Yüksekdağ: Her zalim iktidar gibi AKP de hesap verecek

"Türkiye adeta bölündü" diyen Yüksekdağ, hükümetin halklar aleyhindeki dış politikasına da tepki gösterdi. Ortadoğu'da demokratik dinamiklerle ittifak yapılmasını ve Rojava'yı düşman olarak görmekten vazgeçilmesini istedi.

Yüksekdağ, AKP'nin savaş ve şiddette ısrar ettiğini; Kürdistan'da katliamlar yaptığını belirtti. "Türkiye adeta bölündü" diyen Yüksekdağ, hükümetin halklar aleyhindeki dış politikasına da tepki gösterdi. Ortadoğu'da demokratik dinamiklerle ittifak yapılmasını ve Rojava'yı düşman olarak görmekten vazgeçilmesini istedi. AKP'ye "IŞİD ve İsrail'den ne farkınız var" diye seslenen Yüksekdağ, AKP'nin Musul'a asker göndererek krizi derinleştirdiğini de belirtti. Yüksekdağ, 'Çözüm Süreci'nin tekrar başlatılmasını ve Kürt Halk Önderi Öcalan'a tecridin derhal kaldırılmasını istedi. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Meclis'te partisinin grup toplantısında konuştu.

TAHİR ELÇİ'NİN KATLEDİLMESİ

Yüksekdağ, Amed Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin katledilmesine değinerek, Türkiye'de insan hakları mücadelesinin, her zaman çetin bir mücadele halini aldığına dikkat çekti. Yüksekdağ, şunları belirtti:

"İnsan hakları mücadelesi verenler, insanın en temel hakkı yaşam hakkını savunanlar yaşamını kaybetmiştir. Yaşatmaya çalışırken ölmenin tarihidir. Son örneği, insan hakları mücadelesinin elçisi, sayın Tahir Elçi'nin katledilmesiyle yaşanmıştır. Barışın elçisi, insan hakları mücadelesinin elçisi, bütün dünya kamuoyunun gözü önünde katledildi. Herkese barış çağrısı yaptığından dolayı, hiçbir ayrım gözetmeksizin, birleşme ve uzlaşma çağrısı yaptığı için, şiddete karşı olduğu için, insanın yaşamını elinden alan, tarihin yıkımına karşı durduğu için katledildi.

Bizler bu katliamlardan daima, katledilen kardeşlerimizin mücadelesine daha sıkı sarılma sonucunu çıkardık. Hrant Dink'in katledilmesinden sonra inançların ve ulusların eşitliği için mücadeleye sarıldık. Barış çağrısına sarıldık. Aradan geçen on günlük zaman, insan hakları değerlerinin zirveleştiği bir on gündür. Bu on günlük süre içinde barış mücadelemizde daha da inat etme kararlılığımızı bilenerek, insan hakları değerleri için, yaşam için daha bilenerek direndik. Halklarımızın barış ve demokrasi çizgimizi inşa etme kararlılığımızı yükselttik. Daha güçlü, daha kararlı ve daha birleşik biçimde."

'ONLARIN ÖVÜNÇ KAYNAĞI TÜRKİYE'NİN UTANÇ KAYNAĞIDIR'

AKP'nin savaş ve şiddet yöntemini 'iyi bildiğini' söyleyen Yüksekdağ, "Savaş ve şiddet yöntemini iyi bildiği için bu siyasi iktidarı kutlayacak değiliz. Şiddet enstrümanlarını iyi bildikleriyle övünüyorlar. Onların övünç kaynağı Türkiye'nin utanç kaynağıdır. Şiddet ve katliamla bir ülkeyi yönetmek marifet değil, utançtır. Siyasi iktidar, siyasi etik ve kriterleri dikkate almadan, hoyratça çiğneyerek yoluna devam ediyor. Burada konuşurken, bu salonda otururken, Kürt kentlerinde insanlar katlediliyor, gençler katlediliyor. İnsan yaşamı bu, başka bir şey değil. Herhangi bir rakam, sorun değil. Herhangi bir değişiklik, farklılık değil. Çok tarihsel bir kırılma anı yaşanıyor bugünlerde, tam da şu anda" şeklinde konuştu.

