Yenilen sadece Türkiye AKP’si değil - ALİŞÊR PÎRAN
2000 sonrası dönemde kabuğu gagalayan bu klik, 2002’ye geldiğinde Milli Görüş kabuğunu kırarak, AKP adıyla siyaset arenasındaki yerini almış ve bu durumu gömlek değiştirme olarak tanımlamıştır...
2000 sonrası dönemde kabuğu gagalayan bu klik, 2002’ye geldiğinde Milli Görüş kabuğunu kırarak, AKP adıyla siyaset arenasındaki yerini almış ve bu durumu gömlek değiştirme olarak tanımlamıştır...
1997’de 28 Şubat Muhtırası ile Milli Görüş çizgisine keskin bir müdahale yapılmış, çizgide çatlak oluşturulmuş ve başını Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin vb. isimlerin çektiği bir klik, deyim yerindeyse kuluçkaya yatırılmıştır. 2000 sonrası dönemde kabuğu gagalayan bu klik, 2002’ye geldiğinde Milli Görüş kabuğunu kırarak, AKP adıyla siyaset arenasındaki yerini almış ve bu durumu gömlek değiştirme olarak tanımlamıştır.
2002’de girdiği ilk seçimde yüksek bir oy oranıyla iktidara gelen AKP’nin ortaya çıkışında rol oynayan aktörler, daha sonraki dönemin şekillenmesinde de etkili olmuştur. Başta ABD ve AB olmak üzere uluslararası güçler ve çok uluslu şirketler, geliştirdikleri Büyük Ortadoğu Projesi’nde yer alacak, Türkiye ve bölgede onların çıkarlarını koruyacak ve kurmak istedikleri sistemin bir modeli olabilecek AKP projesini geliştirmiş ve iktidara getirmiştir. Aynı zaman dilimi ve takip eden sürelerde bu model Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde de geliştirilmiş, farklı adlarla AKP’ler kurulmuştur. Bu partiler; içinden çıktıkları işbirlikçi siyasal İslamcı akımlar kadar, parti liderleri, programları, bayrakları gibi birçok noktada benzer özellikler taşımıştır. Örneğin Türkiye AKP’si siyasal İslamcı olan Milli Görüş hareketinin içinden çıkmıştır ve parti sembolü akkor lambadır. Tunus AKP’si ise İhvan-i Müslim ve ona yakın hareketlerin oluşturduğu bir partidir ve sembolü ise gaz lambasıdır. Tüm bu süre zarfında geniş Ortadoğu coğrafyasında bu AKP’lerden en fazla tutanı ve işlevli olanı muhakkak ki Türkiye AKP’siydi. Diğerleri gerek bulundukları ülkenin tarihi-kültürel yapısı gerekse de siyaset geçmişleriyle AKP mayasını tutmadı. Bu ülkelerin siyaset tarihi diktatörlüklerle doludur. Uluslararası güçler çıkarlarına uygun buldukları diktatörleri iktidara getirirken, çıkarlarına ters düşenleri ise geliştirdikleri sert askeri darbeler ile iktidardan düşürmüşlerdir. Türkiye’de ise yöntem olarak hem darbe hem de uydu parti ve hareketler aracılığıyla amaçlanan sonuçlar elde edilmiş, edilmeye çalışılmıştır. 1950’li yıllardan itibaren, özellikle de Menderes ile birlikte Türkiye, uluslararası güçlerin benzer biçimlerde mayaladığı bir ülke olduğu için 2002’de de AKP mayası göreceli olarak tutmuştur. Söz konusu mayalanma sadece iktidar partileri için değil, CHP ve MHP gibi partiler için de geçerlidir. Bu ve benzer partilerin de AKP gibi mayalı partiler olduğu unutulmamalıdır.
MAYA KÜFLENMİŞTİR
Bu sentetik, GDO’lu mayaların son kullanma tarihleri vardır ve son kullanma tarihi geçen mayalı partiler çürümekte, küflenmekte ve etrafa ekşimsi bir koku yaymaktadır. Eğer müdahale edilmezse çürüme derinliğine ve genişliğine yayılmaktadır. İşte 7 Haziran’da bu müdahale yapılmış, artık çürüme ve küflenmeyi yaşayan mayalı Türkiye AKP’sinin önü alınmıştır. Mayasında bu toprakların kadim halklarını, kültürlerini, dinlerini, dillerini ve en önemlisi de özgürlük ve direniş ruhunu sentezleyen HDP, seçimlerde büyük bir başarı kazanarak, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’nun baş aşağı giden kaderini, halklar lehine değiştirmiştir. Bu gelişme kimi çevrelerce beklenmedik, sürpriz ve olağandışı olarak değerlendirilse de aslında gayet bilimseldir ve bir süredir bölge ve dünya ölçeğinde yaşanan sürecin temel karakterini tekrar ve güçlü bir biçimde ortaya çıkarmıştır.
