Yunanistan’ın komplodaki rolü ile ilgili dava 9 Kasım’da görülecek

Yunanistan’ın uluslararası komploda oynadığı role ilişkin açılan davanın ilk duruşması 9 Kasım’da görülecek. Dava avukatları "17 yılın sonunda komplo bağlamında açılan bu dava süreci, Yunan devletinin değil bizlerin başlattığı bir süreçtir" dedi.

Yunanistan’ın uluslararası komploda oynadığı role ilişkin açılan davanın ilk duruşması 9 Kasım’da görülecek. Davaya ilişkin bir dizi çalışma ve görüşme yürüten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatları Newroz Uysal, Ebru Günay ve Cengiz Çiçek “İltica talebinin Sayın Öcalan tarafından yapıldığı ve bu talebin dönemin Yunan hükümeti tarafından işleme konulmadığı ispatlanır ya da mahkeme bu yönde bir karar verirse belki de 17 yılın sonunda Sayın Öcalan lehine en güçlü hukuki argüman oluşturulmuş olacak” dedi.

Öcalan’ın avukatları Newroz Uysal, Ebru Günay ve Cengiz Çiçek, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Şu anda Yunanistan’da Sayın Öcalan’ın iltica talebinin reddedilmesi ile ilgili mahkeme durumu var ne aşamada?

Dava, 3 Aralık 2008’de Yunan Devleti’ne karşı ilk derece İdare Mahkemesi’nde açılan bir dava. İlk duruşması 9 Kasım sabah 10.00’da görülecek. Davanın temel konusu Sayın Öcalan’ın Yunanistan’a yaptığı iki girişindeki hukuksuzluklardır. Özellikle Sayın Öcalan’ın Rusya’dan tekrar Yunanistan’a girişi ve Yunanistan Kenya büyükelçiliği süreci bir dizi hukuksuzluklar içeriyor. Öyle ki Yunan resmi görevlileri ile sürekli birlikte ve temas halinde olmasına rağmen; bunlardan da önemlisi Yunanistan topraklarında olmasına rağmen –buna Yunanistan Kenya büyükelçiliği de dahildir- hiçbir resmi işleme tabi tutulmuyor. En basitinden Yunan makamları Sayın Öcalan’a resmi gözaltı muamelesi yapmış olmaları halinde bile kendisinin başta iltica olmak üzere kimi resmi başvurularını gerek Yunan iç hukuku gerekse uluslararası sözleşmeler (özellikle Dublin ve Cenevre sözleşmeleri) bağlamında değerlendirmeleri gerekecekti. Bu yasal yükümlülükten kurtulmak için dönemin Yunan hükümetinin Sayın Öcalan’a yönelik attığı her adımı fiili olarak yürüttüğünü görmekteyiz. Öyle ki bu korsan hukukun farkında olan Sayın Öcalan, Kenya’da 5 Şubat 1999 tarihinde Yunanistan Kenya büyükelçiliğine yazılı olarak iltica başvurusunda bulunuyor. Çarpıcıdır, bu yazılı başvuru hiçbir şekilde işleme konulmuyor. İlgili davamız tam da bu hukuksuzluklar aleyhine açılmış bir davadır.

Özünde idari ve tazminat talepli bir dava olsa da komplonun hukuken de açığa çıkarılması ve teşhir edilmesi amacıyla açılmıştır. Bu yönüyle bir hak arama mücadelesi olarak ele alıyoruz bu davayı. Bu davada Yunan Devleti’ni temsilen Maliye Bakanlığı yer alacak. Sayın Öcalan için bugüne kadar açılan tüm davalarda ilke edindiğimiz üzere bu davayı da Yunanistan hukuku kapsamında en alt miktardan tazminat talepli açtık. Çünkü bu ve diğer davalarda müvekkilimizin de isteği doğrultusunda temel amacımız, pozitif hukuk bağlamında mağduriyeti kabul edip bunu tazmin etme yolundan ziyade, bir kişi ve onun şahsında şahsında bir halka karşı devletlerin iktidar çıkarları temelinde şekillenen egemenlik hukuklarını teşhir etmektir; özcesi, Kürt sorununun bugün de halen çözümsüz kalmasındaki temel nedenleri açığa çıkarmak ve sorumluların hangi güçler olduğuna işaret etmektir. Çabalarımız sonuç alırsa hukuk belki de çok ender görülen bir şekilde önemli kördüğüm halini almış toplumsal sorunlardan birinin yani Kürt kördüğümünün çözümünün de tartışıldığı önemli bir zemin haline gelecektir. Bu yönüyle ele alındığında bu türden davaları açmak ve takipçisi olmak demokratik-özgürlükçü hukuk mücadelemizin bir gereğidir.

Yunanistan’ın iltica talebinden 17 yıl sonra bu kadar gecikmeli olarak böylesi bir prosedürü başlatmış olması ne anlama geliyor?