Yüksekdağ, konuşmasının devamında şunları kaydetti:

'HALKLARI TESLİM ALMAYA ÇALIŞIYORLAR'

"Kürt halkı ve Türkiye halkları ölüm, baskı ve zor politikalarıyla teslim alınmaya çalışılıyor. İtaate zorlanıyor. İçeride ve dışarıda uygulanan şiddet politikalarının tek bir sebebi vardır. İtaat eden bir toplum yaratmak. Sessiz ve suskun bir kamuoyu yaratarak, kendi suçlarının üzerini örtmek. Tarihin çok eski ve karanlık planıdır. Bugün Türkiye'de bu eski ve karanlık yöntem yeniden uygulanıyor. Temel yönetme biçimi olarak topluma dayatılıyor.

 

'DİRENMEYE DEVAM EDECEĞİZ'

-Demokratik bir Anayasa'yı yapma, çoğulcu ve hukuk çerçevesinde toplumu birleştirme kabiliyetini yitirmiş iktidar, tarihin en eski çürük çarık yöntemleriyle, yönetme rejimi uyguluyor. Hani diyorlardı ya, 'Türkiye'de rejim isteseniz de istemeseniz de değişti.' Bugün bu yaşanıyor.

-Bizler parlamento çatısı altında konuşuyoruz. Hala söz söyleyerek sorunu çözmek için direniyoruz. Buradaki varlığımız da direniş biçimidir. Karşımızda bütün sözleri tüketmeye, konuşma ve sözleri berhava etmeye kilitlenmiş, sadece güçlünün güçsüzü ezme yöntemiyle siyaset yapılacağını bizlere dayatan bir iktidar var. Bu zihniyetine karşı direniyoruz. Hala konuşarak çözmek için, bu parlamento çatısı altında söylenen sözün, yaşadığımız sorunları çözmek için direniyoruz. Direnmeye devam edeceğiz. Bu parlamento çatısı altında, barışın sözü olmaya, direniş sokaklarında, kent merkezlerinde, her yerde, kadınların yaşam mücadelesi içinde, gençlerin gelecek mücadelesi içinde, barışın, demokrasinin gücü ve sözü olarak yürümekte kararlı olacağız.

-Bizler bu kararlılığı 3-5 günde oluşturmadık. Bu direnci 3-5 günde biriktirmedik, ayağa dikmedik. Zorlu dönemlerden geçerek gelinen bir direniş abidesidir. Gücünü halkımızın mücadelesinden aldığımız için asla ve asla kırılamaz.

'AKP, SAVAŞ ORTAMINI TETİKLEDİ'

-AKP ve Saray hükümeti, 1 Kasım'dan sonra tek başına iktidar olmazsa, Türkiye'de istikrarın sağlanamayacağı, siyasi biçimde çözülemeyeceği, Türkiye halklarının muhtaç olduğunu söyledi. Çok kısa süre geçti, bırakalım istikrarın sağlanmasını, destebilizasyon (istikrarsızlık) ortamı gelişti. Krizler yaratan, savaş ortamını tetikleyen siyasi ortam yaratıldı.

-HDP sizin tek başınıza iktidar olmanızı engelledi diye HDP'ye oy verenlere karşı uygulamadığınız şiddet politikanız kalmadı. Tek başına iktidarı sağlamış güç olarak, Türkiye toplumuna huzuru ve barışı ekonomik ve siyasi istikrarı ne zaman getireceksiniz...

