Kürdistan’daki devlet ablukasına karşı bir günlük grev yapan sağlık emekçileri 31 Aralık’ta Türkiye’nin dört bir yanından yaşamı savunmak için kuşatılan il ve ilçelere gitmeye hazırlanıyorlar. Bu sağlık emekçilerinden biri de Gezi direnişi doktorlarından İncilay Erdoğan. Yaşanan gelişmeleri ANF’ye değerlendiren Erdoğan, bir hastanenin acil servisinin kapısında eğer tank bekliyorsa, çatısına da keskin nişancı yerleştiriliyorsa orasının bir hastane değil karargah olduğunu vurguladı. Yaşanan katliamlara karşı Türkiye’nin batısındaki sessizliği de eleştiren Erdoğan, “Biz aslında sessizliğimizle yavaş yavaş ölen tarafız” dedi. Erdoğan, “Ya sessiz kalıp ahlaken IŞİD’leşeceğiz ya da yaşamdan yana tavır koyup Kobanêleşeceğiz” uyarısında bulundu.
‘HENDEK SALDIRIYA KARŞI YAŞAM REFLEKSİDİR’
Kürdistan’da büyük bir abluka ve saldırı var. Siz tüm bu yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında bu saldırılar 7 Haziran seçimlerinden sonra yoğunlaştı. 7 Haziran’da insanlar demokratik haklarını kullanarak seçimlerde HDP’yi yüzde 13 oyla meclise taşıdı. Bu sonuçlardan sonra demokratik siyaset ve çözümlerden devlet aklının ne anladığı ortaya çıktı. Adım adım savaş ve şiddet dönemine gidildiği konusunda önce Suruç sonra Ankara katliamlarıyla sinyaller verildi. 1 Kasım’da halka tekrar dayatılan seçimlerle AKP tekrar iktidara gelince bu kez Bölgede yüzde 90 iradesini HDP yönünde kullanan il ve ilçelere dönük inanılmaz bir devlet kuşatması başlatıldı. İnsanlar mağdur edildi, mahallelerinde sokağa çıkamaz oldu. Bu saldırılar karşısında da Kürt halkı “Bu yurdun sahibiyiz, kendi fikirlerimizi beyan ettik ve arkasındayız” diyerek kendi iradeleri ve özgürlükleri için hendekler kazdı.
O hendeklerin arkasında insanların kendini savunması meselesi var. Sen oraya topunla, tankınla girersen, o da hendeği kazacak. Bir taraftan saldırı geldi mi yaşamak için kendinizi korursunuz. Aslında bu bir yaşam refleksidir. İki haftada gelinen noktada artık yaşananlar bir sokağa çıkma yasağını da geçti, tamamen bir kuşatma ve topyekun savaş halini aldı. Eğer bir şehre tankla topla saldırıyorsanız, bir temizlikten söz ediyorsanız o zaman bunun arkasında bir soykırım girişimi var demektir.
HASTANELER KARARGAHA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ
Siz bir hekimsiniz. Kürdistan’da abluka altında tutulan mahallelerde yaralı insanlar hastaneye kaldırılamazken, katledilen insanların cenazeleri günlerce bekletiliyor, bebekler, çocuklar öldürülüyor. Bölgede çalışan sağlık emekçileriyle konuşabiliyor musunuz? Bu konuda size neler aktarıyorlar?
Evet, sözün bittiği noktadayız. Aylardır Bölgede insanlar tam bir işgal psikolojisi yaşıyor. Kuşatılmış bölgelerdeki sağlıkçı arkadaşlarımız bize hep işlerini yapamaz halde olduklarını aktarıyorlar. Sağlık alanı dahi tehdit altında. Sağlıkçı arkadaşlarımızın güvenliği yok, sağlık merkezlerine gitme olanakları yok, tamamen tehdit altındalar. Okullar gibi hastaneler de askerler ve özel timler tarafından işgal edilmiş durumda. Bir hastanenin acil servisinin kapısında eğer tank bekliyorsa, çatısına da keskin nişancı yerleştiriliyorsa, hastane içerisinde bir masada tıbbi malzemelerin duracağı yerde silah duruyorsa orası artık bir hastane değil, bir karargahtır. Sağlık alanı uluslararası sözleşmelerde de altı çizildiği gibi bağımsız durmak durumundadır. Bugün sağlık alanının bağımsızlığını bozanlar oraya tank, silah yerleştirenlerdir. Tank, top yerleştirildiği için yaralı insanların tedavi olamadığı, insanların kalp krizi geçirmiş yakınlarını ulaştıramadığı, gidenin ise darp edilip, gözaltına alındığı bir yere hastane demek mümkün mü? Mümkün değil.
GEZİ’DEKİ BARİKAT İLE SUR’DAKİ HENDEK ARASINDA FARK YOK
Gezi parkı direnişinde siz yaralanan insanları tedavi eden gönüllü sağlıkçılardan biriydiniz. O dönem Fırat’ın doğusu ve batısı arasında nihayet bir köprü kurulduğu çokça söyleniyordu. Ancak bu son yaşananlara karşı batıdaki sessizlik bu köprünün aslında sanal olduğu izlenimini uyandırdı. Siz bu sessizliği nasıl yorumluyorsunuz?
