Türk devleti CS bombalarını ne yaptı?

OPCW, Türk ordusunun “MKE MOD 251” koduyla 90’lardan 2010’a kadar yasaklı olan 120 mm kalibrelik CS bombalarına sahip olmasına sessiz kaldı. Türk devletinin itiraf ettiği bombalarının akıbeti ise bilinmiyor.

Türk Büyükelçi Uğur Doğan, 25 Şubat 2011’de CS bombalarını 1996’da ürettiklerini itiraf etti. Sadece bin adet ürettiklerini iddia eden Doğan “150’sini test amaçlı kullandık, 850’sini de imha ettik” dedi. OPCW, bu itiraf karşısında hiçbir mekanizmasını harekete geçirip Türkiye’de inceleme yapma gereği duymadı. Dr. Michael Crowley, 2013-2018 yılları arasında hazırladığı bütün raporlarda; Türkiye’nin “bu silahları imha ettik” açıklamasının ardından bir inceleme başlatılmamasını eleştirerek, OPCW’e görevlerini hatırlattı, ancak bu çağrıları işe yaramadı.

Dünya çapında 189 ülkenin üye olduğu Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), kimyasal adı “2-chlorobenzalmalononitrile” olan CS bombalarının askeri amaçlarla üretilmesini yasaklıyor. Sadece toplumsal olaylarda çok düşük oranda kullanılmasına izin verilen CS bombaları, mağara ve tünel gibi kapalı alanlarda ölümcül sonuçlara yol açabiliyor. İnsan üzerinde yanma, öksürme, bunaltı ve kusma gibi etkiler bırakan bu kimyasal bomba, havasız bir ortamda kullanıldığında nefessiz bırakıp öldürebiliyor. Kimyasal Silahları Yasaklama Anlaşması’nın 1. Maddesi’nin 1. fıkrası, 2. Maddesi’nin 1. fıkrası ve 2. Maddesi’nin 9. fıkrasına göre üretilmesi, stoklanması ve kullanılması yasak olan CS bombaları, 1990’lı yıllardan bu yana Türk ordusunun envanterinde önemli bir yer tuttu. Türk devletinin 10 Nisan 1997’de Resmi Gazete’de yayımlanan kanun değişikliğiyle taraf olduğunu ilan ettiği söz konusu bu maddeler şu şekilde:

1. MADDENİN 1. FIKRASI: Bu Sözleşmeye taraf olan devletlerden her biri, hangi koşullar altında olursa olsun, hiçbir zaman: (a) Kimyasal silah geliştirmemeyi, üretmemeyi, bir başka şekilde elde etmemeyi, stoklamayı ve elde tutmamayı, veya doğrudan doğruya veya dolaylı yoldan bir başkasına kimyasal silah devretmemeyi; (b) Kimyasal silah kullanmamayı; (c) Kimyasal silah kullanımı amacıyla herhangi bir askeri hazırlık içinde yer almamayı; (d) Hiç kimseye, bu Sözleşme çerçevesinde bir Taraf Devlete yasaklanmış bulunan herhangi bir faaliyetle iştigal etmekte yardımcı olmamayı, bu yönde cesaret vermemeyi veya teşvik etmemeyi taahhüt eder.

2. MADDESİNİN 1. FIKRASI: 1. Bu Sözleşmenin amaçlanan çerçevesinde: "Kimyasal Silahlar" deyimi, bir arada veya ayrı ayrı, aşağıdaki anlamda kullanılacaktır: (a) Bu Sözleşmeyle yasaklanmayan amaçlarla kullanıldıkları ve cins ve miktarların bu amaçlarla tutarlı olduğu durumlar hariç olmak üzere, zehirli kimyasal maddeler ve bunların hammaddeleri; (b) (a) fıkrasında belirlenen zehirli kimyasal maddelerin, bu fıkrada tanımlanan savaş gereçleri ve aygıtların kullanımı sonucunda ortaya çıkacak olan zehirleyici nitelikleri yoluyla ölüme veya bir başka hasara yol açmak amacıyla özel olarak tasarımı yapılmış savaş gereçleri ve cihazlar. (c) (b) fıkrasında sözü edilen savaş gereçleri ve aygıtlarının kullanımıyla doğrudan doğruya ilişkili bir biçimde kullanılmak üzere özel olarak tasarımı yapılmış olan herhangi bir cihaz.

2. "Zehirli Kimyasal Madde" deyimi aşağıdaki anlamda kullanılacaktır: Yaşam süreçleri üzerindeki kimyasal etkisi yoluyla, insanlarda veya hayvanlarda ölüme, geçici sakatlığa veya daimi hasara neden olabilecek herhangi bir kimyasal madde. Zehirli kimyasal madde deyimi, kökenine veya üretim biçimine ve tesislerde, savaş gereçlerinde veya bir başka yerde üretilmelerine bağlı kalmaksızın, bu tür bütün kimyasal maddeleri içermektedir. (Bu Sözleşmenin uygulanması amacıyla, doğrulama önlemlerinin uygulanması için tanımlanan zehirli kimyasal maddeler, Kimyasal Maddelerle İlgili Ek'in içerdiği listelerde sıralanmıştır.)