-7 Haziran seçimlerinden sonra da, 1 Kasım seçimlerinden önce de AKP ve Saray iktidarı, istikrar değildir. Tek derdi kendi iktidarının korunması ve kendi yönetim tarzının istikrarı ve devamı. Memleket yansa umurunda olmaz. Her taraftan duman tütüyor. Kentlerin meydanlarında bombalar yağıyor. İnsanlar sokağa çıkamıyor. İnsanlar gaz bombasını arar hale getirildiler. Bırakalım gaz bombasını kurşunlarla, roketlerle insanların yaşam alanları bombalanıyor. Evler havan mermileriyle vuruluyor, sokağa çıkanların can güvenliği yok. İstikrar vadeden siyasi iktidar, Türkiye halklarına sıkıyönetim sunuyor.

'TÜRKİYE ADETA BÖLÜNDÜ!'

-Darbe dönemlerinde görülen, OHAL'de bile bu düzeyde uygulanmayan sokağa çıkma yasaklarıyla baskı siyaseti kurdu. Türkiye adeta bölündü. Kürt halkının, bütün Türkiye toplumu için önerdiği yerel yönetim, öz yönetim talebi, bir bölünme fobisine dönüştürüldü. Yeni bir şey değil. Öz yönetim bir bölünme hareketi olarak sunularak, yalanla Türkiye halklarına pompa edildi. Batı toplumu, bu olmayan bölünme karşısında AKP'nin politikalarına sessiz bırakılıyor. Bu tarihsel bir yalandır. Esas bölücülük budur. Türkiye toplumunu, Türk ve Kürt olarak bölmektir.

-Sıkıyönetim ilan edilen kentlerdeki halkın duygusu, talebi, özlemlerinden Batı toplumunu koparmak, parçalamaktır. AKP-Saray iktidarı bilinçli ve sistematik biçimde bunu yapıyor.

-Bu mücadele Türkiye halkının en temel güvencesidir. Bu kadar yoğun çatışmanın yaşandığı bir bölgede, Türkiye halklarının eşitlik temelinde birlikte yaşamasının iradesi hedef tahtasına oturtulmuştur. Ölümle bu iradeyi baskı altına almaya çalışan bir siyasi iktidar var.

'KÜRT KENTLERİNDE ÖZEL SAVAŞ HUKUKU VE KATLİAM VAR'

-Bunlar görülmüyor, gösterilmiyor. Türkiye'nin batısı, bu topraklarda yaşanan acıya, zulme yabancılaştırılıyor. Bugün Nusaybin'de, Sur'da, Derik'te tarihi, kültürü, insan yaşamını katleden bir sıkıyönetim uygulaması yaşanıyor. Gösterilmeyen fotoğraflardan birtanesi. (Nusaybin'de beyaz bayrakla yürüyen yaşlı insanlar fotoğrafı) Burası Gazze değil, Afganistan değil. Tarihsel arşivlerden çıkmış görüntü değil. Burası 2015 Nusaybin Yeni Turan Mahallesi. Burada halk hastasını hastaneye götürmek için beyaz bayrakla sokağa çıkmak zorunda bırakılıyor. Bu beyaz bayrak olmazsa, doğrudan öldürülme gerekçesi.

-Nusaybin'de Sur'da Silvan'da sayısız Kürt kentinde, özel bir savaş hukuku uygulanıyor. Sadece resmi kolluk kuvvetleriyle değil, özel harp yapılamaları, kontra-gladyo yapılamaları ortaya çıkmış, katliamlar yaşatılıyor.

NAZİ DÖNEMİNİ HATIRLATTI

-Duvarlara yazılan yazıları hatırlatmak isterim, katletmekle sınırlı kalmıyor, duvarlara yazılamalar yapıyor. “Türksen övün, değilsen itaat et"! İsrail'in rejiminin Filistin halkına uygulamalarından ne farkı var bunun. Nazi dönemindeki “Arı ırksan övün, yoksa itaat et"ten ne farkı var?

