Zana Kaya: Hakikat galebe çalar

Kaya: “Bir mesleği suç ilan ettiler. Ama yine de Türkiye'de gerçekten önemli bir basın direnişinin olduğu da ortaya çıktı. Gerçeğin gücü karşısında hiçbir güç duramaz. Buna inanıyorum.”

Özgür Gündem gazetesinin geçtiğimiz Ağustos ayında mahkeme kararıyla kapatılmasının ardından binaya yapılan baskınla gözaltına alınıp, tutuklanan Genel Yayın Yönetmeni Zana Bilir Kaya, özgürlüğüne kavuştu.

Gazeteci Kaya ile birlikte gazetenin Yayın Danışma Kurulu Üyeleri edebiyatçı Aslı Erdoğan ile dilbilimci yazar Necmiye Alpay da Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nden tahliye edildi. Ancak aynı davada yargılanan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ise hala Silivri 9 No'lu Cezaevi'nde tutuluyor.

Gazeteci Zana Bilir Kaya, cezaevi koşulları ile gazeteciliğin içinde bulunduğu duruma ilişkin sorularımızı yanıtladı. 

Cezaevi koşulları nasıldı?

Koşullar ağırdı. OHAL gerekçesiyle Anayasal ve yasal hakların hiçbirisi kullandırılmadı. Tutsakların bütün insani hakları askıya alınmış durumda. Görüş haklarında kısıtlama var. Diğer tutsaklarla görüşme, ortak etkinlik hakkı gasp edilmiş durumda. Mektup gönderme ve almada keyfilik hakim. Bunlar gibi bir tutsağın sahip olduğu tüm haklar gasp ediliyor. Yoğun bir tecrit var.

ESİR MUAMELESİ UYGULANIYORDU

Biraz daha somutlayalım. Örneğin görüşler. Aile ve avukat görüşü dışında arkadaş görüşü hakkını kullanabildin mi?

Ailem ile görüşebildim. Ancak arkadaş görüş hakkı kullandırılmadı. 4 ay boyunca aile ve avukat dışında hiç kimseyle görüştürülmedik. 4 ay boyunca hiçbir tutsak ile de görüşemedik. Normalde cezaevinde tutsakların birbirleriyle görüşme hakları var. Bu hak da kullandırılmadı. Bunun dışında keyfi aramalar yapılıyordu. 12 Eylül'den kalan birtakım uygulamalar vardı. Her sayımda ayağa kalkıp tekmil vermek gibi askeri düzen dayatılıyordu. Avukat ya da aile görüşüne götürülüp getirildiğimizde keyfi aramalar yapılıyordu. Her seferinde, “Şöyle yürü, buradan yürü. Ayakkabını çıkar, yere vur” şeklinde askeri düzende olan komutlar veriliyordu. Bunu elbette kabul etmiyorduk. O yüzden uygulamalar ağırlaşarak sürüyordu. Cezaevi değil, toplama kampı niteliğinde bir uygulama söz konusuydu. Biz de 'tutsak' değil, esir statüsünde tutuluyor gibiydik. Bize hissettirilen ve aynı zamanda uygulanan esir muamelesiydi. 

İlk mektubu ne zaman aldın?

Tutuklandıktan bir ay kadar sonra geldi. Zaten bütün bu dört ay boyunca toplamda 4 ya da 5 mektup verildi. Dışarıdan çok mektup geldiğini, arkadaşlarımızın, dostlarımızın mektup gönderdiğini biliyoruz ancak muhtemelen gelen mektuplar arasında birkaç mektup seçerek bize verdiler. Haftada on mektup gelmişse, birini veriyorlar. Sonraki hafta hiç vermiyorlar. Bu da son derece keyfi bir durumdu.

Günlük gazetelere erişim nasıldı?

Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Özgürlükçü Demokrasi gibi gazeteler yasaktı. Her ay düzenli olarak bu gazeteleri talep ediyorduk. Ancak yasak olduğu söylenerek verilmiyordu. Yasağın herhangi bir gerekçesini de açıklamıyorlardı. 

Buna ilişkin size resmi bir karar bildirildi mi?

