Zaferin eşiğinde Kürtlere kurulan tuzak: Hizbulkontra-Hüda Par -3-

1990’lı yıllarda yüzlerce Kürt'ü vahşi bir şekilde katleden Hizbulkontracılar, faşist AKP hükümeti aracılığıyla serbest bırakıldı. Bu katil devşirme çevreler yeniden formatlanarak Hüda Par ismiyle tekrar piyasaya sürüldü.

Kurdistan’da 1990’lı yılların başı, halk serhildanlarının gelişip yaygınlaştığı yıllardır. Ve bu tarihten itibaren de yurtsever Kürtlere karşı silahlı, satırlı saldırılar başlıyor. Bu saldırılar, stratejik projenin bir gereği olarak Türk Gladyosu eliyle devşirilmiş, “Kürt kökenli, Kürt asıllı” çeteleşmiş hainler üzerinden gerçekleştiriliyor. Saldırılar öyle ahlaksızca, öyle hain ve canice yapılıyor ki, sorgulamalara yol açıyor. Toplum içerisindeki en saygın, en dürüst insanların katledilmeleri vicdani sorgulamalara yol açıyor. İç çatışmalarının önemli nedenlerinden biri, İlim/Hizbullah denilen hain grubun Kürt yurtseverlerine düşmanın istemlerine uygun sınırsız yönelme siyasetine itiraz etmeleriyle de ilgilidir. Özcesi ayrışma, ya da guruplaşma, devletle ilişkiler noktasındadır. Bu ajan ve kontra faaliyetin itirazla karşılanmaya başlanması, Hüseyin Velioğlu grubunun bu kişileri de en vahşice yöntemlerle katletmesini beraberinde getirecektir. İç çatışmalarında devlet, Velioğlu’nun yani Hizbullah olarak devam eden kontrgerilla grubunun yanında yer alarak, kanatları altında korumaya alırken, menzil grubunun tasfiyesi için harekete geçecektir.

Gazetecilerin sorusu üzerine, dönemin Batman Emniyet Müdürü olan Öztürk Şimşek, “Hizbullah’ın üzerine nasıl gidelim? Karargahları JİTEM binasının yanındadır” diyor ve yanındaki Batman Vali Vekili Mustafa Ali Örnek de “evet maalesef öyle” diye onaylıyor. Zaten cinayetlerin en yoğun olduğu dönemin Emniyet Genel Müdürlerinden biri de, yine Nakşi tarikatı üzerinden devşirilmiş bir işbirlikçi hain olan Mehmet Ağar, bu katillere karşı başlatılacak bir operasyonun yerinde olmayacağını belirten bir değerlendirme yapacak kadar onları korur. Dolayısıyla devletin kurduğu bir oluşuma karşı, ‘hizmetlerinde’ kusur etmedikleri müddetçe bir operasyona girişilmesi düşünülemez zaten. Bu süreç, Menzil grubunun tasfiyesini getirirken, efendilerinin istemlerine uygun olarak kontra grup, daha da ahlaksız ve sınırsız bir yönelim içerisinde yurtsever, dindar çevreler de dahil olmak üzere herkese saldırmakla yükümlendiriliyor. Velioğlu’nun yeğeni, “10 yıllık bir yeraltı faaliyeti sonrasında 1991 yılında açık tebliği ilan etti” derken, ardından da anlatımlarında çokça Avrupa’ya ve hatta Amerika'ya gittiğinden bahsediyor. İlginç ve dikkat çekici bir anlatımı Êlih'te (Batman) bir Amerikalı turistle tanışarak onu Müslümanlaştırdığından ve Êlih'te onunla çokça dolaştığından, daha sonra da onun ailesiyle telefon konuşmaları yaptığından söz etmektedir. Ayrıca İngilizceyi çok iyi bildiğine vurgu yapmaktadır.