Gezi’deki bir halk isyanıydı. O anlamda bugün hendeklerin arkasında olan gençler de Gezi’deki gençlerden farklı bir şey söylemiyorlar. Gezi’nin barikatı ve Cizre ile Sur’da kazılan hendek arasında bir fark yok. Gezi’deki de kimliğine, bedenine, emeğine, yaşam biçimine, doğasına, tarihine dokundurtmayacağını söyleyerek o barikatı kurdu. Bölgede de aynı söylemle hendekler kuruldu. Gezi çok heterojen, çok fazla bileşenin bulunduğu bir popülasyondu. Peki bu sessizlik ne? Gezi’nin bir kısmı hendeğin arkasında ne söylediğinin ya farkında değil, ya da görmek istemiyor. Çünkü 90 yıldır algılar yönetilmiş, eğer Kürt ilinde bir şey varsa terörize edilmiş bir akıl, bir algı var ortada. Bir mesafe koyuluyor ve meseleyi insani taraftan tutmaktan çok yaratılan algıya göre bakıyorlar. Ancak Gezi’nin bir kısmında ise yaşananları anlasa da çaresizlik var. İnsanlar içine kapandıkça çaresizlik hissediyor. Çok ciddi anlamda bir çıkış yolu bulamama durumu var. Çünkü bu kadar şiddete ve zalimane bir soykırıma karşı bu tarafın refleksi yok.
BİZ SESSİZLİĞİMİZLE ASLINDA YAVAŞ YAVAŞ ÖLEN TARAFIZ
-Bu normal mi?
Hayır, bu normal değil. Burada göz ardı edilen çok tehlikeli bir nokta var. O da bugün Kürt illerinde gençler, kadınlar, çocukların hendeklerin arkasında nefes buldukları anda yüzlerinde beliren gülümseme ve yaşama bağlılık, batı tarafında yok şu anda. Batıda bunu anlayabilen duyarlı insanların yüzünde o gülümsemeyi göremezsiniz. Tam da bizim Gezi direnişi zamanı suratımızdaki gülümseme ve ışık gibi. Biz bunu şu anda yakalayamıyoruz çünkü direnmiyoruz. Bunun en sıkıntılı kısmı ise eskiden savaşları, işgalleri izleme olanağımız yoktu, en fazla okuyabiliyorduk, ancak şu anda bire bir izlediğimiz bir katliam var. İzleyici olduğun bir duruma söz üretmemek, bir şey yapmamak, bir şey söylememek uzun vadede toplumun, toplumsal psikolojinin ve toplumsal ahlakın çöküşüne dair çok büyük sıkıntılar yaratacak. Biz batıda yaşayanlar bunun acısını çok ağır ödeyeceğiz. Biz aslında sessizliğimizle yavaş yavaş ölen tarafız. Ya sessizliğimizle kendimizi öldüren tarafta duracağız, ya da bu savaşın durması için hakiki bir demokratik cumhuriyet oluşana kadar hepimiz el birliği yapacağız.
Gezi sürecinde yaralanan insanları tedavi etmek için günlerce sokaklarda nöbet tutan Gezi hekimleri neden aynı hassasiyeti Kürdistan’daki ilçeler için göstermedi?
Çok yerinde bir soru. Gezi’deki ulusal ve uluslararası sahiplenme maalesef görüyorsunuz ki bölgedeki katliamlara karşı gösterilmedi. Sağlık alanındaki sessizlik de toplumsal psikolojiden pek bağımsız değil aslında. Ancak bu kadar topyekun savaş ve şiddete karşı Türkiye’nin demokratik kitle örgütleri olsun, meslek örgütleri olsun hiçbir örgütün böyle bir hazırlığı ve refleksi olmadığını görüyoruz. Ama sağlık alanının Gezi’de yaptığından farklı bir şey yapması gerekiyor. Biz Gezi’nin sahibiydik, söylenen sözlerin sahibiydik, orada ihtiyaç vardı ve sağlık hizmeti verdik, bugün Kürdistan’daki ihtiyaç böyle bir şey değil. Orada sağlıkçı var ama sağlık hizmeti veremiyor. O nedenle bugün bizim sağlıkçıların yapması gereken bu kuşatmayı kaldırmak için bir şeyler üretmektir. Çünkü sağlıkçının en önemli görevi pansuman yakmak değil, yaşatmaktır. Ve yaşatmak Kürdistan’da hakiki bir barış sağlanması için çabalamaktır. Bu dönemde en büyük görevimiz budur. Adım atmakta her kaybettiğimiz an bizim için büyük bir vebaldir. Şu anda zaten Ortadoğu’da bir uygarlık krizi var, bir taraf gittikçe erkekleşiyor, gittikçe şiddetin her türlü ahlaksızlığını yapıyor, sömürünün, tahakkümün en zalimane şeklini yapıyor, diğer taraf ise yaşama dair ne varsa yeni bir ahlak üretiyor. Bu süreçte tavrımız ya yaşamdan ya da yıkımdan yana olacak. Bu süreçte sessiz kalıp ya ahlaken IŞİD’leşeceğiz, ya da yaşamdan yana tavır koyup Kobanêleşeceğiz.
SAĞLIK EMEKÇİLERİ YAŞATMAK İÇİN KÜRDİSTAN’A
Sağlık emekçileri olarak bir günlük grev yaptınız, peki Kürdistan’a da gitmeyi düşünüyor musunuz?
31 Aralık’ta İstanbul ve diğer illerden sağlık emekçileri önce Diyarbakır’a, sonra Nusaybin ve Cizre’ye gideceğiz. Bizim arkadaşlarımızın nöbetini devralmamızın vakti geldi. Sağlık Bakanı’ndan da bir beklentimiz yok, çünkü Sağlık Bakanı geçen hafta düşünün ki yüzde 70 gibi bir başarı sağladık yüzde 100’e ulaşmaya çalışıyoruz diyor. Biz sağlık emekçileri olarak başarıyı yaşamda görüyoruz, bebeklerin, çocukların ölmediği, sağlıklı büyüdüğü, oynayabildiği ve kendi diliyle istediği şekilde var olabildiği ve yaşadığı bir dünya için çabalayacağız.