Kuantum fiziği ve felsefesini inceleyenler ne demek istediğimizi bilecektir. Kuantum diyalektiğine göre mutlak düzen diye bir şey yoktur. Kurulan her sistemin-düzenin bir süresi vardır. Yeni ve başka bir sistem kurulana dek yaşanan düzensizliğe kaos veya kaos aralığı denir. Temel belirtileri daha eskilere dayansa da 1970-80’li dönemlerde gelişen, 1990’da SSCB’nin yıkılışı ile hızlanan ve 2000’ler sonrası zirveye ulaşan kaos-kriz halinin yoğunlaştığı yer, deyim yerindeyse kırılma noktası; Ortadoğu coğrafyasıdır. Adından da anlaşılacağı gibi kaos, belirsizliği içermekte, neyin, ne zaman, nasıl ve kim tarafından geliştirileceği kestirilememektedir. Kuantum fizikçi ve felsefecileri Kelebek Etkisi teorisi ile bu durumu izah etmektedir.
KAOS ARALIĞI-KELEBEK ETKİSİ
Teoriye göre; eski düzen-sistemin ömrünü tamamladığı, ancak yeni bir düzenin daha gelişmediği kaos aralığında, sürece dahil olan en küçük ve en zayıf olarak görünen aktörler, büyük ve güçlü etkilerde bulunarak sonucu belirleyebilirler. Bunu açıklamak için de şu örnek verilir; dünyanın herhangi bir yerinde, bir kelebek kanatlarını çırptığında oluşacak titreşim ve hava akımı, dünyanın diğer ucunda fırtınalara, depremlere ve tsunamilere yol açabilir. Çünkü klasik fiziğin statikliğine karşın kuantum fiziği evren ve maddenin bütünsellik ve akışkanlığından söz eder. Her şey çeşitli bağ ve etkileşimlerle birbirine bağlıdır. Bu halkanın bir ucunda oluşabilecek en ufak değişiklik, halkanın farklı bir yerinde büyük değişikliğe neden olabilir. Burada bir mutlaklık ve kesinlikten çok, ihtimallerden söz edilmektedir. Ve ihtimallerin çokluğu, farklılığı yaşadığımız evrenin temel gelişim karakteridir.
7 Haziran Genel seçimleri ve ortaya çıkardığı sonuçlara bu çerçevede bakıldığında, söz konusu sonucun bir Kelebek Etkisi olduğu görülecektir. Seçimlere daha önce parlamentoda olan AKP, CHP, MHP ve HDP dahil, 20’nin üzerinde parti katılmıştır. Seçim sonucunda 13 yıldır iktidarda olan AKP, stratejik bir yenilgiye uğramış, bunun sonucunda tek başına iktidar olma fırsatını kaybetmiştir. Parlamentonun en küçük partisi olan ve devletin resmi politikasını yürüten güçler tarafından sürekli marjinalleştirilmeye çalışılan HDP, seçimlerde aldığı sonuçla Türkiye’nin ve bölgenin kaderine çok büyük bir etkide bulunmuştur. Böylelikle Erdoğan’ın başkanlık hayalleri ve AKP’nin mutlak hegemonluk arzuları büyük darbe yemiş, gerçekleşme ihtimallerini ortadan kaldırmıştır. Açıkça belirtmek gerekirse AKP yenilmiştir, ancak yenilen sadece Türkiye AKP’si değildir. HDP’nin başarısı, aynı zamanda uluslararası güçler ve çok uluslu şirketler tarafından kurulan, desteklenen Ortadoğu’daki diğer AKP’lerin de yenilgisi anlamına gelmektedir. Yani AKP projesi, halklar lehine yenilgiye uğratılmıştır.
MAĞLUBİYET CEPHESİ
Somut olarak ifade edilirse; Fas ve Tunus’tan Suriye, Irak ve Türkiye’ye kadar geliştirilen işbirlikçi ılımlı siyasal İslam stratejisi başarısız olmuştur. Mısır’da Mursi ve İhvan-i Müslim siyasi olarak yenilmiştir. Mağrip ülkelerindeki kukla, ılımlı siyasi İslamcı parti ve hareketler yenilmiştir. Suriye’de El Kaide uzantıları olan El Nusra, DAİŞ ve benzeri çete yapılanmaları yenilmiştir. Kuzey Kürdistan’da seçim döneminde kanlı saldırılar ile provokasyonlar gerçekleştiren Hüda-Par yani Hizbul-kontra yenilmiştir. Güney Kürdistan’da uluslararası güçlerin acenteliğini yapan, kendi kaderini AKP’nin kaderiyle birleştirerek son bir kaç yılda, özellikle de son seçimlerde olduğu gibi, 1980’li yıllardan itibaren tüm kritik süreçlerde Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürdistani kazanımlara düşmanlık yapan, saldıran, provokasyonlar geliştiren KDP ve Barzani yenilmiştir. Hatta denilebilir ki Erdoğan’ın AKP’sinden sonra en büyük yenilgiyi yaşayan Barzani’nin KDP’sidir. Bu yenilgi tarihi bir yenilgidir.