-Bugün Kürt kentlerinde inkar zihniyetine dayanan bir imha anlayışı, teslim alma söylemi çok açık biçimde savunuluyor. Bu duvar yazılarını, özel harp birimi uygulamalarını sorduğumuzda, iktidardan hiçbir yanıt alamıyoruz. Verebilecekleri yanıt yok. Yanıtların yerini yalanlar almış. İnsanlığa karşı işledikleri suçları kabul etmemek için yalan ve karatma yöntemlerine başvuruyorlar. Biliyoruz, her türlü aygıt var. Basını zapturapt altına aldılar, medya tekellerini yarattılar. Hatırlatmak isterim, gerçek inatçı bir şeydir. Bugün karartabilirsiniz, ama gelecekte insanlığa karşı işlenen suçları karartma şansınız olamayacak. Her zalim iktidarın hesap vereceği bir gün olacaktır.

'IŞİD'DEN NE VARKINIZ VAR?'

-Sadece insan değil, tarih, kültür, doğa yaşam alanları. (Palmira kentinin bombalanması ve Diyarbakır Kurşunlu Camisi'nin yakılması fotoğrafları) Antik Palmira kenti, IŞİD tarafından bombalanan tarihi mekan, bu görüntü de Sur Kurşunlu cami. Biri Suriye'den biri Diyarbakır'dan. Bu görüntüyü yaratanların IŞİD zihniyetinden ne farkı var? Benzerlik görebilmek için analize gerek yok. İkisi arasında ne fark var? IŞİD antik kenti bombaladığını inkar etmedi, kabul etti. Peki Kurşunlu Camisi'ni kim bombaladı. Faili yok! Görgü tanıkları, basın mensuplarının tek bir şey var. Cami havadan bombalandı. Sur'daki gençlerin helikopteri uçağı yok. Kimin var, devletin var. Hala bir izah yok. 1990'lı yıllarda Tansu Çiller vardı. Dersim'de 'köylerimiz yakılıyor' denildiğinde, Çiller'in cevabı “Terör örgütünün helikopterleri var" olmuştu. Aklın sınırlarını zorlayan, her saat her dakika yalan üretme kabiliyetiyle suçlarını örtmek temel bir yaklaşım biçimine gelmiş.

-Baskı ve şiddetle sonuç almanın acılarını tüm Türkiye toplumu ödüyor. Geride bıraktığımız zaman boyunca Suruç, Ankara, Zergele'de 301 sivil katledildi. Muharebede kaybedilecek bir sayı. 7 aylık zaman sarfında 301 sivil insandan bahsediyorum, 28'i çocuk 59'u kadın olan siviller.

-Sivil halka karşı adı konulmamış bir savaş var. Bu gerçeği söylemek suç, can almak suç değil. Bugün böyle bir çelişki yaratılıyor. Gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. 18 yerde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 1 Kasım'dan sonra istikrarın sağlandığı Türkiye'de, 149 günlük sokağa çıkma yasağı uygulandı.

-Ölüm oranı her dakika artıyor. Böyle bir gerçek yaşanırken, hiçbir şey olmamış gibi davranmak, asla sergileyemeyeceğimiz bir tutum.

-İktidar, bu kadar canın gittiği topraklarda, AB ile vizenin kaldırılacağıyla övünüyor. Bu hükümetin vadedeceği hiçbir şey kalmamış demektir. Biz girmeyelim vizesiz AB'ye. Ama bu topraklarda hiç kimse ölmesin. Bir siyasi iktidarın görevi, bu topraklarda yaşayanların yaşamını garantiye almaktır.

'TÜRKİYE HALKI BATAKLIĞA İTİLİYOR'

-Hiçbir temel hukuk kriteri tanımadan, baskıyla itaate zorlama siyaseti. Bölgede Türkiye halklarını bataklığa itecek sorumsuz bir dış siyaset izliyor. Bütün Türkiye halklarının geleceğiyle oynamak anlamına geliyor. Rus uçağının düşürülmesi, bu başkanlık siyasetidir. İç siyasette bunu yaptılar. Gayri meşru yöntemlerle darbeci siyaset izleyerek tek başına iktidar oldular. Kendileri açısından istikrar ve güvence sağladılar. Şimdi, büyük devlet, büyük lider imajı için, böyle manevra yürütüyorlar. Bölge liderliği sahte vizyonu üzerinden başkanlık kampanyası yürütüyorlar. Bunun bedelini Türkiye halkları ödüyor. Bunun faturasını Türkiye halklarına çıkarmadılar mı? Yarın bugün daha ağır biçimde ödemek zorunda kalabiliriz. Başkanlık hevesli zat, onun eteğindeki hükümet kendi rüştünü ispat edecek diye. Türkiye toplumunun göz yummasını kimse beklemesin.

