Türk devletinin cezaevleri politikası: 437 cezaevi 260 bin tutsak

Kürdistan ve Türkiye'de 384 mevcut cezaevine ek olarak 53 yeni cezaevi inşa edilirken, bin 500'ü hasta olmak üzere tutuklu ve hükümlülerin sayıları 260 bini bulmuş durumda.

Türk devletinin cezaevleri politikası gün geçtikçe daha ağır hak ihlallerine neden olurken, toplumsal ve siyasal bir sorun olarak da ortada duruyor. Özellikle siyasi tutsaklar bakımından, Kürdistan ve Türkiye'deki cezaevlerinin her biri, işkencehanelerden farklı bir anlam ifade etmemektedir. İktidara gelen tüm hükümetler bu soruna çözüm getirmek şurada kalsın, sorunu daha fazla derinleştirmenin yol ve yöntemlerini izlediler. AKP hükümetleri döneminde bu yöntemler gittikçe "zenginleşti."

Çıplak arama, yoğun disiplin cezaları, sürgün, işkence, kötü muamele, tecrit, görüşçülere yönelik onur kırıcı dayatmalar ve benzeri uygulamalar, AKP'nin cezaevlerine dönük politikalarının en belirgin sindirme ve bezdirme yöntemleridir.

53 YENİ CEZAEVİ

Birçok devlet kendi halkının yaşam koşullarını daha kaliteli bir hale getirmek için yollar ararken Türk devleti, insanlara yeni cezaevleri vaat ediyor. İki milyon 269 bin 924 metrekare büyüklüğünde 18 cezaevinin projesi tamamlanmış durumda. Adalet Bakanlığı'nın 2018 yılı planlamasına göre toplam yüzölçümü dört milyon 115 bin 558 metrekare olan 53 yeni cezaevi yapılacak.

Böylelikle 291 kapalı ceza infaz kurumu, 70 müstakil açık ceza infaz kurumu, 3 çocuk eğitimevi, 8 kadın kapalı, 5 kadın açık, 7 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 384 cezaevine 53 cezaevi daha eklenmiş olacak.

TECRİT KONSEPTLİ CEZAEVLERİ İNŞA EDİLİYOR

İnşa edilen bu yeni cezaevleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat Uluslararası Komplo ile tutuklanarak İmralı Adası Cezaevi’ne getirilmesiyle başlayan tecrit politikasına uygun inşa edildiği dikkatlerden kaçmıyor. Hemen hemen her gün konuyla ilgili ihaleler yapılıyor. E tipi, L tipi, F tipi, güvenlikli, yüksek güvenlikli cezaevlerinin inşaları artarak sürüyor. Cezaevlerine ad vermek için alfabedeki harfleri süratle tüketen bir ceza infaz sisteminden bahsetmek mümkün.

Avrupa Konseyi ile Lozan Üniversitesi tarafından ortaklaşa hazırlanan ve 2016 yılında Avrupa cezaevlerinin durumunu gösteren istatistiklere göre ise 2016 yılında cezaevi nüfusu en çok artan ülkeler sırasıyla Bulgaristan (yüzde 10,8), Türkiye (yüzde 9,5), Çekya (yüzde 7,6), Sırbistan (yüzde 6,6) ve Danimarka'dır (yüzde 5,5). Kampüs biçiminde inşa edilen bu cezaevleri, hastane ve duruşma salonları gibi tutsakların cezaevi dışında görülen işlemleri artık cezaevi alanı dışına çıkılmadan görülecektir. Bu da tecrit uygulamasının giderek genelleştirildiğini gösteriyor.

GİDEREK ARTAN TUTSAK SAYISI

AKP’nin iktidara gelmesiyle 260 bini bulan tutsak sayısı, yeni açılan veya açılacak olan kampüslerle 800 bini bulacağı öngörülüyor. Bu da Kürdistan ve Türkiye nüfusu baz aldığında her 100 kişiden birinin tutuklu olacağı anlamına geliyor. AKP'nin iktidara geldiği 31 Aralık 2002 tarihi itibariyle toplam 59 bin 429 kişi cezaevinde tutukluyken, geçen 16 yılda tutuklu sayısı en az dört kat artmıştır. 15 Mayıs 2018 tarihi itibariyle hapishanelerde bulunan 246 bin 416 tutsağın 66 bin 902’si tutuklu, 28 bin 488’i hüküm özlü ve 151 bin 26’sı ise hükümlüdür.