İsimlerini sıraladığımız parti ve oluşumların AKP’nin seçim kampanyasında dolaylı veya doğrudan yer aldığı, gelişmeleri objektif olarak analiz eden herkes tarafından rahatlıkla görülecektir. Erdoğan ve AKP’si, Mursi’ye verilen idam kararını seçim meydanlarda kendisi için mağduriyet algısı yaratmak amacıyla kullanmıştır. AKP, ılımlı, siyasi İslam stratejisinin fideliği olan İktidar Sünniliği’ni bölgede temel siyasal ve askeri çizgi olarak geliştirmiş, mezhep kavgasının bir tarafı olmuş ve bunu seçim kampanyasının bir ayağı haline getirmiştir. DAİŞ ve El Nusra gibi çete örgütlenmelerini başta Rojava olmak üzere Kürt ve bölge halklarına saldırtmıştır. AKP, bu çete örgütlemelerini, HDP’ye karşı yapılan saldırılarda tetikçi olarak kullanmış, bunun sonucunda başta Adana ve Mersin patlamaları olmak üzere birçok kirli, kanlı komplolar geliştirerek HDP’nin yükselişini durdurmak istemiştir. AKP ve Erdoğan, Kuzey Kürdistan’da Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı geçmişte yaptığı saldırılar ve işlediği kalleş suçlar nedeniyle halkımız tarafından Hizbul-Şeytan veya Hizbul-Kontra olarak adlandırdığı Hizbullah’ı ve vitrin örgütlemesi olan Hüda-Par’ı, emri altındaki Özel Harp Dairesi aracılığıyla silahlandırmış ve saldırıya geçirmiştir. Bu çete yapılanması Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin DAİŞ’i olarak örgütlendirilmiştir. Başta Amed mitinginde yapılan bombalı katliam girişimi olmak üzere, seçim döneminde Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirilen birçok saldırıda, DAİŞ’vari çete örgütlenmesi olan Hizbul-Kontra’nın parmağı vardır. Başta Bülent Arınç ve işbirlikçi AKP’li Kürtler olmak üzere siyasi kontralar, bu çete örgütlenmesini siyasi ve ekonomik olarak destekleyip geliştirirken, Erdoğan’ın eski JİTEM’ci olan danışmanı ve danışmanları ise bu çetenin örgütlendirilmesi, harekete geçirilmesi ve silahlandırılmasında etkin rol oynamıştır.
Barzani’nin KDP’si de benzer bir rol oynamıştır. Örneğin Barzani ve KDP’si, AKP iktidarına sağladığı ayrıcalıklı konumla petrol, doğal gaz ve madenleri, neredeyse ederinin onda biri değerinde peşkeş çekmiş, bu şekilde AKP’nin ekonomi politikalarının sağlam bir dayanağı haline gelmiştir. Yine Barzani ve KDP’liler AKP Kongrelerine katılmış, yanına aldıkları Şıvan ve İbo gibi kişilikler ile birlikte Amed’e giderek, AKP’nin propagandasını yapmıştır. Yine KDP, seçim kampanyasında kullanılması için AKP’ye yaklaşık 2 milyar Dolar tutarında gizli-örtülü “bağış”ta bulunmuştur. Tümü somut bilgilere dayanan bu ve benzeri örneklemeleri daha da geliştirmek mümkündür. Sonuç olarak, tekrar etmek gerekirse Erdoğan ve AKP ile birlikte tüm bu güçler de, siyasi olarak büyük bir darbe yemiş ve yenilmiştir.
