Yeni Halepçelere karşı savaşan halk gerçekliği
1988’in 16 Mart’ının Halepçe’sinde uygulanan katliamın açtığı yaralar bir an bile unutulmadı, aksine silinmez izler bıraktı.
1988’in 16 Mart’ının Halepçe’sinde uygulanan katliamın açtığı yaralar bir an bile unutulmadı, aksine silinmez izler bıraktı.
Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima kentlerinde kullanılan gazlar binlerce can almış ve hesaplanamaz derecede sosyal, ekonomik ve ekolojik soruna yol açtıysa, aynı şekilde Kürdistan’ın Halepçe’sinde de bunlardan geri kalmaz bir durum yaşatılmıştır. 1988’in 16 Mart’ının Halepçe’sinde uygulanan katliamın açtığı yaralar bir an bile unutulmadı, aksine silinmez izler bıraktı. Hala kimyasal gazların etkilerinden dolayı araziler kullanılamıyor, arazilerde ot bile bitmiyor. Dünyaya gelen engelli çocuklarla adeta katliamı insanlığın yüzüne her nesilde vurmaya çalışıyor. Bu katliamdan sonra binlerce Kürtten bir daha haber alınamadı. Saldırıdan kurtulanlar ise katliamın şokunu atlatamadı. Bunun sosyal, ekonomik, ekolojik zararları ise hala netleştirilmeyi bekliyor.
Ortadoğu üzerindeki hegemonya mücadeleleri ve ulus-devletin milliyetçiliği azdırması ile Kürtler üzerinde imha ve inkâr politikaları yok edici bir düzeye ulaştı. Bu politikalarını uygulayanların tek güvencesi ise Kürtlerin, egemenliği altında bulundukları devletlerle ve kendi aralarındaki çatışmaların, ulusal olmaktan çok yerel sorunlardan kaynaklanmasıdır. Kürtlerin bu kadar saldırıya maruz kalmasının sebebi ise üzerinde oturdukları hazinenin ve kendi potansiyelinin farkında olmamasından ötürüdür. Bundan dolayıdır ki Kürtler bölge devletlerine karşı kullanılabilecek bir güç; ama aynı zamanda sürekli baskı altında tutulması gereken bir halk olarak görülmektedir.
Bu politikalar beraberinde çok sayıda katliamı da getirdi. Bunlardan biri de Güney Kürdistan’daki Halepçe kentinde yaşandı. Bu katliamın bir benzeri de günümüzde uygulanmaya çalışılmaktadır. Başta Şengal olmak üzere Kürdistan’ın Kürtsüzleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bir taraftan Saddam Hüseyin’in halefleri olan çeteci örgüt DAİŞ, bir taraftan gerici-faşist bölgesel devletler, diğer taraftan da Kürtlerin birliğini engellemek için elinden geleni yapan bir KDP gerçekliği bulunmaktadır.
Kürt soykırımını Sykes-Picot Antlaşması ile daha birinci paylaşım savaşı sürerken Fransa ile perde arkasında tezgahlayan İngiltere, bunu Sevr ve Lozan Antlaşması ile de derinleştirdi. Bununla hiç yoktan bir sürü ulus-devlet canavarı oluşturup milliyetçiliği şahlandırdı. Mazlumları terörist ilan edip teröristleri ise ağzından salyalar akacak şekilde Ortadoğu coğrafyasına saldı.
1979’da İran’da tabandan gelişen halk hareketlenmesiyle mevcut dengelerde sarsıldı. Çünkü ABD’nin Ortadoğu’da taşeronluğunu yapan Şah Rejimi İran İslam Devrimiyle yıkıldı. Bunu kendine bir tehdit olarak gören ABD öncülüğündeki sistem Arap dünyasının liderliğine oynayan faşist-tekçi Baasçı Saddam’ı sahaya sürdü. Savaş Kürdistan’da yürütüldü. Kürtler ‘Enfal’lere uğratıldı. Ama bu politikaların merkezinde olan Kürtlere dayatılan tek şey kendilerine çizilen kadere göre hareket etmekti. Yani konumu, nüfusu, askeri güçleri, coğrafyasının zenginliği kullanılabilecek ama kendilerine bir statü verilmeyecekti. Hatta bu da yetmezmiş gibi ABD, Kürtleri her zaman Ortadoğu üzerindeki bir sopa olarak kullanacak ve Kürtlerin de kendisine bir kurtarıcı gözüyle bakmasını isteyecektir.
ABD ve AB güdümüyle Saddam bir baş belası olarak Ortadoğu’da terör estirdi. DAİŞ gibi insanlığa tamamen aykırı bir örgütü de piyasaya saldılar. Böylece ABD öncülüğündeki sistem ‘demokrasi götürme’ adına istediği zaman Ortadoğu’ya müdahale etme imkanını elinde bir geçiş kartı olarak hazır bulundurdu. Tıpkı bir dönemin Saddam’ı gibi bugün de aynı görev halefi DAİŞ’i yerine getirmektedir. Bundan sonra yapacağı her müdahale ile kendini kurtarıcı olarak göstermekte ve bu tavırla muhalif güçleri kendi uzantısı yapmak ve içinde eritmek esas amacını teşkil etmektedir. Bunu en son PYD ve YPG’ye yaklaşımlarında görmek mümkündür. Büyük mücadele ve fedakarlıkla insanlık düşmanı DAİŞ’İ rezil rüsva eden bu evrenselleşmiş ideolojik ve askeri mücadeleyi olduğu gibi kabul etmek yerine, kendime nasıl ek yaparım derdiyle yanıp tutuşmaktadır. Yoksa eğer gerçekten kabul etseydi bu gücün ideolojik önderi Sayın Abdullah Öcalan’a baskılar bu seviyede devam etmez ve PKK terör örgütü listesinde büyük oyalamalarla yüz yüze bırakılmazdı.
Peki, Kürtleri kendine ek yapmayı nasıl planlamaktadır? Burada devreye giren tasviyeci ve işbirlikçi çizgidir. Bu, mücadele çizgisini bertaraf etmek ve ulusal birliğe engel olmak adına kurgulandı. Bu çizgi, Halepçe Katliamında nasıl ki Kürtlerin kendi aralarında savaş nedeni olduysa bugün de Şengal’de, başta Şengal olmak üzere birçok alanı katliamdan kurtarmış PKK’ye karşı tüm olanakları ile saldırıya geçmiş ve karalama siyaseti izlemiştir. KCK tarafından ulusal kongre ve ortak komutanlık çağrıları yapılmış ama KDP bunlara oyalama politikaları ve çeşitli bahanelerle olumlu yanıt vermemiştir. Bu da işbirlikçi-tasviyeci çizginin devam etmesi olmaktadır.
Kürtlere dün Halepçe’yi bugün de Şengal’i yaşatan bu uluslararası sistemin tam olarak kırılamaması başka katliamların da habercisi konumundadır. Bunu engelleyecek tek güç dar aileci ve partisel kaygılara düşmeden, kendi birliğini sağlayan ve yönetimini elinde bulunduran savaşan bir halk gerçekliği yaratmaktan geçmektedir.