Kürt halkının özyönetim direnişini Türk halkına anlatmak için bir ay sürecek bir siyasi çalışma başlatan ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, özyönetim direnişlerinin AKP diktatörlüğü ve Saray darbesine karşı bir direniş olduğunun altını çizdi, "Batı'daki işçi ve emekçiler bu gerçeği görmezlerse ağır bir yenilgi alacaklar" dedi.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Kürt halkının özyönetim direnişini, Batı'daki halklara anlatmak için bir siyasi çalışma başlattı. Kampanya tarzında bir ay sürecek olan çalışmada, neden özyönetim direnişinin Batı'daki işçi ve emekçiler tarafından desteklenmesi gerektiği anlatılacak.
ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy hem kampanya hem de özyönetim direnişine ilişkin ANF'nin sorularına yanıt verdi.
DTK olağanüstü kongresinin ardından özetle "özyönetim deklarasyonu" diyebileceğimiz bir deklarasyon yayınladı. Deklarasyonun hem Kürt halkı hem de Batı'daki Türkiye halkları bakımından verdiği mesaj nedir?
Deklarasyon Kürt halkı bakımından uzun bir zamandır sürmekte olan özyönetim direnişlerinin formüle edilmesi oldu. Batı açısından ise doğrudan demokrasinin ileri bir örneği olması itibariyle demokrasinin geliştirilmesi söz konusu olduğunda yürünebilecek olan yola işaret ediyor.
Bu deklarasyonun, Batı açısından pratik politikadaki karşılığı nedir?
Birincisi; Batı'daki işçi ve emekçiler Kürt halkının kendi kendini yönetme biçimine ve ilan ettikleri iradeye saygı duymak durumunda. Aynı zamanda özyönetim direnişleri ile Batı'daki demokrasi mücadelesinin de savunulduğunu görmek zorundalar. Cizre, Silopi, Dargeçit ya da Sur'da yürütülen direnişler aynı zamanda Batı'daki herhangi bir işçinin, kadının demokratik bir ortamda yaşaması için de yürütülen bir mücadele. Batı'daki işçiler ve emekçiler, Kürdistan'daki özyönetim direnişlerinin AKP diktatörlüğüne ve Saray darbesine karşı mücadele olduğunu görmezlerse, ağır bir yenilgi içine düşerler.
Özyönetim direnişi aylardır devam ediyor. Geride kalan sürece baktığımızda Batı bahsettiğiniz bu gerçeği görebildi mi?
Batı'nın bu gerçeği yer yer gördüğünü ve görmesine bağlı olarak da harekete geçtiğini söylemek gerekir. Suruç katliamının ardından Batı'nın bu gerçeği önemli oranda gördüğünü söyleyebilirim. Batı, Suruç katliamında Kobane'de kütüphane yapmak ya da çocuklara oyuncak götürmek isteyen gençlerin dahi AKP diktatörlüğünün hedefi haline geldiğini gördü. 10 Ekim'de barış için sokağa çıkan işçiler ve emekçiler barış mücadelesini canları ile ödediğinde, Ankara'nın göbeğinde katledildiklerinde sağ kalanlar, yaralı kurtulanlar bu gerçeği net olarak gördü. Fakat, böylesine çarpıcı ve uç örneklerde her ne kadar bazı gerçeklerin farkına varıp harekete geçse de, nihayetinde ortak mücadeleyi büyütmek, Kürdistan'da yürütülen katliamlara karşı güçlü bir tutum ortaya koymak ve bu ortaya koyduğu tutumla AKP diktatörlüğünü siyaseten sıkıştırmak, onun politik alanını daraltmak konusunda yeterli emeği ortaya koymuyor, koyamıyor.
Batı, yakın tarihte Haziran ayaklanması yaşadı. 7-8 Ekim Kobanê serhildanı günlerinde de kitlesel eylemler örgütlendi. Ancak Batı'nın sürecin yüklediği sorumlulukları yerine getirmediği görülüyor. Neden böyle?
Bir istikrar sorunu var. Gezi'nin hemen ardından Medeni Yıldırım katledildiğinde Kadıköy'den bugün de öne çıkartılması gereken 'Diren Lice, Kadıköy seninle' sesi yükseltilmişti. Bu pozitif anlamda bir kırılmayı ifade ediyordu. Batı'daki işçi ve emekçilerin şovenizmin en ağır hareketsiz kılıcı etkisinden kurtuluşunu gösteriyordu. Gezi isyanıyla birlikte bu konuda ciddi bir aydınlanma yaşanmıştı. Gezi'de sokağa çıkan binlerce insan devletin şiddetini gördüğünde, 'İstanbul'da bize bunu yapanlar, Kürt halkına kim bilir neler yapıyordur' demişlerdi. Bu ciddi bir aydınlanmayı ifade ediyordu. O süreçten sonra aslında birleşik mücadele konusunda önemli adımlar da atıldı. Fakat bu konuda istikrar yakalanamadı. Birleşik hareket yer yer bir ivme kazanıyor, bir mücadele yoldaşlığına dönüşüyor. Ama belirli anlardan sonra tekrar bir inişe geçiyor. 7 Haziran öncesinde ve sonrasında oluşan atmosferleri de böyle tarif edebiliriz. 7 Haziran'da halkların bir arada, eşit özgür, barış içinde kardeşçe yaşama mücadelesi söz konusu olduğunda ciddi bir yol kat etmiştik. Bunun sonucu olarak da HDP önemli bir etkinlik ve yaygınlık kazanmıştı. 7 Haziran'ın ardından tırmandırılan savaşla birlikte yeniden düşüşe geçildiğini, kitlelerin de geriye çekildiğini gördük. 7 Haziran'da yakalanan ortak mücadele düzeyi, HDP binalarına saldırı gerçekleştiğinde, linçler örgütlendiğinde, Kürdistan'da özyönetim direnişleri ve özyönetim direnişlerinin ardından katliamlar gerçekleştiğinde somut bir sese dönüşmedi.
