örgütlenme özgürlüğü tamamen ortadan kalktı. Sadece Kürtler değil, fabrikadan atılan birkaç işçi bir araya gelip haklarını bile aramıyorlar bu baskı ve hukuksuzluk rejiminden kaynaklı. Hukuku reddeden yasalar artık olağan yasalar olmaya başladı."

‘TECRİT ÖCALAN İLE SINIRLI KALMADI’

Tecridin sadece Kürtlerle veya Abdullah Öcalan ile sınırlı olmadığını vurgulayan Av. Eren şöyle konuştu: “Tecridin sonucunun sınırlı olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla tecride karşı çıkmanın kendisi ilkesel olarak hukuk yanında yer almak ve insan haklarından yana tavır ve tutum almakla ilgilidir. Siz İmralı'daki tecride karşı çıkmadığınız zaman toplumun tamamı tecrit edilmiş oluyor. Hakları ve hukukları şu anda tamamen baskılanmış durumda. O nedenle de sadece Kürtler değil, toplumun tamamının ilkesel olarak İmralı'daki tecride karşı tutum almaları gerekiyor. Aksi taktirde bu hukuksuzluğun kendisine fayda sağladığını gören iktidar bunu daha fazla genişletebilecek potansiyele sahiptir. Örneğin bu iktidarın HDP'yi kriminalize ederek, onu işlevsizleştirip çalışamaz hale getirme çabaları doğrudan tecrit politikası ile ilgilidir. En nihayetinde Sayın Öcalan, HDP fikriyatının kurucusudur. Yine DTK'ye yönelik saldırıların da tecrit ile doğrudan ilişkisi vardır."

‘KOLEKTİF MÜCADELE AĞI’

Sivil toplum örgütleri ve baroların tecrit politikası karşısındaki sessizliklerini de eleştiren Av. Eren "Sayın Öcalan üzerindeki tecride karşı tavır geliştirmeyenler de iktidarın otoriter rejimine maruz kaldılar. Nitekim Meclis'te STK'lere kayyım atama tartışılıyor. İmralı'daki uluslararası hukuksuzluğa karşı çıkamayanların bile kendi çalışmaları bugün yasaklanıyor. Bir yerde bir hukuksuzluk yaşanıyorsa ve siz buna karşı çıkamıyorsanız o hukuksuzluk sizi de buluyor. Dolayısıyla bu hukuksuzluk haline hep beraber karşı çıkmak gerekiyor. Ülkedeki siyasi partiler, STK'ler ve hukuk örgütlerinin kolektif bir mücadele ağı oluşturmaları gerekiyor. Tecrit, cezaevlerinde bedenlerini açlığa yatıranların da kökten çözebilecekleri bir mesele değil. Belki dönemsel olarak bir gevşeme sağlanabilir ama genel bir çözümden bahsetmek imkansızdır. O yüzden de toplumun tüm kesimleri buna karşı bir tavır geliştirmeleri gerekiyor" dedi.

‘BAROLAR TECRİDE KARŞI TUTUM GELİŞTİRMELİDİRLER’

Barolar gibi önemli hukuk örgütlerinin normal şartlarda kendi üyeleri olan bir avukatın müvekkili ile görüştürülmemesini büyük bir sorun olarak görüp anında müdahale ettiklerini söyleyen Av. Eren söz konusu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğunda baroların bu performansı göstermediklerini de sözlerine ekledi.

"Maalesef barolar bile hukuksuzluğun kime yapıldığına bakar vaziyete gelmişler” diyen Eren şöyle devam etti: “Söz konusu Sayın Öcalan olunca barolar bile mevcut hukuksuzluklar karşısında adım atamaz oluyorlar. Zaten tam da bundan dolayı barolara yönelik çoklu baro operasyonu yapıldı; baroların tecride sessiz kalmalarından kaynaklı hukuksuzluk onları da buldu. O yüzden insan hakları ihlallerine ilkesel olarak karşı çıkmak gerekiyor. İhlalin kime yapıldığına bakarak sessiz kalırsanız, hukuksuzluktan kaçamazsınız. Bir hukuk örgütü olmak insanların ideolojik veya siyasal kimliklerine bakmadan onların maruz kaldıkları ihlallere ses çıkarmayı gerektiriyor. "