Bu anlatımlar Arap dünyası içinde ajanlık yapan Lawrence’yi (Thomas Edward) hatırlatmaktadır. Bu ünlü ajan Müslüman olduğunu söyler, bir Müslüman gibi yaşar ve bu kimlik altında faaliyet yürütür. Velioğlu’nun İran Devriminden sonra İran’a giderek Humeyni ile görüştüğü ve daha sonra ise İran Devrimine cephe aldığı belirtilmektedir. Yani Şia karşıtlığı temelinde bir tutum geliştirdiği ve anti İran bir duruş sergilediği anlatımlarda otaya konulmaktadır. Tüm bunlar üst üste konulduğunda Gladyocu şifrenin karelerinin dolmaya başladığı görülmektedir. Halk tarafından Hizbulkontra olarak adlandırılan bu karanlık ve kirli şebekenin devletle ne kadar bağlantılı olduğunu anlamak için Kurdistan’daki katliamlarda bizzat rol alan kontrgerilla elemanları ve diğer kimi Türk devlet görevlilerinin anlatımlarına, oluşturulan örgütlenme ve ilişki ağına bakmakta fayda var. Yukarıda Velioğlu ile ilgili kimi tanıklık ve tespitler dile getirilmişti.

CAMİLER, DERNEKLER VE VAKIFLAR DEVŞİRME MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

Halk serhildanlarının dorukta seyrettiği, Kürt Özgürlük Hareketi'nin toplum nezdinde en fazla kabul görerek her gün biraz daha kitleselleştiği Kurdistan’ın orta kesiminde Camilerin, dernek ve vakıfların (Mustazaflar, Umut-Der, Şura-Der, İkra-Der ve İhya-Der vb) devşirme merkezlerine dönüştürüldüğü bilinmektedir. Yeğen Abdulhekim, “Amcam Camilerde 40-50 bin çocuğu eğitti” diyor. Devletin bizzat içinde olmadığı bir faaliyetin çapının bu kadar büyüyebileceği nasıl düşünülebilir? O dönem yaşanan cinayet, kaçırma vb. saldırılar herkesin gözü önünde yapılan bir noktaya gelmiştir. Hareketin kitle ayağının ne olursa olsun kesilmesi gerekiyordu. Bu nedenle dizginsiz ve bağıra bağıra Hizbulkontra ile ortak hareket ettiklerini ortaya koymaktan çekinmiyor, bununla da toplumda derin bir korku dalgası estirilmek hedefleniyordu. Bu konuda belli bir sonuç da alıyorlardı. Çünkü artık seçici de davranılmıyor, yurtsever olan her Kürt hedefleniliyordu. Katiller, saldırganlar halk tarafından yakalanıyor, ya polise teslim ediliyor ya da polis-asker, istihbarat onları halkın elinden alarak ardından da serbest bırakıyorlardı. Yine halkın yakalamaya çalıştığı hain saldırganlar karakollara sığınıyor, olay yerlerinde bekleyen polis araçlarına alınarak kurtarılıyorlardı.

Bu dönem, polis, asker, istihbarat, korucu, itirafçı ve Hizbulkontranın birlikte Türk Gladyosunun sorumluluğu altında çalıştıkları bir süreçtir. At izinin it izine karıştığı denen ancak iz sahiplerinin izlerinin gidip buluştuğu ortak bir merkezdi burası. Çünkü Hizbullahı onlar kurmuştu. Albay Arif Doğan, “JİTEM’i ben kurdum” diyor ve Hizbullah denen ajan oluşumun nasıl kurulduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Hizbullahı PKK’ye karşı biz kurduk zaten. Hüseyin Velioğlu’ydu başındaki teşkilatı ben kurdurttum. PKK, halk tabanına girmişti. Bunun engellenmesi amacıyla başında Velioğlu’nun bulunduğu dört kişilik birimi ben kurdum. 90 öncesiydi. Bunlar PKK’ye karşı camilerde vaizlik yapıyor, korucular da bunları koruyordu. Sonra Hizbullaha dönüştü. Hüseyin Velioğlu’nu iyi tanırım. Kavacık’taki evde öldürüldü, denildi ama başka yerde öldürülerek oraya getirildi.” İşin pratik örgütlenmesi ve yürütülmesinde sorumluluk sahibi olan askeri, siyasi ve idari düzeyde devletin en yetkili ve etkin görevlerinde bulunan kimi şahısların anlatımlarından da yola çıkarak bu çetenin nasıl oluştuğunu anlamak gerekmektedir.

Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek, “Bunların Gercüş’ün Çiçekli, Sekilli ve Gönüllü köylerinde kampları var. Silah eğitimini de jandarmadan gelen bazı subay ve astsubaylardan alıyorlar” diyerek nerelerde ve nasıl eğitildiklerine işaret ediyor. Hizbulkontra cinayetlerinin iç ve dış kamuoyu nezdinde yarattığı tepkiler siyasi-idari yöneticilerin sıkışmalarını da beraberinde getirirken sorulan sorular, istenen açıklamalar karşısında itiraf düzeyinde açıklamalar idari ve siyasi yöneticiler tarafından yapılacaktır. Dönemin OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu, “JİTEM, MİT ve Emniyet’in Hizbullah ile o dönem istihbarat alışverişi yapması gayet doğal bir durum” derken; Hizbulkontra’yı bir devlet kurumu olarak ifade etmektedir. Yine diğer bir katil ve derin devlet elemanı olan OHAL Valisi Ünal Erkan, “PKK çökertilmedikçe, Hizbullah tipi militan örgütleri çözmeye niyetli değiliz” diyerek bu şebekenin nasıl devşirme bir oluşum olduğunu amasız, fakatsız dile getirmektedir.

HİZBULLAH PKK’YE KARŞI GÖREVLENDİRİLDİ

Yine Eski Devlet Bakanı ve 5 dönem milletvekillik yapan Eyüp Aşık da; “Güneydoğu’da terörle mücadelede devletin en etkili üç silahı vardı. Özel tim, koruculuk ve Hizbullah” derken, bu süreçte bir dönem İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı da yapmış olan ve aynı zamanda uzun yıllar devletin bakanlık ve bürokratik üst düzey görevlerinde bulunmuş olan İsmet Sezgin’in söylediklerinin bu karanlık ilişkinin hakikat düzeyinin anlaşılması açısından çok önemli olduğunu belirtmek gerekiyor. Sezgin, kısa ve öz bir ifade ile diyor ki; “Devlet dışarıdan da birtakım kimseleri de görevlendirdi. Yani devlet kendi görevlerini devlet görevlisi olmayan bir takım kimselere yaptırmak istedi Hizbullah, PKK’ye karşı örgütlendirildi. Şimdi Hüda Par var ya ona yakın, devlet onlara da göz yumdu.” Dikkat edelim; Cem Ersever ve Muhsin Yazıcıoğlu ilişkileri, Yeşil denen katilin MHP’den gelmiş olması ve Hizbulkontra elemanlarından bazılarının da hem kurucu, hem de başat eski MHP tetikçilerinden olması öyle sıradan bir rastlantı olarak değerlendirilemez. Mesela Burhan Kavuncu, Maraş katliamı planlayıcılarından ve vurucu katillerindendir. Mehmet Sümbül de, 12 Eylül’den önce MHP tetikçilerinden. Hem Kavuncu, hem de Sümbül daha sonra  Hizbulkontra’nın en gaddar ideolog, yönetici ve tetikçileri oldular.