Özyönetim direnişlerine ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Kürt halkının hem kendi kendini yönetme biçimi olarak özyönetim ilanını selamlıyoruz. Kürt halkı, kendi kendisini nasıl yöneteceğine elbette ki kendisi karar verir. Özyönetim ilanını da bu biçimlerden biri olarak görüyoruz. Ayrıca demokrasinin ileri bir modeli olarak değerlendiriyoruz. DTK kongresinde özyönetimin bir deklarasyon olarak ifade edilişi, Kürt halkının kendi kendini nasıl yöneteceği konusunda değil aynı zamanda Türkiye'deki bütün işçi ve emekçilere de demokrasi mücadelesinde nasıl bir yoldan yürüneceği konusunda bazı ipuçları sunuyor. Eğer Batı'daki işçiler, emekçiler bunu görebilirlerse ya da biz sosyalist devrimci partiler bunu Batı'daki kitlelere iyi bir şekilde anlatabilirsek, demokrasi mücadelesinin genel olarak yürütülmesinde bu deklarasyon önemli bir rol oynayacaktır.
'HENDEKLERİN ARKASINDAYIZ'
Sol, sosyalist partiler arasında "Özyönetimi destekliyoruz ama hendekler" diyen bir kesim de var. Siz hendeklerin neresindesiniz?
Sosyalist yurtseverler olarak özyönetim direnişlerinin içinde yer aldık. Bu direnişleri kendi gücümüz oranında büyütmeyi bir sorumluluk olarak gördük. Kürdistan'da bulunduğumuz her yerde mutlaka ama mutlaka direnişin içinde yer alarak o mücadeleyi büyütmeyi esas aldık. Elbette mücadeleyi geliştirme ayağındayız. Kürdistan'da zulüm bu boyutlara ulaşmışsa, buna karşı hendek de dahil her türlü öz savunma biçimi haktır, meşrudur. Sonuna kadar da savunuyoruz. Devletin hendekler konusunda düşmanca bir tutum alması anlaşılır. Ancak dost görünen kuvvetlerin, bir yandan katliamları lanetlerken öte yandan da 'ama hendekler' diye söze başlamalarını da samimiyetten yoksun bir tutum olarak görüyoruz. Bu katliamları hakikaten lanetliyorsanız, Kürdistan'daki soykırımcı yaklaşımlara gerçekten bir tepki gösteriyorsanız, o zaman bütün bu katliamlara, zorbalıklara karşı bir halkın kendini savunma yöntemlerinden birini de doğal ve meşru görmek zorundasınız. Doğal ve meşru görmüyorsunuz, gerçekte bu katliamcılığa, zorbalığa karşı teslimiyet politikası öneriyorsunuz, demektir.
Batı açısından tutumunuz, Kürt halkının özyönetim direnişinin desteklenmesiyle mi sınırlı yoksa özyönetimleri Batı'da inşa etmek de istiyor musunuz?
Elbette ki doğrudan demokrasiyi savunduk, savunuyoruz. Kürdistan'da bir özyönetim ilan edilmese de doğrudan demokrasinin, genel olarak demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin gelişmesinde önemli bir basamak olduğunu düşünüyorum. Evet, Kürt halkının kendi kaderini tayin biçimlerinden biri. Kendi kendisini nasıl yöneteceğine karar vermesine Batı'dan mutlaka destek gelmeli. Batı'daki işçiler ve emekçiler bu iradeyi mutlaka tanımalı, saygı duymalı. Bir yanı budur. Ama aynı zamanda tıpkı Kürt halkının olduğu gibi, işçilerin, emekçilerin, kendi kendini yönetmeleri, kendi gelecekleri hakkında söz söylemesi, kendi demokratik talepleri bakımından özyönetim, bugün olabilecek en ileri modeldir. Dolayısıyla işçiler, emekçiler bir yandan Kürt halkının kendini kendini yönetme biçimlerinden biri olan özyönetim iradesini tanırken, diğer yandan da bunu kendi yaşamlarında var etmeyi temel almalılar. Örneğin, bir fabrikadaki işçilerin, üniversite bileşenlerinin kendi kendini yönetmesi ya da bir mahalle halkının mahallenin geleceğine dair karar vermesi olabilecek en ileri demokrasi biçimlerinden biri.
Partiniz bir kampanya yürüteceğini açıkladı. Batı'da halkları aydınlatma çalışması da yapacağınızı biliyoruz. Kampanyanın temel ekseni ne olacak?
Kampanyanın 'Katliamlara dur' diyen yanı öne çıkacak. Bu kampanyayı DTK kongresi öncesinde belirlemiştik. Aynı şekilde Kürdistan'daki katliamlara, OHAL uygulamasına, polis-özel tim terörüne karşı olacağı kadar, Dolmabahçe mutabakatı düzeyinden yeniden Sayın Öcalan'la görüşmenin gerçekleştirilmesi gerektiği, Rojava devrimine karşı AKP diktatörlüğünün düşmanca tutumundan vazgeçmesi gerektiği anlatılacak, özyönetim konusunda Batı'da bir aydınlatma çalışması ve mümkünse fiili bazı girişimlerin hayata geçmesi konusunda bir çalışma olacak. Bildiri, afiş, duvar gazetesi, radyo/tv programı, panel/söyleşi gibi araçların yanı sıra özellikle sokak ayağını öne çıkarmaya çalışacağız.