Türk basını istisnalar dışında hep katillerin yanında yer almıştı

Dünyamız basın özgürlüğünü tüm demokrasilerin olmazsa olmazı olarak ele alıyor. Bir yerde basın özgürlüğü yoksa orada demokrasinin varlığından söz edilmiyor...

Tam tersine eğer bir yerde basın özgürlüğü yoksa orada, dikta rejimlerden bahsedilerek birçok uygulamaya ve yaptırımlara bile gidilebiliyor. Bu bir.

Ancak bir de basın özgürlüğü derken, bu basının tarafsız, objektif, gerçekçi, doğruları söyleyen bir basın olması da isteniyor. Başka bir deyişle, basın olup biteni en yansız bir dil ile vermesi isteniyor ve bekleniyor.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bu yana-ki öncesinden de bu vardır- Türkiye'de basın hiçbir zaman özgür, tarafsız, objektif olmadığı gibi doğru ve ahlaki bir yaklaşım içerisinden de olmamıştır. (İstisnalar olsa da bunlar hep sınırlı kalmıştır. Bugünde olduğu gibi) Olmadığı içindir ki Türkiye Cumhuriyeti devleti her zaman büyük sorunlarla yüz yüze kalmıştır. Sorunlarla yüz yüze kalmanın da ötesinde anti demokratik olan faşist cuntacı yapılarla hep bir şekilde periyodik olarak devreye girebilmişlerdir.

Şu gerçeği herkes ifade etmektedir; bir yerde sağlıklı gelişen ve habercilik yapan bir basın yoksa orada insanlık dışı uygulamalar eleştirilip, teşhir edilip deşifre edilmedikleri için ya da edilemedikleri içindir ki, bu uygulamalar hep suç üreten yapıların da gelişmesine yol açmıştır. Bundandır ki, Türkiye bir türlü düze çıkmamıştır. Çıkamamıştır. Ne yazık ki bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilk günlerine kadar gidebilmektedir. Örneğin henüz 1924-1925 yıllarında Türkiye Cumhuriyeti tarihinden başlayarak basının çok kötü bir rol oynadığı gösteren birçok belge vardır.

Biliyoruz ki, Türk basınına devlet daha doğrusu iktidardakiler hep bir şekilde format çekmişlerdir. Şêx Said Direnişi geliştiğinde özelde Kürtlerin ancak genel olarak ise dünyanın Şêx Said Direnişi’ni desteklememesi için ilk günden başlayarak, hep yalan haberlerle olup bitenler servis edilmişlerdir.

Aşağıda vereceğimiz belge devletin özelde de askeri güçlerin basına nasıl format çektiklerini göstermektedir. Şöyle ki: "Yüce Genelkurmay Başkanlığından gelen 30 Nisan 1341 tarih ve 1835/2270 numaralı tezkerede son isyan ve irtica olayının basınımızda, özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış düşmanlarca propaganda zemini ittihaz edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iglofat neticesi oluşan olayların büyütülmesi uygun olmadığından, isyanın ayrımcılıktan ziyade irticai cehalet ve aldatma neticesi olduğu zemininde yayın yapılması için gerekenin yapılması teklif olunmuştur..." Bu belgeyi açığa çıkaran zamanının Radikal yazarı Avni Özgürel olmuştur.

Yukarıda basına çekilen format temelinde Türk basını hep katillerin yanında hatta çoğu zaman katillerden daha saldırgan bir rol üstlenmişlerdir.

Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarından bir tanesi 1925 yıllarından başlayarak 1938 yılına kadar süren Kürt kıyımları olmuştur. En meşhur olanı ise Dersim Katliamı olmuştur. Dersim’in bir katliam olduğunu ve Kürt halkına büyük bir felaket yaşattığını ise en çok AKP ve Erdoğan dile getirmiştir. O yıllarda yayın yapan birkaç basın yayın organının haberlerine bakmak, Türk basınının nasıl bir Mehmetçik basını olduğunu görebiliriz.

İyi bir örnek zamanında yayın yapan Vakit Gazetesi’nin şu manşetidir: "...Türk süngülerinin bulunduğu hiçbir yerde Kürt sorunu yok..."

Bunlar 100 yıl önce söylenmiş, atılmış manşetlerdir. Ya 2018 yılında Efrîn’e karşı saldıra başlatmış olan Türk basınının manşetleri nasıldır?

