'Tecrit ile insanın sosyal varlığı yok edilmek isteniyor'

12 yıl boyunca tecrit koşullarında kalan Lütfü Yoldaş, açlık grevindeki direnişçilerin taleplerinin haklılığına dikkat çekerek, "Tecritle, insanın bütün sosyal varlığı yok edilmek isteniyor" dedi.

Kelime anlamı ile, ‘kapatılma, tek başına dış dünyadan soyutlama’ anlamına gelen tecrit koşulları Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’daki siyasi tutsaklar için en ağır koşullarda uygulanan bir sistem. Uluslararası bir komplo ile 1999 tarihinde Türkiye’ye getirilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecrit koşulları da yaşatılmak istenilen soyutlama metoforuyla bağlantılı. 2011 yılından geçtiğimiz 2 Mayıs gününe dek avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan’ın üzerindeki tecride karşı Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemleri 1 Mart tarihinden itibaren binlerce siyasi tutsağın katılımı ile devam ediyor. 30 tutsak ise ölüm orucunda.

Kürt özgürlük mücadelesinde yer almış ve buna karşı hukuksuz bir şekilde 12 yıl boyunca cezaevinde kalan Urfa, Siverekli Lütfü Yoldaş, ANF’nin sorularını yanıtladı. Yoldaş, tecritte kalmış bir siyasi tutsak olarak tecridi anlattı. Yoldaş, "Ben dört yıl boyunca annemle telefonda Kürtçe konuştuğum için telefon hakkım engellenmişti. Bu da bir tecritti. Tecride karşı grevde olmak toplumsal olmaktır. Bunu görmek gerekir" dedi.

Hangi cezaevlerinde ve ne kadar süre ile kaldınız?

Tekirdağ 1 nolu F tipi daha sonra 2 nolu F tipinde ve ardından 1 nolu T tipinde kaldım. 1 ve 2 nolu F tipinde 8, 1 nolu T tipinde de yaklaşık 4 sene kaldım. Toplamda 12 yıl cezaevinde kaldım.

'Ayrı bir yerde tutma, ayırma' anlamına gelen tecridin somut anlamından söz eder misiniz?

Tecritle, insanın bütün sosyal varlığı yok edilmek isteniyor. İnsan, insan olmaktan çıkarılmak isteniyor. İnsanın insan olmaktan çıkarılması da elbette toplumdan kopartılması ile bağlantılı olan bir durum. Bu toplumsal duyarlılıklarını yok etme ile alakalıdır. Tecrit dediğimiz şey tüm bunlara endeksli olan bir şeydir. Yani kendisi olmaktan, sosyal olmaktan çıkarıp, sadece tek başına ‘birey’ olarak bırakıp kişiliğini, kimliğini öldürmeye dönük bir uygulamadır. Toplumsal olmaktan kişi bazlı olmayan iten bir durum. Örgütlüğü yıkmaya dönük.

Size nasıl etkiledi bu durum? 12 yıldan söz ediyoruz. Siz 12 yıl boyunca hangi tecrit koşullarından geçirildiniz?

F tipi süreci vardı. Bu F tipi sürecinde öncelikle üç kişilik odalarda tutulduk ve bu üç kişilik odalarda sayının bilinçli olarak 3 ile sınırlandırılmış olmasının etkileri vardı. Yargıtay’da bozulmuş olan ve hukuken bile geçerliliği olmayan hücre cezaları aldım. Cezaevi öğretmeni, bir teknisyen ve cezaevi müdürünün kendi çıkardıkları keyfi yasalarla aylarca ben hücrede tutuldum.

Bu hücre cezaları aradan 8 yıl geçtikten sonra Yargıtay kararıyla bozuldu. Haksız olarak verilmişti. Sadece ben değil benimle beraber 70 kişiye böyle cezalar verildi. Hücrelerde ekmek, su dışında hiç bir şeyin verilmediği, bir saatlik havalandırma dışında hiçbir fırsatın verilmediği süreçten geçtik. ‘Sırf siyasiler kalıyor diye kaloferileri yakmıyoruz’ diyorlardı ve yakmıyorlardı da. Disiplin cezalarına yapılan savunmaları kaybediyorlardı. ‘Siz AİHM’den para kazanacaksınız diye biz hamallık mı yapalım’ demişti bana cezaevi müdürü.