Tutsak sayısında yaşanan yüzde 315’lik artışla cezaevleri tarihinin en yüksek tutsak sayısına ulaşılmış bulunuyor. Fakat son olarak Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) yayımladığı raporda, 2005-2015 yılları arasında tutsak sayısının 55 binden 176 bine çıktığı ve bu sayının bugün ise 260 bini aştığını kaydedildi.

CEZAEVLERİNDE 402'Sİ AĞIR OLMAK ÜZERE BİN 500 TUTSAK BULUNUYOR

Yine bin 500'ün üzerinde hasta tutsağın 402'si ağır durumdadır. Türk devletinin hasta tutsaklara yönelik politikası da en son Koçer Özdal ve Celal Şeker örneğinde görülmüştü. Söz konusu bu tutsakların birden fazla ağır hastalığı olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından "Hastaneye gidiş gelişlerinde bir engel gözlenmemiştir. Cezaevinde kalabilirler" raporu verilerek ölüme terk edildiler. Nitekim her iki tutsak da yaşamlarını yitirdi.

AKP'nin iktidara gelmesiyle ağırlaşan cezaevlerindeki yaşama ilişkin ANF'ye konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şube Başkanı Avukat Abdullah Zeytun, hasta tutsakların durumlarına, sürgünler sırasında yaşanan hak ihlallerine ve sistematik işkencelere ilişkin bilgiler verdi.

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE

Türkiye'de mevcut siyasal ve ekonomik politikalardan kaynaklı hem politik hem de sosyal eşitsizliğin neden olduğu adli ve siyasi tutuklamaların çok fazla yaşandığı bir ceza infaz sisteminin bulunduğunu belirten Av. Zeytun, şunları kaydetti: "Kuşkusuz öteden beri siyasi mahpuslar başta olmak üzere çok fazla sistematik ihlalin gerçekleştiği cezaevi olgusu mevcut. Halen de bu ihlaller devam etmektedir.

Hemen hemen her cezaevinde işkence ve kötü muamelenin farklı türleriyle karşılaşmaktayız. Ayakta sayım dayatması, disiplin soruşturmaları nedeniyle hücre cezaları, görüş yasağı, sağlık hizmetine erişim hakkından mahrum bırakılması ve sürgünlere maruz bırakıldıklarını görmekteyiz. Türkiye'deki mevcut siyasi atmosfer en çok da tutuklu ve hükümlülerde kendini gösteriyor. Politik mahpuslara özel bir yönelimin Elazığ, Tarsus ve Patnos cezaevleri başta olmak üzere birçok cezaevinde görüyoruz."

GARDİYANLARIN İŞKENCELERİ

İşkence ve kötü muamelenin yaşandığı cezaevlerine ilişkin hazırladıkları raporlara da değinen Av. Zeytun, "Örneğin Elazığ cezaevinde, idarenin herhangi bir uygulamasına karşı çıkan bir tutsak, öncelikle disiplin soruşturmasına tabi tutuluyor. Bu soruşturmadan sonra da infaz kurumunu eleştiren tutsak, gardiyanlar tarafından işkenceye uğrayabiliyor.

Biz bunları Elazığ 2 Nolu'da mahpuslardan aldığımız başvurulardan ve kendi gözlemlerimizden tespit edebildik. Yine kötü muameleye örnek olarak, hasta tutsakların hastaneye götürülürken kelepçe dayatmasına maruz kalmalarından veya görüşe giden ailelere çıplak arama dayatmasından söz edebiliriz. Bunlara dönük denetleyici misyonumuz her cezaevinde engellenmektedir" diye konuştu.

GÖRÜŞÇÜLERE YÖNELİK İŞKENCE

Türkiye'de tutsakların yanı sıra ailelerinin de sürgün politikasıyla cezalandırıldıklarını ifade eden Av. Zeytun, konuşmasını şu sözlere sürdürdü: "Şu an Kürt illerinde yaşayan binlerce ailenin Türkiye'nin batısında ve Karadeniz'de çocukları bulunmakta. Aylar sonra çocuklarını görebiliyorlar. Oralara gidip yakınlarını gördükten sonra gelip bize başvuru yaptıklarında maruz kaldıkları kötü muamelerin her defasında tekrarlandığını görüyoruz.