Aslında başlatılan bir prosedür olmaktan ziyade, biz Sayın Öcalan’ın avukatlarının açtığı bir davadır. Davacı Sayın Öcalan Davalı ise Yunan devletidir. Bu dava Yunanlı meslektaşımız Yiannis Rachiotis tarafından açılmış bir davadır. Şüphesiz davanın hazırlıklarını Asrın Hukuk Bürosu olarak meslektaşımız Yiannis ile birlikte yürütmekteyiz. Dolayısıyla 17 yılın sonunda komplo bağlamında açılan bu dava süreci, Yunan devletinin değil bizlerin başlattığı bir süreçtir. Tabi bugün Yunanistan’da komplo döneminin Kostas Simitis hükümetinden farklı olarak daha demokratik ve bu yönüyle de Avrupa soluna ümit veren bir hükümeti var. Umut ederiz ki mevcut Syriza hükümeti Sayın Öcalan davasında tarihsel bir haksızlığın giderilmesi noktasında yapıcı bir rol oynayacaktır. Sonuç itibariyle bu davayı başta dost ve değerli Yunan halkına karşı açmıyoruz; tersine Yunan ve Kürt halklarının kadim dostluklarının pekiştirilmesinin aracı haline de getirmek isteriz. Her şeyden önce bu müvekkilimiz Sayın Öcalan’ın en temel arzusudur. Mevcut Yunanistan hükümetinin de böyle anlaması ve davayı bu temelde ele almasını, değerlendirmesini bekleriz. O yüzden de sizin aracılığınızla önemle belirtmek isteriz ki; bu dava kapsamında elde edeceğimiz herhangi bir maddi tazminat miktarını ekonomik açıdan zor günler geçiren dost Yunan halkının hizmetine sunulacak bir kuruma bağışlamak düşüncesindeyiz. Halklarımızın arasındaki sıkı dostluk bağları bize bunu emretmektedir. Her ne kadar tüm çabalarımıza rağmen kendisiyle görüştürülmesek de Sayın Öcalan da bizden bu şekilde hareket etmemizi isteyecektir. Zaten bu kararımızı müvekkilimizin bugüne kadar kendi davalarındaki bildiğimiz tutumuna bağlı olarak alıyoruz. Bu vesileyle 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren Sayın Öcalan ile görüşmemizi, tüm ahlak sınırlarını zorlayarak engelleyen güç ve zihniyetini tekrardan kınıyoruz. Düşünün böylesi önemli bir dava için bile müvekkilimiz ile görüşemiyoruz. Bir kez daha belirtmek gerekir ki Türk adalet sisteminin turnusol kâğıdı, Sayın Öcalan’ın içinde tutulduğu koşullardır.

Uluslararası komplonun başlangıç yıl dönümünden sonra böylesi bir mahkeme süreci başlayacak. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıda da temel hatlarıyla belirttik. 17 yılın sonunda uluslararası komplo bağlamında en önemli davalarımızdan biri bu davadır. Önemi de şudur: Sonuçta o dönem hukuksuzlukları olmasaydı belki de bugün Sayın Öcalan İmralı adasında 17. yılını doldurmayacaktı. Aslında bu açıdan bakıldığında hukuksuzluk üzerinden inşa edilen yargılama ve cezalandırmanın kendisi bile hukuksuzdur diyebiliriz. Dolayısıyla 17 yıllık mahpusluk hayatı da bir hukuksuzluk üzerinden temellendirilmiştir. AİHM’de görülmüş olan başvurumuzda ısrarla vurguladığımız “hukuka uygun bir gözaltı ve tutuklama olmaksızın yapılacak yargılama hukuksuz sayılacaktır” kuralının yani her işlemin hukuka uygun yapılması gerekeceği kuralı mahkemece kabul edilmemiştir. Aslında bu konu tüm bu 17 yıllık hukuk girişimlerimiz ana gündemi olmuştur. Sayın Öcalan şahsında ortaya çıkan ve halen de devam eden sonuçlarına baktığımızda kaynak bir dava niteliğindedir. Zaten dava kapsamında ileri sürdüğümüz önemli argümanlarımızdan birisi de Yunan hükümetinin hukuksuz pratiklerinin o günün şartlarında Sayın Öcalan’ın yaşam hakkı ve özgürlüğünü tehdit eder bir nitelik taşıdığıdır. Sonrası gelişmeler de göstermiştir ki yaşam hakkı son derece risk altına girdiği gibi özellikle özgürlüğünün kısıtlanması bağlamında gerçekleşmiş ve devam eden bir mağduriyet, hak kaybı süreci doğmuştur. Dolayısıyla bu davada elde edilecek bir lehe karar komplonun yıldönümünde anlamlı olacağı gibi yeniden yargılanma da dahil gasp edilmiş kimi hukuki süreçlerin canlandırılması sonucunu da doğurma ihtimalini barındırmaktadır. Politik ve ahlaki çerçevede bakıldığında da 17. yılında özellikle Yunan devleti bağlamında bir özeleştiri olacaktır.