Yukarıda Abdulkadir Aksu’nun Yeniden Milli Mücadele grubu içinde yer aldığını vurgulamıştık. Faşist Burhan Kavuncu Maraş katliamının planlayıcı ekibinden ve katliam tetikçisidir. Abdulkadir Aksu ise Maraş’ta Vali vekilidir. Nakşibendi tarikatına yerleştirilmiş bir Gladyo elemanıdır. Birlikte çalıştıkları tartışmasız bir olgudur. TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı AKP eski Milletvekili Mehmet Elkatmış,“Hizbullah, PKK’ye karşı devletin kurdurduğu, beslediği, büyüttüğü bir örgüttür” diyor. Kendisi AKP bin kurucularından ve Meclis İnsan Hakları Komisyonunun da başkanıdır.  Görüldüğü gibi ilişkiler, Yeşil’den, Yazıcıoğlu’na, Velioğlu’na, Kavuncu’dan, itirafçı devşirmelere, oradan, Emniyet istihbaratına (Hanefi Avcı, Çevik Kuvvet de dahil), JİTEM’e ve Özel Harp dairesine; idari anlamda da Hayri Kozakçıoğlu, Ünal Erkan’a, Naci Çetinkaya, Necati Bilican, Abdulkadir Aksu, Mehmet Ağar ve dönemin TC Başbakanı Tansu Çiller’e kadar uzanan bir içerikte olması her şeyi yalın olarak ortaya koymaktadır.

HİZBULKONTRA VE DEVLET İLİŞKİSİ

Hizbulkontranın cinayetlerinde kullandığı silahların tamamına yakını Rus Yapımı Takarov ve Makarov marka silahlardır. Bunların devlet tarafından kendilerine aktarıldığını bizzat Tansu Çiller ve aynı dönemin Batman Valisi Salih Şarman’ın iletişimlerinde görmek mümkündür. Şarman Çiller’e gönderdiği mektupta PKK’ye karşı karma bir Özel Hareket Birliği kurduklarından hareketle örtülü ödenekten para ve silah talep edecektir. Devlet, Kurdistan Özgürlük Mücadelesinin öncüsü PKK’yi yenmek için ikirciksiz olarak her türden kirli yol ve aracı kullanmaktan imtina etmemiştir. Dolayısıyla böylesi her talep fazlasıyla karşılanmakta ve çoğu zaman da bu “cömertçe” aktarmalar, bu yönetici şebeke ve dar çevrelerinin hizmetine konulmaktadır. Bu olayda yüklü sayıda silah aktarılacak ve bu silahların büyük bölümünün envanterde olmadığı yapılan yargılamalar sonucunda anlaşılınca, görevini iyi yapmadığından ötürü mahkum edilecektir. Formül; “Her türlü yasa dışı, kirli ve ahlaksıza şeyi yapmakta özgürsün, ancak bunu gizlemeyi de başaracaksın. Başaramazsan sorumluluk sana aittir.”

Hizbulkontra ve devlet ilişkisini biraz da Hizbullah tetikçilerinin kendi anlatımlarından dinlemekte fayda var. Hizbullah ana davasından yargılanan Nurettin Sezik, “1993-94 yıllarında emniyet güçleri yetersiz kaldığından devreye Hizbullah girdi” derken, Murat Kurttekin adlı devşirme, polis tarafından kullanıldığını şöyle ifade ediyor: “Polis tarafından bir çok eyleme sevk edildim. Yani polis beni kullandı.” Yine bir başka devşirme katil Mahmut Demir de “PKK’ye karşı kurulduk” itirafında bulunacaktır. Tahliye olan sanıklardan Mustafa İpek İsimli devşirme, işlediği cinayetlerle ilgili mahkemeye, “Emniyetin yetersiz kaldığı yerlerde Hizbullah devreye girip en güzelini yapmıştır” diyerek sadakatlerini mahkeme huzurunda da teyit etmiş ve tutanaklara geçirmiştir.

Cemal Tutar denen onlarca Kürt yurtseverinin katili (bizzat 109 kişinin katili olduğu belirtiliyor) devşirme cani, “1991’de PKK ile çatışma halinde iken Hizbulahı kurduk. Talimatları Velioğlu veriyordu, ben de kuryeliğini yapıyordum. Cinayetleri Allahın yardımıyla işledik. Bölgede asker ve polisin sevgisini kazandık” diyecek kadar alçaktır. Efendilerine sadakatle hizmet ederek sevgilerine mazhar olmanın iğrenç ruh hali içindedir. Allahı da bu cinayetlere ortak edecek kadar inanç düşmanı bir psikopat portresi çizmektedir. Jandarma ve polise güzellemeler düzerken de, mahkeme heyetini devletle olan kirli ilişkilerinden güç alarak “haddinizi bilin” demeye getirerek, Gaffar Okan’ın yaşadığı sonla tehdit edebilecektir. “Bakın Gaffar Okan, Gladyo çizgisinde hareket etmedi ve gitmesi gereken yere gönderildi” şeklinde ifadelendirilebilecek bir tutumla; “hiç bir şeyin hukukla çözüleceğine inanmıyorum. Eğer cezaevinde bize baskı olursa o cezaevinin savcısı, müdürü, o ilin emniyet müdürü ve bizi yargılayan mahkeme heyetini Gaffar Okan’ın yanına göndeririz” diyecek kadar da rahattır.