3 kişilik hücrelerin bilinçli olarak yapıldığını söylediniz. Nedir bu etkiler?

Örneğin, yapı olarak yakın olan iki insanın bir araya gelip diğer kişinin dışlandığı ortamlar bunlar. Bunun üzerine kurulu bir sitem bu. Bu doğal olarak insanlarda çok büyük tahribatlar yaratıyor. Diğeri de ise tekli hücreler var. Bu hücreler bir bütün olarak insanı kişisel özelliklerinden uzaklaştırıyor. Kendi açımdan, orada kalan her insanın yaşadığı durumları yaşadım.

Yaratılmak istenen kısıtlılık psikolojisi ve bu duygu doğal olarak dışarıya çıktığında basit, maddi şeylere tenezzül etmeye endeksli oluyor. Bunu bir rehabilitasyon olarak ele alıyorlardı. Bu anlamda buna dayanıyordu. İçeride kişiyi olabildiğinde kısıtlayıp, dışarıya adete zincirlerinden kopartılmış bir birey, toplumsallıktan kopartılmış, kendine endeksli bir birey açığa çıkarmaktır amaçları. Benim olduğum dönemde, haftada 10 dakika telefon hakkımız vardı. Ben dört yıl boyunca annemle telefonda Kürtçe konuştuğum için telefon hakkım engellenmişti.

Bu da bir tecrit değil mi?

Elbette öyle. Kendi annemle, ailemle hasret gidermeyi kendi anadilimde konuşmak istediğim için bu hakkım elimden alınmıştı. Bunun yarattığı psikolojik tahribatı ifade etmek elbette zordur. İkinci bir şey ise, sosyal alana çıkma, sohbet dediğimiz uygulamalar. Aslında adeta anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirircesine sürekli tutuklulara, hükümlülere karşı kullanıyorlar bu var olan haklarımız. Ayda bir ya da haftada çıkabileceğimiz sosyal alanı gerçekleştirmek için bunu çok zor koşullara bağlamışlardır. Her zaman bir gerekçe gösterilip iptal edilebiliyordu. Dolayısıyla insanlar o şekilde kapatılmaya çalışıyordu.

Sizin yaşadığınız 12 yıllık tecrit süreci şu an da yaşamınızı nasıl etkiliyor?

Ağır etkileri oldu. İnsanlarla iletişim noktasından, yaşam planlamalarına kadar etkisi ağır oluyor. Cezaevinde kaldığım arkadaşlarımla olan iletişimim dışarıda olan insanlarla çok farklılık gösterdi. Bu anlamda kısıtlılık halinin dayattığı durumlar vardı. En çok da bunu hissettim. Cezaevlerinde küçük şeylerden büyük mutluluklara tenezzül etmemiz isteniyordu. Cezaevinde ulaşamadığımız, dışarıdaki insanlar için anlamsız olan şeylerden söz ediyorum. Özel durumlar da var elbette. Uzun ve sancılı bir duygu.

Biliyorsunuz ki 7 bin siyasi tutsak 1 Mart tarihinden beridir açlık grevinde ve 30 tutsak da ölüm orucunda. Özelinde Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son vermek ve genelinde de cezaevlerindeki sizin de saydığınız hak ihlallerine son vermek yönelik bir tepkisellik. Siz ne düşünüyorsunuz açlık grevleri hakkında?

Bu açlık grevlerine ben de girdim o zamanlarda. İnsanların istedikleri kağıt üzerinde yazılı olan haklarının uygulanması. Bunun kısıtlanmaması, kendilerine karşı kullanılmamasını istiyorlar. Bu insanlar, şahsi şeyler için değil, bunun toplumsal boyutları var. Duyarlılıkları söz konusu. Hem kendi içerisinde bulundukları koşulları hem de var olan genel toplumsal atmosfere dikkat çekmeye dönük gerçekleştirdikleri bu açlık grevlerini görmek gerekiyor.

Kayıtsızlık durumu söz konusu. Genel bir kayıtsızlıktan söz etmiyorum ancak olması gereken düzeyde olmadığını düşüyorum. Buna cevap verilmeli. Çünkü bu insanların talep ettikleri noktalar sadece hak, hukuk çerçevesindeki taleplerdir. Gerçekleştirilmesi zor talepler değildir. Bir an önce cevap verilmesi gerekiyor.