Temelli Van’da ihraç edilen emekçilerle bir araya geldi

HDP Eş Başkanı Sezai Temelli, ihraç edilen emekçilerle Van’da bir araya geldi. Burada konuşan Temelli, “Biz ihraç edilenler olarak bu mücadelenin çok uzun süredir içindeyiz. Ve mücadele deneyimimizi tüm topluma yayacağız” dedi.

Üç günlük kamp için Van’da olan HDP Eş Başkanı Sezai Temelli, ihraç edilen emekçilerle bir araya geldi.

Burada bir konuşma yapan Temelli şunları söyledi:

“Ben de KHK ile ihraç edilen bir kamu emekçisiyim. Bir akşam televizyondaki alt yazıda ismimi gördüm. Bir taraftan öfkeleniyorsunuz, bir taraftan bileniyorsunuz, bir taraftan da trajikomik bu sahne karşısında gülüyorsunuz.

Bugüne kadar 134 bin insan ihraç edildi, sadece 4 bini işlerine iade edildi. İhraç etme konusunda kimileri ihraç edilmeliydi kimileri edilmemeliydi gibi bir tartışma sürdürmek bu anlayışa meşruiyet kazandırmaktır. Kimileri suçlu olabilir bunun kararını verecek olan yargıdır. Kovuşturma ve soruşturma yapılır, mahkemeye gidilir, verilen hükme bağlı olarak belirli işlemler yapılabilir. Oysa şu anda buna karar veren sadece iktidar. Bu iktidar insanları ihraç ederken kendisini yargının yerine koyarak hüküm veriyor. İhraç edilenlerle ilgili özel bir sözcük var: iltisak. Çeşitli örgütlerle iltisaklı olduğumuz düşünülerek ihraç ediliyoruz. Çok büyük bir mağduriyet yaratılmış, bir hüküm verilmiş oluyor. Bugün bir arkadaşıma gelen ret yazısını gördüm. Orada ihraç ederken kullanılan kalıplar aynen kullanılarak komisyon eliyle dile getiriliyor. Yargının yerine kendini koyan iktidar bir de kanaat oluşturarak karar veriyor.

Bu Türkiye tarihine kara leke bırakmış bir uygulama olarak geçecektir. 12 Eylül’ün kara lekesi 1402’liklerdi, bugün de KHK bu coğrafyanın kara lekelerini oluşturdu.

Biz kamu emekçilerinin özellikle KESK bünyesinde olanlar ya da belediyelerde çalışan DİSK bünyesinde olan arkadaşlarımızın ortak bir özelliği daha var. O da bu ülkede demokrasi mücadelesi veriyor olmamız. Bu ülkede emeğin haklarını savunuyor olmamız. 15 Temmuz sonrasında 20 Temmuz’da gelen OHAL 2 yıl boyunca darbe kalkışmasına karşı oluşturulmuş bir program değil, faşizmin kurumsallaşması için uygulanan bir programdır. Bu programın karşısına aldıkları tam da bu ülkede demokrasi ve barış mücadelesi verenler uzun yıllardır emeğin hakkını savunanlardır.

Bu sadece iki yıllık bir program değildir. Öncesi vardır. AKP dediğimiz bu parti iktidara geldiğinde ilk icraatlarından biri kamuda dönüşümdü. Hatırlayacaksınız, 2002’den bugüne kadar kamu emekçilerinin 657’nin dışına nasıl taşınabilir, sendikal haklar nasıl budanabilir diye özel çalışma yürütülmüştür. Bunun OHAL’le alakası nedir? Çünkü emek mücadelesi, sendikal hak mücadelesi olduğu kadar, demokrasi mücadelesidir. Biz KESK ve DİSK olarak, TMMOB ve TTB olarak emek örgütleri olarak, AKP’den önce de sonra da demokrasi, emek mücadelesi veriyoruz. O yüzden OHAL hayata geçer geçmez bu saldırının başlaması uygun bir tablodur.

AKP ileri demokrasi derken ülkeyi faşizme sürüklemiş bir iktidardır. Tekçi anlayışın biçimlendiği dönem 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Cumhurbaşkanı olduktan sonra çözüm süreci sürerken Erdoğan çöktürme planları içinde olmuş ve bugüne giden yolun taşlarını döşemiştir.

ALLAHIN LÜTFUNDAN YARARLANARAK, DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERENLERİ TASFİYE ETTİ

Bugün Suruç’un yıldönümü. Bu aynı zamanda 2015’te savaşın yeniden başlamasının yıl dönümü. Sonrasında Ankara Katliamı, Cizre, Sur. Bu faşizmin kurumsallaşması dediğimiz kurgunun bir parçası. 2016 yılında dokunulmazlıkların kaldırılması, darbe kalkışması, OHAL, kayyumların atanması, ihraçlar, vekillerimizin tutuklanması. Oradan 2017 referandumuna geliyoruz. İhraçlar devam ederken 15 Temmuz darbe kalkışması ve FETÖ’yü bahane eden iktidar, Allah’ın lütfundan yararlanarak tüm demokrasi mücadelesi verenleri tasfiye etmiştir.