Yenilgiye uğrayanlar elbette sadece bu güçler değildir. Şer ittifakında siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik vb. alanlarda faaliyet yürüten birçok güç yer almaktadır. Kazanan ise halklar ve özgürlük mücadelesinde yer alanlardır. HDP zaferinin arkasında onlarca yıldır yürütülen bir mücadele geleneği vardır. Yine Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’ın tüm parçalarında geliştirdiği mücadele, direniş vardır. HDP’nin arkasında halkların, kültürlerin, inançların geleceğe ilişkin umutları vardır. Tüm bunları HDP’de birleştirenler ise Önder APO ve onun geliştirdiği paradigma vardır. Bu anlamda en büyük kazananın Önder APO’nun demokratik ulus projesi olduğunu söylemek mümkündür. Türk devleti ve AKP hükümeti tarafından 16 yıldır dünyada bir benzerine olmayan bir tecrit ve çürütme politikası altında tutulan Önder APO, geliştirdiği demokratik ulus yaklaşımıyla Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’daki sorunlara çözüm önerileri sunmuştur. HDP bu çözüm önerilerinden biridir ve başarılı bir politika ile hayata geçirilmiş, halklara mal edilmiş ve sonuç vermiştir. Önder APO Türkiye siyasetinde böylesine bir güçlü bir hamle ile halkların iradesini örgütleme ve açığa çıkararak sonuca götürmeye çalışırken, başta Rojava olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarında demokratik ulusun inşa çalışmalarını stratejik-taktik açıdan ve 9 ana boyutuyla geliştirmenin çabası içinde olmuştur. Rojava devrimi, Şengal, Kobanê, Cizire direnişleri bunun örnekleridir. Bu devrimin ve zaferin toplumsallaşması ve kalıcılaşması için tüm halklara mal edilmesi ve Ortadoğu geneline yayılması gerekir. Ortadoğu devriminin somut koşulları oluşmuştur. Bu devrime öncülük edecek olan Önder APO’nun bu paradigması ve Kürt Özgürlük Hareketidir.
KELEBEKLER ZAMANI
Tekrardan HDP’nin seçimlerde aldığı sonuçlara gelecek olursak; bu büyük bir başarıdır ve tarihe yazılmıştır. Ancak bunun bir başlangıç olduğu unutulmamalıdır. Asıl süreç bundan sonra başlayacaktır. Yaratılan bu başarı kalıcılaştırılmalı, geliştirilmelidir. HDP’nin parlamentoda 80 milletvekili ile temsil edilmesi tek başına bir gelişme yaratmayacaktır. Bu gücün toplum içinde geliştirilmesi gereken örgütlenmeye hizmet etmesi gerekir ve etmelidir. HDP parlamentodaki ağırlığını demokratik ulusun toplumsal örgütlenmesini geliştirmek için harekete geçirmeli, Türkiye ve Kürdistan’ın tüm bölgelerinde soluk soluğa bir mücadeleye başlamalıdır. Demokratik siyasetin öncü gücü olmak, HDP’nin tarihi ve politik misyonudur. Demokratik siyaset, halkın doğrudan içinde yer aldığı, karar mercilerinde etkili olduğu siyasettir. Parlamento dar ve elit bir alanla kendini sınırlayan elit, liberal bir siyaset değildir. Demokratik siyasetin mücadele araçları ve yöntemleri sadece siyasi partiler ile seçimler değildir. Her türlü meşru halk hareketleri, eylemselliği, örgütlenmeleri demokratik siyasetin araçlarıdır. Demokratik siyaset yöntem olarak legaliteyi değil meşruluğu esas almak zorundadır. Bu legaliteyi göz önünde tutmayacağı, her fırsatta bunun dışına çıkacağı anlamına gelmez. Ama kendini yasal-kanuni çerçevelerle de sınırlayamaz. Çünkü demokratik siyaset zaten doğası gereği var olan yasal çerçeveyi değiştirmeyi amaçlar. Egemenler tarafından halklar ve ezilenler aleyhine oluşturulmuş bu yasallığı reddeder ve buna karşı mücadele yürütür. Bu nedenle demokratik halk serhildanları da içinde olmak üzere yasa koyucular ve iktidarlar üzerinde baskı oluşturmanın mekanizmalarını kurmak, geliştirmek ve etkili biçimde kullanmak demokratik siyasetin başvuracağı ve başvurması gereken yöntemlerdir. Özcesi kelebeklerin kanat çırpmaya devam etmesi gerekmektedir.
DEVRİM ZAMANI
Devrimciler olarak kapitalist modernite ve onun ulus devlet güçlerinin nihai olarak yenilgiye uğratılmasının ancak devrimle mümkün olduğunu biliriz. Bu devrimin yol ve yöntemleri ancak devrimci hareketler tarafından geliştirilebilir. PKK öncülüğünde geliştirilen Kürt Özgürlük Hareketimiz başta Kürdistan ve Türkiye devrimleri olmak üzere Ortadoğu devrimine öncülük yapma iddiasında olan radikal demokratik devrim hareketidir. PKK hem kendisini böyle bir devrim geliştirmek için sorumlu görmekte, hem de bunu geliştirecek güce sahip tek harekettir. Bu anlamda Önder Apo’nun 1995’te belirttiği “Partileşelim zaferi kazanalım” söylemi her zamankinden daha fazla anlam kazanmıştır. Süreç PKK’lileşme ve bölgeyi PKK’nin özüyle örgütleyerek Ortadoğu devrimini gerçekleştirme sürecidir.