-Rus uçağının düşürüldüğü bölge, IŞİD türevi El Nusra, Ahrar ül Şam gibi örgütlerin yerleşim alanı. Orada Türkmenlerin korunması amacıyla geliştirilmiş bir savunma tavrı yok. IŞİD'in tutunamadığı alanlarda, IŞİD türevi yapılara kalkan olunması vardır. Benzer örgütleri koruma ve kollama, Türkiye halklarına zarardan başka bir şey getirmedi.

'AKP, MUSUL'A ASKER GÖNDEREREK KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR'

-Musul'a asker gönderme krizi çıkarıldı. Bunların hiçbirisi Türkiye halklarının güvenliği için yapılmadı. Rus uçağı Türkiye'ye tehdit için düşürülmedi. Musul'da Türkiye halklarını tehdit eden nasıl bir gerekçe var? Başka bir bölgesel krize kapı açılarak Musul'a asker göndererek kriz derinleştirecek adımlar atıyor.

'İZLENMESİ GEREKEN HAT; DEMOKRATİK DİNAMİKLERLE İTTİFAKTIR'

-Türkiye toplumu sizin derdinize yanmak zorunda değil. Türkiye toplumu sizin yaktığınız ateşlerde tutuşmak zorunda değil. İçte ve dışta Türkiye iktidarının izlemesi gereken en önemli hat, demokratik güçlerin desteklenmesi, Türkiye'de, bölgede de demokratik dinamiklerle ittifak yapılmasıdır. Rojava Kürtlerin düşman görme zihniyeti terk edilmeli.

-Suriye'de demokratik bir zemin oluşturarak, daha sağlam güç birliğinin oluşturulması mümkün. Irak'taki, Suriye'deki Kürtlerle, demokratik zeminde güçbirliği oluşturmak mümkün. Vakit geç değil. Kürt düşmanlığı ve demokrasi karşıtlığıyla iç ve dış siyaset yürütülemez. Ortaçağ'dan kalma bir siyasi rejimin devlet zihniyetinin ayakta kalması mümkün değil. O nedenle gerilim politikasının terke dilmesi gerekiyor. Türkiye'de de bölgede de demokratik barış çizgisine dönmek gerek.

-Sadece Türkiye'de değil, demokrasi mücadelesi veren, en önde göğüsünü siper eden insanlar bedel ödemeyecek. Evinde, sokakta, gazete okurken, herkes kaybedecek.

ASGARİ ÜCRET

-Asgari ücrete 900 zam yapılabilir. Bu aylardaki dış ödeme açığının kapatılması için kullanılabilir. Bu aylardaki ödemelerin ihtiyaçların karşılığı oluşturulabilir. Ama halkın sofrasından emeğinden, ekmeğinden kestikleri vergileri, savaşa harcayan bir siyasi iktidar uygulaması var.

-Barış ve çözüm sürecinin ortadan kaldırılması, esas olarak Türkiye'deki ekonomik ve siyasi durumu geriye götürmüştür. Her şey çözüm sürecinin bitirilmesiyle başladı. Dolmabahçe mutabakatının yok sayılması, bir adım kalmışken masanın devrilmesinden bu yana Türkiye toplumu can kaybediyor, malını kaybediyor, tarihsel varlıklarını kaybediyor, ekonomik tutunma noktalarını, ekonomik haklarını kaybediyor. Güvencesiz bir yaşam düzeyiyle karşı karşıya bırakılıyor. O günden bu yana siyasi iktidar çözüm ve barış sürecini nasıl başlatılacağını saymıyor.