Neden rahat olmasınlar ki! Efendileri Kürt sorununu kan ve şiddetle çözme sevdasından vazgeçmedikleri müddetçe, hem psikopatlara, hem de ferasetlerini yitirmiş tiplere her zaman ihtiyaç duyacak ve hizmette kusur etmeyeceklere de kemikli çorba sunacaktır. Hizbullahçı kontralar ile itirafçı kontralar birlikte çalışmaktadır. Bu itirafçılardan biri olan kontrgerilla elemanı Murat Demir, dikkat çekici bir itirafta bulunmaktadır. 1992 yılı sonuna kadar hizbullah adına saldırıları bizzat kendilerinin yaptığını “Hizbullah adıyla çok sayıda eylem yaptık” diyerek JİTEM ve Hizbullah ile birlikte çalıştıklarını ortaya koyuyor. Hizbulkontra bu saldırıları kendilerinin yapmadığını duyurmuyor. Tam tersine bunun propagandasını yapıyor. JİTEM Kurucusu Cem Ersever de, “güvenlik kuvvetleri Hizbullahı koruyup güçlendirmişlerdi. Hizbullahın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır” diyerek bu durumu teyit etmiştir.

GERÇEKLERİ TOPLUMA ULAŞTIRAN GAZETECİLER DE HEDEF ALINDI

Eski, TC Kültür Bakanlarından Fikri Sağlar, Siyah Beyaz gazetesinde yayınlanan röportajında, ordunun Hizbullahı sadece kullanmakla kalmadığını, aynı zamanda bu örgütü kurup sponsorluğunu da yaptığını belirtmiştir.  Meclis Faili Meçhul Cinayetleri araştırma Komisyonu raporunda da, Batman’da yaptıkları görüşmelerde halktan insanların “bakın şu karşıda gördüğünüz Garnizondan çıkanların hepsi Hizbullahçıdır” belirlemesinin yanı sıra, bu örgütün asker ve polis tarafından desteklenip eğitildiğine de yer verilmiştir. Hatta devletin bu politikasını Ağustos 1985’lere kadar dayandırmıştır. Yukarıda, Hizbulkontra denilen bu ajan oluşumun bir noktadan sonra rejime muhalif herkese saldırmaya başladığı belirtilmişti. Ancak bu saldırılar da en dikkat çekici şey, saldırı oklarının ilk yöneldiği insanların, kontra faaliyetlerini deşifre eden yurtseverlerin, kontra faaliyetinin içinde olanların kirli ilişki ve kimliklerini deşifre eden; devlet, polis, asker, istihbarat kurum ve kişilerle ilişkileri açığa çıkarak topluma ulaştıran gazeteci, aydın, demokrat, siyasetçi ve yurtsever din adamlarından seçilmiş olmalarıdır. Yani en büyük hassasiyetleri ve korkuları, bu alçakça faaliyetlerin toplum katında deşifre edilmelerini engellemek üzerinden açığa çıkmış olmasıdır. İşte bu nedenle en başta  gazeteciler saldırıya uğrayacaktır.