Örneğin, bir saatlik görüşün yarısı gardiyanların aramalarıyla geçiyor. Geriye kalan 30 dakika ise gardiyanların gözetiminde geçiyor. Gardiyanlar ailelerin bu özel görüşmelerine katılarak, engelleyebiliyor. Yine mahpusa işkence ve kötü muamelenin boyutlarının ağır olduğu durumlarda aileler buna itiraz edince aynı işkence ve tehditlere maruz kaldıklarını bize yaptıkları başvurularda anlatıyorlar. Tüm bunlar hem mahpuslar hem de aileleri için bir yıldırma ve baskı aracı olarak kullanılmaktadır."

ÇOK SAYIDA HASTA TUTSAK YAŞAMINI YİTİRDİ

"Tespit ettiğimiz kadarıyla cezaevlerinde 402'ye yakını ağır olmak üzere bin 500 hasta tutsağın olduğunu biliyoruz" diyen Av. Zeytun, şunları vurguladı: "Tabi biz rakamların bu sayıların çok daha üstünde olduğunu düşünüyoruz. Türkiye'de hasta tutsaklara yönelik hem Ceza İnfaz Kanunu'nun hem de Adli Tıp Kurumu'nun yapısından kaynaklı başta Koçer Özdal ve Celal Şeker olmak üzere çok sayıda hasta mahpus yaşamını yitirdi.

Bu hasta mahpuslara ilişkin defalarca Ceza İnfaz Kanunu'nun 16. Maddesine binaen tahliye veya hasta koşullarında tedavi edilme başvurularımız hem ilgili yargı mercinin hem de ATK'nin 'Cezaevinde kalabilir' raporları doğrultusunda sürekli reddedildi. Böylelikle hasta mahpuslar hep ölüme terk edildi. Kuşkusuz biz bunu bir cinayet olarak ele alıyoruz."

CEZAEVİ KOŞULLARI

Darbe ürünü olan 82 Anayasası'nın bile 17'inci maddesinde kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunmasının yaşam hakkı bağlamında ilgili devlete yükümlülük ve sorumluluk yüklediğini söyleyen Av. Zeytun, "Bu kuşkusuz Ceza İnfaz Kurumları'nda daha fazla dikkate alınması gereken bir kuraldır. Ancak bu hususa ilişkin yaşam hakkının korunmasına dönük ilgili kurumun ve yargının kayıtsızlığı bir bütünen değerlendirildiğinde buna yönelik tüm başvurular devlet politikasının o yıllardaki stratejisine bağlıdır.

Şu an uzun yıllardır özellikle siyasi mahpuslara dönük strateji tümüyle bir cezalandırma pratiğinden ibarettir. Dolayısıyla hasta mahpusun hasta oluşu ve kaldığı koşullar dikkate alındığında bu kendisi için bir işkence olmuş oluyor. 10 kişinin kalabileceği koğuşlarda 20 kişiden fazla mahpus kalmakta. Cezaevinin hijyenik olmamasından kaynaklı hasta mahpusların durumları daha fazla ağırlaşıyor. Bu konuyla ilgili tüm adli makamlara yaptığımız başvurular maalesef cevapsız kalmakta" ifadelerini kullandı.

SÜRGÜNLER...

Sürgünler sırasında yaşanan işkence ve hak ihlalleri hakkında da konuşan Av. Zeytun, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Bu sürgünlerin nedeni politiktir. Mahpuslar, cezaevi idaresinin kendilerine uyguladığı hak ihlallerine karşı gösterdikleri reflekslerden dolayı sürgün ediliyorlar.

Bu sevklerin yapıldığı araçların havasız olması bile kötü muamelenin kendisidir. Yine sevklerin yapıldığı esnada çıplak arama dayatması yapılıyor. Tüm bu uygulamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 3'üncü Maddesi'nde belirtilen 'kötü muamele yasağı'nın ihlalidir."