Söylediğimiz Türk basını sadece bunlarla sınırlı kalmamış Nazileri aşan düzeydeki açıklamaları da büyük bir iştiha ile sayfalarına taşımıştır. Örneğin; O dönemin yani 1930’ların Nazi hayranı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt: "Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı" gibi faşist sözlerini sarf ederken Milliyet Gazetesi 19 Eylül 1930 günü bunları büyük bir coşkuyla işlemiştir.

Bunlar yetmiyor bir de 2 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde: "Eşkıya tenkil ediliyor. Kuvvetlerimiz Ararat Ağrı dağını tamamen kuşatmışlardı. Hükümet bu kez Şark (Doğu) meselesini kökünden hal etmeğe karar verdi. ...Hükümet imhaya azmetmiş... Halkın hayvanlarını çalan, köyleri yakıp yıkan bu haşerenin artık tamamen kökü kesilmek üzere... Yalnız adi bir hırsızlık için değil, anavatanda yeni bir irtica hamlesi yapmak hırsıyla hudutlarımıza saldırdıkları anlaşılan müfsitlerin (fesatçı), bu sefer katiyetle boğulması azmiyle tedbir alındığı muhakkaktır...” diyerek hem vahşice saldıran yapılara arka çıkmakta hem de orada yaşayan ve meşru direniş haklarından öteye bir haklarını kullanmayan Kürt insanına hakaretler üzerine hakaretler yağdırmaktadır. Yukarıda yazılanlar okunarak bugünün Türk basınına bakıldığında acaba bir farkı görmek mümkün mü?

Elbette bunlar yetmemektedir: Vakit Gazetesi 13 Temmuz 1930 günü: "Asiler beş günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişi dahi kurtulamamıştır. Ağrı’da hareket devam ediyor. Dünden beri hareket sahasında kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahvetmiştir. Zeylan deresi yüzlerce cesetle doludur..." diyerek zılgıt atmaktadır.

Dikkate değerdir ki, neredeyse aynı cümleleri bugün de Türk basını işleyip kullanmaktadır. Ve bugün bu insanlık dışı ve düşmanı cümleleri sarf edenler sadece yandaş ve havuz basın olarak bilinen Erdoğan’ın basını değildir. Bu sözleri sarf edenler arasında Aydın Doğan Holding’den sözde bilmem nerenin tarafsız basını olduğunu söyleyenlere kadar yayılan bir Türk Mehmetçik basınından söz ediyoruz.

Yine Cumhuriyet Gazetesi 14 Temmuz 1930 günü: "Hayvanlarla bir damda yatan, hela yapmayı bile bilmeyip de evlerinin üstünü ve kırları gübreliğe çeviren bu iptidai(ilkel) çevreye; ordumuz ayni zamanda medeniyet getirmiştir. İnsanca yaşamayı aşılamıştır."

Tuhaf gelmiyor mu bu sözler? Hem gidip katledeceksin, hem ülkelerini işgal edeceksin hem de onca hakaret edeceksin! Bu basın ya da basıncılığın bilinen ölçülerde hiçbir basın değeri var mıdır? Tarafsızlığı, objektifliği, doğruları söyleme derdi var mıdır? Böyle bir basının neresi basındır?

O zamanınkiler öyledir de ya şimdi Efrîn’e karşı dört cepheden El Kaideci çetelerle birlikte, kol kola saldıran bir devletin-hem de kendi toprakları dışında bulunan bir toprak parçasına-yapılan bu insanlık karşıtı suça Türk basını nasıl yaklaşıyor? Tam faşizan bir zihniyetle Kürtlere saldıran, hakaret eden böylesine haberlere, manşetlere ne kadar basın demek ya da ne kadar basıncı demek gerekiyor?

O yıllara son bir örnek olarak ırkçılığın ve faşizan düşüncelerin derinliğini göstermek için 16 Temmuz 1930 günü Cumhuriyet Gazetesi’nin yazdıklarına bakmaktan fayda vardır:
"Ağrı dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardır. Zilan deresi ağzına kadar ceset dolmuştur... Bu hafta içinde Ağrı dağı tenkil harekâtına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı tasavvur edilemez."
20 Ocak 2018 günü 72 savaş uçağıyla, hem de en modern teknikle donatılmış olanlarıyla, Efrîn’e kıyım götüren bir rejim söz konusuyken, acaba Türk basını nasıl bir sınav vermiştir? Nasıl bir dil takınmıştır? Hangi haberleri işlemiştir? Kanın az akması için mi haber yapmıştır, yoksa adeta o uçakların bir pilotu olma hevesiyle mi kalemini kullanmıştır, fotoğrafını çekmiştir, görüntüsünü mü almıştır?