Gazeteci Halit Güngen 6 Şubat 1992 tarihinde yayınlanan “Hizbullah Çevik Kuvvet merkezinde eğitiliyor”  başlıklı haberi ile devlet-JİTEM ilişkilerini deşifre ettiği için katledildi. Halit Güngen’in ardından Cengiz Altun, Hizbulkontranın hedefinde oldu ve 24 Şubat 1992 yılında Êlih'te katledildi. Cengiz Altun, bölgede halk önderlerine ve yurtseverlere yönelik geliştirilen saldırıları ve nereden kaynaklandığını haberleştirerek iç ve dış kamuoyuna duyurmuştur. Devlet-Hizbullah ilişkisinin en somut örneklerinden biri de olay yerinde cinayette kullanıldığı tespit edilen silahla birlikte yakalanan katil İsmail Emsen, ruhsatsız silah bulundurmaktan tutuklanacak ve kısa süre sonra da serbest bırakılacaktır. Olaydan dolayı AİHM’e götürülen davada Türk devleti AİHM tarafından kusurlu bulunarak mahkum edildi. Cengiz Altun’un katledilmesinden sonra Hafız Akdemir, Cengiz Altun için, “Gülüşün Özgürlüğümüzdür” başlıklı bir yazı yazarak saldırıların Özgür Basını yıldıramayacağını, halkın şehitlerini görkemli törenlerle nasıl sahiplendiğini gazete sayfalarından kitlelere duyuran haberlere imza attı. Hizbullah-Devlet ilişkilerini deşifre eden, şehitlerin sahiplenilmesini haberleştiren Hafız Aydemir de, 8 Haziran 1992 günü Amed’de Hizbullah-Devlet devşirmeleri tarafından katledildi. Ardından Gerçek Dergisinin Amed temsilcisi Namık Tarancı, 20 Kasım 1992’de katledildi. Yine Hizbullah'ın Velioğlu tarafından yönetildiğini haber yapan Mehmet Şenol da saldırıların hedefi oldu. Saldırılardan birçok kez kurtulan Şenol, haber takibinde iken devletin bombardımanı sonucunda katledildi.

Saldırılar art arda devam etti. Onlarca dağıtımcı ve çalışanın yanı sıra birçok siyasetçi, inançlı insanlar da bu çetelerin eliyle akıbetleri hala belli olmayan şekilde kaybedildi, katledildi. Hizbullah-Devlet, saldırıların hedefini büyüterek bu kez yurtsever parlamenterleri katletmeyi korku ve panik yaratmanın taktiği olarak devreye soktu. DEP Milletvekili Mehmet Sincar yanındaki Metin Özdemir ile birlikte 4 Eylül 1993’te Êlih merkezde herkesin gözleri önünde Hizbulkontralar tarafından katledildi. Bu olay Devlet-Hizbullah ilişkisini en yalın biçimde ortaya koymaktadır. Katliamdan sonra, olayı TİT (Türk İntikam Tugayı) adlı sanal yapı üslenerek dikkatleri başka tarafa yönlendirmeyi hedefleyeceklerdir. Susurluk raporunda katliamı yapanların Yeşil olarak bilinen kontra Mahmut Yıldırım ve üç itirafçı tarafından gerçekleştirildiği belirtilirken, bunlara ilişkin hiç bir kovuşturma-soruşturma yapılmayarak katiller korundu. İstanbul’da öldürüldüğü söylenen Velioğlu’nun bulunduğu villada ele geçen arşivde dikkat çeken bir ayrıntı ortaya çıktı. Mehmet Sincar’ın katledilişinde Hizbulkontra elemanı Cihan Yıldız’ın da rol aldığı ortaya çıkıyor. Bu katliamda da görüldüğü gibi; TİT/JİTEM-Hizbulkontra aynı olayda birlikte tetikçi kullanıyorlar. İsmi geçen kontra elemanı Avusturya’da yakalanarak Türkiye’ye iade edildi ve daha sonra serbest bırakıldı.

