Tezkerenin barışçı alternatifi - Veysi Sarısözen

Tezkerenin barışçı alternatifi - Veysi Sarısözen

Başbakan Davutoğlu, yavuz hırsız misali, HDP'yi "eğer tezkereye oy vermezseniz, IŞİD'ı desteklemiş olursunuz" diye korkutmaya kalktı.

İnanılır gibi değil.

Tezkerede "PKK, terör örgütü" denerek açıkça hedef alınırken, PYD'ye dönük laflar, imalar gırla giderken aynı Başbakan, "Kobane'nin düşmesini istemeyiz" gibi garip bir şey de söyledi. Sanki "isteriz" diyebilirmiş gibi. Sanki "Kobane'nin IŞİD tarafından düşürülmesini isteriz" dediği anda, kendisini Uluslararası Adalet Divanının önünde bulacağını bilmezmiş gibi....Bu çete "terör" örgütüdür. Bunu "desteklemek" şöyle dursun, bununla ilişki suçtur.

Bu böyledir ve Davutoğlu bunu bildiği için "Kobane'nin düşmesini istemeyiz" gibi garip şeyler söylerken, birden bire IŞİD adlı "terör örgütünün" Kobane'de döktüğü kan ve yarattığı trajedinin "sorumlusunu" da akıllara durgunluk veren bir cümle ile açıkladı: "Kobane'deki  gelişmelerin sorumlusu PYD'dir."

Bu sadece ayıp değil. Aynı zamanda "tezkerenin" "gizli" hedefini de ifşa eden bir itiraftır. Bizzat Başbakan tezkerenin asıl amacının IŞİD değil, PYD olduğunu açıklamış bulunuyor.

Ve aynı Başbakan "tezkereye hayır derseniz IŞİD'ı desteklemiş olursunuz" da diyebiliyor.

CHP'yi bilmem, ama HDP bu tezkereye, Davutoğlu hükümetine "güvenmediği" için oy vermedi.

Ama Davutoğlu şunu bilmeli: Eğer yarın, HDP ve tezkereye karşı çıkan demokratik güçler "yanılırsa", AKP hükümeti bu tezkereyi IŞİD'ı Kobane'den kovmak amacıyla kullanırsa, kendisine "oy vermeyenler" o zaman  Kobane için "can vermekte" tereddüt bile etmezler. Bu o kadar açık bir gerçektir ki, şu anda Türk ordusu çetelerin sınırdan geçişine hala "izin verirken", HDP üyeleri sınırda ordunun ve polisin şiddetine karşı direniyor ve "kan veriyor"...Onların hısımları, akrabaları,çocukları ve gençleri ise Kobane'de "can veriyor".

"Oy vermek" nedir ki?..

Sen sadece IŞİD'e karşı tek fişek atmadan, tek şehit vermeden, Kürdistan'dan  "elde silah" destek iste, Kürdistanda 7'den 70'mişe herkes "sefere çıksın."Aç sınırı, silahlı HPG güçleri Kobane'ye aksın...

Ama "oy" moy, diyerek "oyalanma". IŞİD'ın Kobane'yi "düşürmesini" AKBABA'lar gibi "bekleme". Kobane "düştükten " ve "insansızlaştıktan" sonra, Kobane'yi "kurtarmak" demek, Kobane'yi işgal ve ilhak etmek demektir. Kimse bu oyuna gelmeyecek...

Çünkü bu oyunu Türkiye seyretti. Kıbrıs'ı "EOKA terör örgütünden kurtarmak" için oraya  giren ve en kısa zamanda "çıkma sözü" veren Türkiye, üstelik çok "barışçı" ve "şair" Ecevit'in "başkomutanlığında" Erdoğan'ın "ustası" Erbakan'ın Genelkurmaylığında 1974 yılından bu yana girdiği Kıbras'ta tam 40 yıldır işgalci... BM kararları bunu söylüyor.

Yani "sabıkalı".

Ve tezkerenin kabul edilmesinden sonra, bu "sabıkalı devletin" Başbakanı, "Kobane'deki gelişmelerin sorumlusu IŞİD'dir" diyeceğine, "PYD'dir" dediği zaman, Türk ordusunun Kobane'ye bir santimlik adım atmasını kimse kabul etmeyecektir.

Buna karşılık, eğer Hükümet gerçekten de "Kobane'nin düşmesini istemiyorsa", bu düşüncesinde samimiyse, "Mehmetçiğin kanını" dökmeden, kendi ülkesinde bu çetenin yapacağı terör eylemleri riskini almadan, milyarlarca dolarlık bir savaşla ekonomisini sarsmadan Kobane'nin IŞİD'dan temizlenmesine katkıda bulunabilir.

Nasıl daha düne kadar An Nusra'ya ve DAİŞ çetelerine ya da ÖSO'ya "çaktırmadan", gizlice, saklıca, TIR konvoylarıyla, trenlerle, sınır kapılarını açarak silah, mühimmat, lojistik yardımı yaptıysa, aynı şekilde, IŞİD'ın "ruhu duymadan", tereyagından kıl çeker gibi  aynı yardımı Kobane'ye yapabilir. Tek bir fişek yakmadan, tek bir bomba atmadan, tek bir mehmetçik ölmeden, tek bir Türkün burnu kanamadan, "Kobane'nin düşmesini istememe" siyasetini hayata geçirebilir.