'MASAYI AKP-SARAY DEVİRDİ; ONLAR TOPLAMALI'

-Biz bu süreci devam ettireceğiz açıklamaları trajikomik açıklamalardır. Böyle bir açıklama yapılıyorsa, barış ve demokratik çözüm zeminini kaybetmiştir demektir. Çözüm süreci buzdolabına konulduktan sonra şiddetten, çözümsüzlükten başka hiçbir şey üretilmedi. Bizler sorunun başladığı yerden çözülebileceğine inanıyoruz. Türkiye'de yeniden çözüm ve müzakere masası kurulabilirse, çözüm için tarihsel bir kapı açılabilir. Bu kapıyı siyasi iktidar kapattı, o açacak. Masayı AKP-Saray hükümeti devirdi, onlar toplayacak. Birinci sorumluluk siyasi iktidara dönüşüyor. tek başına iktidarı yetkiyi, hakkı, elinize aldınız, artık icraat dönemidir.

'SÜREÇ BAŞLATILMALI; TECRİT KALDIRILMALI'

-Bu hak ve yaşam ihlallerinin devam etmesine izin veremeyiz. O nedenle demokratik çözüm ve barış süreci derhal başlatılmalı. Sayın Öcalan'a 5 Nisan'dan bu yana uygulanan tecrit kaldırılmalıdır.

-AKP-Saray iktidarının ihtiyaçlarına göre yönetilmek istemiyor bu toplum. Artık bu çözümsüzlük siyasetinin terk edilmesi, çözüm masasına dönülmesi gerekiyor. Bağımsız bir İzleme Kurulu eşliğinde muhataplık sürdürülseydi, o kritik aşamada AKP hükümeti sözünden dönmeseydi, bu kadar büyük kaos ve şiddet ortamıyla karşı karşıya kalmayabilirdi. Bir süreç başlayacaksa bağımsız bir izleme heyetiyle çözüm süreci yeniden başlatılmalı, demokratik barış sürecinin önü açılmalıdır.

TUTSAK GAZETECİLER

-İnsan haklarının anlamını konuşmamız gereken bir haftanın arefesinde, insan hak ihlallerini saymakla bitiremeyiz. Ama bugün kabul edilemez bir aşamaya geldiğini açık bir şekilde görüyoruz. Kamunun adalet terazisi olabilecek, basın örgütlerine çok büyük abluka ve baskı siyaseti izleniyor. Muhalif, özgür basın çalışanları tutuklanıyor. Son örneği Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Ben bu vesileyle bütün tutuklu gazetecilere selam ve sevgilerimi iletiyorum. Kendi meslek etiği ve alanını korumak için mücadele edenleri selamlıyorum. Bizlerin de demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin temelinde yer alır. Her yerde yalanlarla gizlenenlere karşı o gerçekle mücadele yürüteceğiz. Hak ve özgürlük mücadelesinin içinde olmaya devam edeceğiz.

'ERKEK ŞİDDETİNİ TEŞVİK EDİYORLAR'

-Şiddet politikalarının yükseldiği dönemlerde kadınların çok daha fazla hedeflendiğini, yaşam alanlarının daraltıldığını biliyoruz. Ne siyasi cinayetlerin hesabını veriyor, ne evinde, işyerinde, sokakta katledilen kadınların hesabını veriyor. Sadece Özgecan Aslan'ın katledilmesi davasında olumlu bir sonuç elde edildi. Ancak bunun dışındaki kadın cinayetleri davalarında, erkek şiddetini teşvik eden, adeta teşvik primi veren indirim uygulaması devam ediyor. Yaşam hakkı ve insanların temel hak mücadelesi, biz siyasi kurumların en temel mücadelesidir. Yaşamın her bir alanında, temel hakkımız için mücadele etmeye devam edeceğiz."