2. MADDE’NİN 9. FIKRASI: "Bu Sözleşmeyle Yasaklanmamış Amaçlar" deyimi aşağıdaki anlamda kullanılacaktır : (a) Sanayi, tarımsal, araştırmayla ilgili, tıbbi, farmasötik veya diğer barışçı amaçlara yönelik etkinlikler; (b) Koruyucu amaçlar, yani zehirli kimyasal maddelere karşı korunmayla ve kimyasal silâhlara karşı korunmayla doğrudan doğruya ilişkili olan amaçlar; (c) Kimyasal silahların kullanımıyla ilişkili olmayan ve kimyasal maddelerin zehirleyici özelliklerinin bir savaş yöntemi olarak kullanımına bağlı olmayan askeri amaçlar; (d) İç ayaklanmaların bastırılması da dahil olmak üzere asayişin sağlanmasıyla ilgili amaçlar.”

YILLARCA OPCW’Yİ TAKMADI!

İlk olarak İngiliz savunma dergisi “Jane's Defence Weekly” Kasım 2003’deki sayısında, Türk devleti için askeri araç-gereç üreten Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKEK) 120 mm kalibrelik CS bombaları üretip stokladığı yazıldı. OPCW anlaşmasının üç farklı bendinde askeri/savaş ve iç ayaklanmaların bastırılmasında hiçbir şekilde kimyasal ve zehirli gazların kullanılmayacağını belirtmesine rağmen Türkiye, bu anlaşmayı takmayarak Kürdistan’da yürüttüğü savaşta bu bombaları kullandı.

Sadece bunanla da kalmayan Türk ordusu, 120 mm kalibrelik CS bombaları yerli ve yabancı silah fuarlarında sergilemekten bile kaçınmadı. Ankara’da Eylül 2005’te yapılan Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’nda (IDEF), 2010’da ise Güney Afrika’nın Cape Town kentinde düzenlenen Afrika Havacılık ve Savunma Fuarı’nda (AAD) CS bombaları Türk ordusu tarafından sergilendi.

TÜRKİYE ÜRETTİĞİNİ KABUL ETTİ

Cape Town’daki fuarın ardından İngiltere’deki Bradford Üniversitesi de Türk ordusunun envanterinde kimyasal bombaların olduğunu rapor etti. Aynı üniversitede görevli ve aynı zamanda OPCW’nin bilirkişi uzmanlarından olan Dr. Michael Crowley, 29 Kasım 2010’da OPCW’nin formunda Türkiye’ye çağrıda bulunarak anlaşmalara uymasını istedi. Aynı forumda söz alan Türkiye’nin OPCW’deki temsilcisi Uğur Doğan bu konuda inceleme başlatma sözü vererek şeffaf olacaklarını iddia etti. Türk Büyükelçi Uğur Doğan, 25 Şubat 2011’de ise CS bombalarının OPCW Anlaşması’ndan bir yıl önce 1996’da ürettiklerini itiraf etti. Sadece bin adet ürettiklerini iddia eden Doğan “150’sini test amaçlı kullandık, 850’sini de imha ettik” dedi. Fakat Türk devletinin bu açıklaması karşısında OPCW hiçbir mekanizmasını harekete geçirip Türkiye’de inceleme yapma gereği duymadı. 2010’dan 2018’de kadar OPCW’nin başında Ahmet Üzümcü isimli bir Türk diplomatın bulunması ise dikkat çekti.

ÇAĞRILAR İŞE YARAMADI

OPCW’nin başında bir Türk’ün olduğu dönemde Dr. Michael Crowley, 2013-2018 yılları arasında hazırladığı bütün raporlarda; Türkiye’nin “bu silahları imha ettik” açıklamasının ardından bir inceleme başlatılmamasını eleştirerek, OPCW’e görevlerini hatırlattı, ancak bu çağrıları işe yaramadı.

Dr. Crowley, 2016’daki raporda ise yaşanan savaşların ardından OPCW’nin cezalandırma mekanizmasının olmamasını eleştirerek, ABD ve Türkiye’nin bu konuda “olağan şüpheliler” olduğunu yazdı. İngiliz bilim insanı, Türk devletinin Kürt gerillalara karşı savaşta OPCW’nin anlaşmalarını ihlal ettiğine dair dile getirilen iddiaların araştırılmadığını ve bundan dolayı da bu durumun sıkça tekrarlanmış olabileceğini vurguladı.