Türk devletinden istenen "tank" bile değil. Gerillanın "mekabı" var. Yeter miktar fişek ve tanksavar IŞİD'ın işini bitirir.

O zaman Hükümet görecektir ki, Kobane'nin PYD'si ve PYJ'si bir kaç gün içinde IŞID çetelerini püskürtecek, aynı anda da, daha şimdiden Kerkük'te olduğu gibi HPG ve Peşmerge güçleri Irak'taki DAİŞ mevzilerini yerle bir edecektir.

Türk devletinin "sınırlarının güvenliğine" gelince...

Bu güvenliğin sağlanması için "kan dökmeye", bomba atmaya, uçakları uçurmaya, "onbinlerce Mehmetçik cenazelerini" karşılamaya, "cep"e, "tampona", "güvenli bölgeye", "uçuşa yasak bölgeye" filan  gerek yok..Türk devleti sınırlarını başka devletlere karşı böyle yöntemlerle mi koruyor? En büyük düşmanı vaktiyle Sovyetler Birliği olan bu devletin aklına Sovyet sınırında buna benzer önlemler almak hiç bir zaman gelmedi. Bir damlacık Rojava'ya karşı mı bu akıl almaz önlemlerle sınırlarını koruyacak?

Yapılacak iş çok basit: Davutoğlu Hükümeti, tıpkı bir zamanlar Türkiye'nin de "terörist" dediği FKÖ yönetimindeki Filistin'i tanıdığı ve onun Ankara'da temsilcilik açmasını kabul ettiği gibi, başında YPG'nin bulunduğu "üç kantonlu Rojava özerk bölgesini" de, Suriye'nin "toprak bütünlüğü" temelinde tanır. Onunla karşılıklı "dostluk, kardeşlik, işbirliği, sınırların dokunulmazlığı, toprakların bütünlüğü" anlaşması imzalar.

Böyle olunca, Rojava bir anda uluslararası bir "statü" kazanmış olur ve bu da Kobane'yi düşürüp, yutmak isteyen tüm terör örgütleri ve Beşar Esad rejimi için son derecede caydırıcı bir sonuç doğurur.

Böyle bir anlaşma aynı zamanda, "Beşar Esad"ın yazgısını bir yana bırakırsak, tüm Suriye için "bürokratik rejime" ağır bir darbe indirir. Otoriter rejimin yerine, demokratik, çoğulcu, adem-i merkeziyetçi bir rejimin yerleşmesi için muazzam bir adım oluşturur.

Şu anda Davutoğlu böyle bir adım atsa, bu aynı zamanda Türkiye'nin de "Başkanlık rejimi" yerine, demokratik, çoğulcu, adem-i merkeziyetçi bir rejime doğru geçiş niyetini kanıtlar ve bu da "çözüm sürecini" güvenceye alır. Türkiye böyle bir adımla kendi içindeki istikrarsızlık nedenlerini ortadan kaldırır. Çünkü şu anda AKP'nin en güvendiği cephede, yani ekonomi cephesinde çatırtı başlamış bulunuyor. Bir çöküş, AKP'nin sonunu getirir.

Kısaca, Davutoğlu Hükümetinin  Kürdistan'da ve Türk barışçı kamuoyunda "derin şüphe ve kaygılara" neden olan "tezkere" çizgisinin, yani "savaş" siyasetinin alternatifi vardır: Kobane Türklerden "asker" ve "müdahale" istemiyor. Silah ve Suriye devleti çatısı altında kurdukları sistemin tanınmasını istiyor.

Yani "Mehmetçiğe kıymayın" diyor, biz kendi Mehmetçiğimizle IŞİD'ın hakkından geliriz.

Evet. İtirazınız mı var? "Silah verirsek, sonra bize karşı kullanır mı?" diyorsunuz?

Korkuyor musunuz?

Hayret yani... Elinde Amerikan ve Rus tankları, füzeleri, katyuşaları, zırhlıları ve bir de buna eklenmiş Türk mühimmatı olan, şu anda Irak'ın dörtte birini, Suriye'nin üçte birini işgal altında tutan IŞİD'tan korkmuyorsunuz da, acaba neden küçücük Rojava'nın Kobanesinden korkuyorsunuz?

Hani Kobane'nin düşmesini istemiyordunuz?

Sizin korkunuz bile "sahte" baylar... Gerçek korkunuz "silah yardımı alan Kobane'den" değil. Siz tıpkı Ortadoğu'daki bütün bürokratik, otoriter ve teokratik rejimler gibi, "bütün ulusların, dinlerin, mezheplerin, dil ve kültürlerin oluşturduğu demokratik ulus temelinde, çoğulcu, demokratik, laik, üç kantonlu, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü, komünal eşitlikçi toplum" modelinden korkuyorsunuz...

O nedenle PYD'yi suçluyorsunuz.

Şu vahşet unsurunun döktüğü kandan, onları değil, Şiiliği ve Nusayriliği, aynı zamanda PYD'yi sorumlu ilan ediyorsunuz. IŞID "tepki ürünüymüş"...

Siz insanları boğazlayan, kendi dinlerinden ve mezheplerinden olmayanların ibadethanelerini, camilerini, kiliselerini, havralarını havaya uçuran, "hilafet" kuran IŞİD'tan korkmuyorsunuz. Uygarlık ve insanlık modelinden korkuyorsunuz.

Ve bu korkunuzda haklısınız...