Yürüttüğünüz çalışmalar nelerdir?

Yaklaşan duruşmaya hazırlık kapsamında komploya bir şeklide tanıklık etmiş kişilerle yoğun bir şekilde görüşmekteyiz. Bu görüşmelerdeki temel amacımız gerek resmi makamların göz ardı ettiği gerek tanıklık etmesine rağmen gün yüzüne çıkmamış kimi gerçekleri açığa çıkarmak ve belki de en önemlisi hasıraltı edilmiş kimi somut belge ve bulgulara ulaşmaktır. Netameli olmakla birlikte komploya dair kimi somut belgelere ulaşacağımız konusunda iyimser olduğumuzu belirtebiliriz. Bir bütün olarak özellikle Yunanistan’da komplo bağlamında seyreden hukuki süreçlere baktığımızda, gerek Kürt gerekse Yunanlı olsun olayın çok dışında insanların yargılanarak asıl sorumluların rolünün ört bas edilme gayretine girildiği görülüyor. Örneğin 2004 yılında beraatla sonuçlanan ceza davasında Yunan mahkemeleri Sayın Öcalan’ın Yunanistan havaalanından ülkeye giriş yapmasından havaalanı memurlarını, polislerini pilotu vs. sorumlu göstererek onları yargılamıştır. Oysaki dönemin iç işleri, dış işleri bakanları hatta Başbakanı başta olmak üzere asıl sorumlulara hiç dokunulmadığı görülmektedir.

Bu vesileyle Yunanistan’daki meslektaşlarımızla da dava kapsamında mesleki dayanışma içerisindeyiz. Bu davaya duyarlı kimi demokratik kitle örgütleri ve çevrelerle görüşmelerimiz devam ediyor. Aynı şekilde siyasal partilerle de temaslarımız, görüşmelerimiz devam etmekte. Tüm bu görüşmelerde komplonun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan İmralı tecrit gerçeğini anlatmakla birlikte, komplonun sonuçlarının nasıl telafi edileceğini de tartışmaktayız. Yine dava öncesi 4 Kasım tarihinde HDP ve mümkünse Yunanistan’dan kimi siyasi parti temsilcileri, Yunanlı ve Kürt avukatların katılacağı bir basın toplantısı düzenleyeceğiz. Bu basın toplantısına ilgili kurum ve kuruluşları davet ediyoruz. Amacımız gerek hukuksal ve gerekse politik olarak komplo gerçeğine tekrardan güçlü bir vurgu yapmak; kimi tarihsel gerçekleri bu vesileyle tekrardan yerli yerine oturtmaktır.

Böylesi bir prosedür ardından iltica talebinin kabul edilmesi olabilir mi? Kabul edilmesi Öcalan’ın tutsaklık koşullarına hukuken herhangi bir etkisi olur mu?

İltica talebinin Sayın Öcalan tarafından yapıldığı ve bu talebin dönemin Yunan hükümeti tarafından işleme konulmadığı ispatlanır ya da mahkeme bu yönde bir karar verirse belki de 17 yılın sonunda Sayın Öcalan lehine en güçlü hukuki argüman oluşturulmuş olacak. Böylesi bir karar, Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle sonuçlanan sürecin uluslararası hukuka da aykırı olduğunu tescilleyecektir. Özellikle sığınma, mültecilik-iltica konularında önemli uluslararası sözleşmelere aykırılık durumu netleşmiş olacaktır. Örneğin Cenevre sözleşmesi bağlamında mülteciyi zulüm riski olan yere geri göndermeme (non refoulement) ilkesinin ihlal edildiği görülecektir. Yine Dublin Sözleşmesi bağlamında Sayın Öcalan bir sığınmacı olarak görülse ve yasadışı yollardan ülkeye giriş yapsa bile Yunanistan devleti sığınılan ülke olarak yasal yükümlülükleri gereği sorumlu tutulacaktır. Böylece -belki o zaman daha somut değerlendirmeler yapmak mümkün olacak- Sayın Öcalan şahsında ortaya çıkan tüm hukuksal sonuçlar tekrardan yargılama konusu edilecektir.

Ayrıca böylesi bir durum, uluslararası kurumlarda siz Öcalan’ın avukatlarının elini güçlendirir mi?

Belki de en pratik sonucu bu olacaktır. Bugüne kadar yaptığımız görüşmelerde ağırlıklı olarak somut kararlar üzerinden mesafesini koyan yaklaşımlar, bu lehe olan sonuç karşısında yüzyılın bu hukuk korsanlığına artık seyirci kalmasa gerek. Bu da kendileri açısından ayrı bir sınav olacak…