Referandumdaki hayır kampanyası boyunca bunu durdurabiliriz dedik. Yapılan hileler sonucu maalesef şaibeli bir şekilde evet çıktı. O tarihten 24 Haziran’a kadar da bu yolun parke taşları döşendi.

Biz OHAL koşullarında yönetilen bir ülkeye karşı, tekçi anlayışa karşı barış mücadelemizi yükselttik. Bu sayede 24 Haziran’da barışın ve demokrasinin önündeki barajı yıktık. Bu önemliydi. Bir ülkede faşizm kurumsallaşırken sadece bir seçimle her şeyi değiştiremezsiniz, ama biz bu seçimlerde 400 vekili engelleyerek bu mücadeleyi yükselterek bu sisteme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de tanımlamış olduk. Bizim iltisakımız demokrasiyle, barışla, emekçilerle, kadınlarla, Kürt halkıyla.

BU SİSTEM HERKESİN KAPISINI ÇALACAK

HDP toplumsal muhalefetin odağında olarak mücadeleyi örgütleme kararlılığını bir kez daha gösterdi. Bu mücadeleyi örgütlemeye devam edeceğiz. Hep birlikte, tüm toplumsal muhalefete, tüm halklara, tüm inançlara sesleniyoruz. Gelin hep birlikte omuz omuza verelim ve bu sayede bu iktidardan kurtulalım. Bu ülke, bu rejime layık değil, bu rejimi taşımayacak. Tüm haklarımızı gasp eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu bir hak mücadelesidir. İhraç edilen emekçilerin ellerinden alınan haklar tüm toplumun haklarıdır. Biz şimdi ihraç edilenler, Türkiye’nin her yerinde siyaset yaparak siyaseti toplumsallaştırarak bu hak gaspını teşhir ederek, tüm Türkiye’yi mücadeleye davet etmeliyiz. Çünkü bu faşizmdir. Bu ötekini ayrıştıran, dışlayan bir sistemdir. Bu sisteme karşı mücadele etmediğinizde, bu durum bir gün kapınızı çalmayacak anlamına gelmez. Herkesin kapısını çalacak. Almanya’da Nazi döneminde bir peder, “önce Yahudileri, sonra Çingeneleri, sonra komünistleri, sonra sosyal demokratları götürdüler, biz sesimizi çıkarmadık. Bizi götürmeye geldiklerinde ses çıkaracak kimse kalmamıştı” demişti.

Bizim sesimiz hakikatin sesidir. Bizim haklarımızı gasp eden iktidar tüm toplumun haklarına göz koymuştur. Bu bir savaş iktidarıdır. Tüm hakların gasp edilmesinin engellemenin yolu toplumun demokrasi barış talebini açığa çıkarmaktır. Bunu yapabiliriz. Bunu yapabilecek bir iklim de var. Bütün bu baskı koşullarında bunu başarabilecek bir iklime de sahibiz. Kararlı bir mücadeleyi açığa çıkarmışız. Toplumun izlediği ve aradığı bir şey var bizde. Uzun yıllardır hayata geçirdiğimiz bir kimliğimiz var bizim. Bu çağıran, bu buluşturandır, kavuşturandır. Bu bize büyük bir olanak sağlıyor. Korktukları da bu. O yüzden yan yana gelmeleri engellemeye, ayrıştırmaya çalışıyor KHK ile ihraç ederken hep yaftalıyor. Aslında kimliklerimizle, bazen Kürt kimliği ile bazen Alevi kimliği ile bazen komünist kimliğiyle bizi etiketleyip ayrıştırmaya çalışıyor: Biz de diyoruz ki bizim kimliklerimiz bizim gücümüz. Bu gücü açığa çıkarmanın yolu şimdi yan yana gelme azmini ortaya koymaktan geçiyor. Seçimlerde bunu yaptık. Her şeye rağmen 24 Haziran’da bu barajın yıkılması büyük bir umudu bir kez daha açığa çıkardı.

TÜNELİN SONUNDAKİ IŞIĞI GÖRECEĞİZ

Evet bir tünelin içindeyiz. Belki de tünelin ucundaki ışık gözükmüyor. Ama biz bu karanlıkla mücadele ettikçe bu tünelden hep birlikte çıkacağız. Biz mücadeleye devam ettikçe o tünelin ucundaki ışığı görmeyenlere o ışığı göstereceğiz. O tünelden çıkacağız. Bu sürdürülemez. Tarihte birçok örneği var. Hiçbir diktatörlük ilelebet sürmedi. Farklılıklarla var olmuş bir topluluğu cendereye sokup iktidarı sürdürmek mümkün değil. O yüzden umudumuzu kaybetmeyelim.

Biz ihraç edilenler olarak bu mücadelenin çok uzun süredir içindeyiz. Ve mücadele deneyimimizi tüm topluma yayacağız.

Bu buluşma bir mücadelenin başlangıcı olsun istedik ve bu yüzden Van’da bir araya geldik. Biz hem Meclis’te hem sokakta olacağız. Toplumsal muhalefetle Meclis’teki mücadeleyi buluşturmak bizim boynumuzun borcudur.”