Ya da her gün ekran ekran sözde bir basıncı olarak televizyonları dolaşırken, kanın akmasının propagandasını yaparken, uçakların nasıl insan vücutlarını parçaladığı anlatarak aynen Erdoğan gibi dil takınmasına ne demeli? Böyle bir basına ve basıncılığa ne demeli?

Efrîn’e saldırıyı yürütenler açıktan:

"- Kürt koridoruna izin vermeyeceğiz.

- Sınırımızda bir Kürt yapılanmasını kabul edemeyiz.

- Kürt devletine geçit yok.

- Kürtlerin tepesine indik.

- Kürt kantonları olayı bitmiştir" diye açıktan bağırıp çağırırken, Efrîn’e saldırının Kürtlere değil sadece teröristlere karşı bir hareket olduğunu hep adeta temcit pilavı gibi pişirip pişirip basının yazılı, görsel, işitseline servis edilmesine ne demeli?

Biz 100 yıl önce Kürtlere karşı tam birer katil olarak çalışan Türk basınına dönük birkaç örnek verdik. Ancak aynı katil basınını bizler 1980’lerden başlayarak bugüne kadar izlediği dili de görmüştük. Özelde de 1990’larda tam faşistleşen Mehmetçik basını ve basıncılığı tüm yönleriyle görmüştük.

Ancak çok tuhaftır ki aynı basın 1990’larda işlediği insanlık dışı suçlarını ve onursuzca duruşunu 2000’lerin ortalarında af ettirme yoluna gitmişti. Nasıl kandırıldıklarını, nasıl gerçekleri görmediklerini, nasıl aldatıldıklarını derken ne kadar gerekçe varsa hepsini sıralayarak kemiksiz ve omurgasız duruşlarına kılıf aramaya çalıştıklarını da görmüştük.

Ne yazık ki, aynı duruşu yukarıda ifade ettiğimiz gibi bugün de daha kötü bir tarzda hem de daha yaygın bir şekilde görüyoruz.

Türk basınının gerçek yüzü bu olsa da halen, bağımsız, özgür, tarafsız, objektif basıncı olduklarını söylemeleri, söylemeye çalışmaları dünyanın en ahlaksız ve onursuz davranışından öteye bir şeyi ifade etmemektedir. Uzağa gitmeye gerek yoktur. Birkaç gün önce basın patronlarını çağırıp da yeniden bu Türk basınına format atan Binali Yıldırım ismindeki kişinin sözde tarafsız ve özgür olması gereken basın camiasına söyledikleri ortadadır:

“Haber ve yorumlarda Efrîn harekatının tamamen terör örgütlerine yönelik olduğu ve terör örgütlerini etkisiz hale getirmeyi amaçlayıp, sivil halkı korunduğunun ön plana çıkartılması...

Uluslararası haber kaynaklarının Türkiye aleyhine yapacağı haberleri yansıtırken, Türkiye’nin milli çıkarlarının gözetilmesi...

Sivillere zarar verilmemesi konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin gösterdiği hassasiyetin hatırlatılması...

Yurt içinde PKK ve uzantılı siyasi oluşumların Efrîn operasyonuna karşı düzenleyeceği eylemler ve açıklamaların ön plana çıkartılmaması...

Bilgisi ve tecrübesi olan insanlardan görüş alınabilir. Türkiye’ye karşı olumsuz algı yaratacak kişilerden görüş alınmaması...

Yabancı haber kaynaklarının, özellikle PKK, PYD, YPG, IŞİD kaynakları üzerinden Türkiye aleyhine yapacağı haberler konusunda dikkatli olunması...”

Hani, bağımsız ve özgür Türk basını?

Ya da tersinden soralım Mehmetçik Türk basını Binali Yıldırım’ın söylediklerine harfiyen uyarak, dünyada bilinen basıncılıkla hiçbir bağının bulunmadığını, bizatihi günlük olarak yaptıkları faşizan haberlerle göstermiş olmuyorlar mı?

Ya da yarın bu faşizm yıkıldığında bugün karşımıza birer Mehmetçik basıncı olarak çıkan sözde basıncılar, ne yapacaklardır?