KATİLLER CEZAEVLERİNDEN ÇIKARILARAK HÜDA PAR ÜZERİNDEN GÖREVLENDİRİLDİ

Sonuçta; giderek devleti zor durumda bırakan ve işi polis müdürlerini, Kürt olmayan ilahiyatçı ve benzer çevreleri katletmeye kadar götürerek, “hadsizlik yapanların” kulaklarının çekilmesi gerekiyordu. Zaten halk her tarafta bizzat bunlara müdahale tutumu geliştirmiş, gerilla da devreye girerek katileri cezalandırmaya başlamıştır. Bu yeni durum hudutsuz hain, zalim ve kalleş bu maşalara karşı halkta patlama noktasına gelen bir öfkeye dönüşmüş, tepkiler bu hainler şahsında devlete yönelmiştir. Yarattığı canavarların giderek kendilerine zarar veren bir noktaya geldiğini gören derin devlet aklı, yeni araç ve yollar üzerinde proje üretme arayışından sonuç alamayacağını gördüğünden, hem bunları koruyarak kendini koruma hem de halkın öfkesini yatıştırma yolunu tercih etmiştir. Bu temelde de sınırlı operasyonlara girişmiştir. Bu operasyonlarda tutukladıklarını (bunların bir kısmı cezaevinde iken, yurtseverleri katletmek üzere dışarı çıkarılmış işledikleri cinayet sonrasında tekrardan cezaevlerinde güvenlik altına alınmışlardır) daha sonra serbest bırakarak Hüda Par üzerinden yeniden görevlendirilmişlerdir.

Yani Gladyo-mafya devlet için artık bu güruh rolünü oynama noktasından sapmıştır. Bunları karşısına almamak ve gerektiğinde yeniden farklı biçimlerde kullanmak üzere, “hizmetlerinden” ötürü AKP üzerinden ödüllendirmeyi tercih etmiştir. Evet bu çerçevede, bunların büyük bir kısmına dokunulmamış (ki bunların bir kısmı Kobanê protestoları sürecinde halka karşı kullanılarak onlarca yurtseverin kanına girmişlerdir) ama belli bir kısmı da daha sonra serbest bırakılmak üzere tutuklanmış ve binleri bulan cinayetlerden sorumlu tüm katiller peyderpey serbest bırakılmışlardır. Gladyo devletin, “suyu kurutarak balığı susuz bırakma stratejisinin” bir parçası olan devşirme hainleri silahlandırarak halka saldırtma projesi istenen sonuçları vermemiştir. Bu nedenle, tutuklanmayan-dokunulmayan ve cezaevlerinden serbest bırakılmaması gereken, ancak kirli amaçları nedeniyle AKP hükümeti aracılığıyla serbest bırakılan bu katil devşirme çevreler yeniden formatlanarak Hüda Par ismiyle piyasaya sürülmüştür.

Yazının başlarında özel savaş güçlerinin askeri-sivil boyuta kendilerini nasıl örgütlediklerine değinilmişti. Özellikle klasik sömürge olan Kurdistan’da, baskı ve zor sistemlerinin, yani sömürücü ve sömürgeci bütün yapılanmaların toplam uyguladıkları kirli ve insanlık dışı yöntemler devreye sokularak Kürtler tarih sahnesinden silinmek istenmiştir. Bu araçların en başında da kaleyi içten fethetme yöntemi gelir. Yani işbirlikçi ihanetçi, yapı ve çevreler üzerinden yürütülen özel savaş yöntemleri son 50 yıla, yani PKK öncülüğünde gelişen devrimci mücadeleye kadar da etkili olunmuştur. Son 50 yıllık mücadele tarihimizde de bu yöntem çokça devreye sokulmuş, buna hala da devam edilmektedir. Ancak hareketin devrimci/yurtsever ve toplumcu karakteri buna olanak tanımamıştır. Ama sömürgecilik, durum bu olmasına rağmen, kirli yönteminden hiç bir zaman vazgeçmeyerek oyunu birçok renkte oynamaya devam etmiştir.

4. Bölüm:

* Hizbulkontra elemanlarıyla sonuç alamayan devletin Hüda Par hançerini devreye sokması,

* Kobanê serhildanında Hizbulkontra/Hüda Par ve Türk Gladyosu’nun rolü,

* KDP/Barzani ailesi ile Hüda Par’ın bir araya getirilmesi.