Hayır, bir karar yok. Cezaevi yetkilisi 'Bunlar yasak' diyordu. Ancak herhangi bir belge ya da gerekçe gösterme ihtiyacı duymuyordu. Hükümete yakın gazeteleri, Hürriyet gibi gazeteleri alabiliyorsun. Onun dışında gazeteler iki aydan daha uzun bir süre yasaktı. Sonradan Cumhuriyet, Evrensel gibi gazeteler verilmeye başlandı. Ama o süreçten bu yana Özgürlükçü Demokrasi gazetesi verilmedi. Her ay talep etmemize rağmen alamadık. Gazetecilerin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri iletişim, gazeteyi okumak. Örneğin kitap vermiyorlardı. Bu çok temel bir ihtiyaç. Dışarıdan arkadaşlarımızın kitap gönderdiğini biliyorduk ancak bu kitaplar verilmiyordu. Cezaevinin kütüphanesinden kitap istiyorduk. Bazen haftada iki tane veriyorlardı ancak bir sonraki hafta vermiyorlardı. Bu da keyfiydi. Çoğu zaman istediğin hiçbir kitabı okuyamıyorsun. Şansına ne düştüyse gibi bir durum söz konusuydu. Televizyon ve buzdolabı tutsakların hakkı. Ancak bize keyfi olarak üç ay boyunca bu haklar da verilmedi. Televizyon verdiklerinde de sadece hükümet kanallarını izleyebiliyorduk.

Tutukluluğun ilk günlerinde Fetöcülerle aynı hücreye konulduğunuz bilgisi gelmişti. Neydi o olay, anlatabilir misin?

Silivri 5 No’lu Cezaevi'nden 9 No'lu Cezaevi'ne sürgün edildik. İkinci ya da üçüncü gün, 'FETÖ' dedikleri davadan tutuklanan bir kişiyi yanımıza koydular. İtiraz ettik. Kendi davamızdan olan tutsaklarla kalmak istediğimizi söyledik. Önce bunu kabul etmediler. ‘’Kimle kalacağınızı siz seçemezsiniz’’ dediler. Ancak itirazlarımız sonucunda, iki gün sonra yanımızdan aldılar. 

Sizin kaygınız neydi?

Can güvenliği kaygısı vardı elbette. Özgür Gündem gazetesi, 'KCK' adı altında yapılan operasyonlar sırasında basıldı. Yazarları, çalışanları tutuklandı. O operasyonlarda Cemaat öncü rol oynamıştı. Devletin içinde oluşan paralel yapıya dönük sürekli haberlerin de yer aldığı bir gazete olduğu için, can güvenliği kaygısı hissediyorduk. Ayrıca cezaevi yönetiminin bilinçli olarak bunu yaptığını düşündük. 12 Eylül döneminde solcular ile sağcıları ve milliyetçileri aynı koğuşlara koymuşlardı. Buna 'karıştır, barıştır' diyorlardı. Onun denemesi gibi algıladık, o yüzden kabul etmedik. 

MUAZZAM BİR YALAN BOMBARDIMANI VAR

Dışarıda ne olup bittiğini nasıl öğreniyordun? 

Çok bir şey öğrenemiyorsun ancak yeni tutuklamalar ve gözaltılar olduğunu anlayabiliyorduk. Aslında dışarının da bir nevi cezaevine dönüştürüldüğünü hissediyorduk. Çünkü cezaevinde sürekli koğuşlar değiştiriliyor, yeni gelenler oluyordu. Oradan ülkenin nereye gittiğini yorumlamaya çalışıyorduk.

Bu arada gerçekten gazeteciliğin nasıl hayati bir meslek olduğunu, gerçek bilgiye ulaşmanın nasıl hayati bir şey olduğunu gördük. Tecrit koşullarında bunu çok daha net görüyorsun. Çünkü muazzam bir yalan bombardımanına maruz kalıyorsun. Onların tasvir ettiği dünyada çok başka bir Türkiye yaşanıyor. Sanki bütün olay bitmiş gibi anlatılıyor. Türkiye herkese posta koyuyor, Rojava'ya müdahale edecek, Güney Kürdistan'a girecek. İçeride de bütün güçleri ezmişler. Medyalarından yaydıkları bu. Demokrasinin sesinin susturulduğu, sadece bir kişinin konuştuğu bir Türkiye'den çok memnunlar.

Ülkeyi yönetemediklerinden dolayı yaşadıkları tedirginlik nedeniyle giderek baskıyı arttırdıklarını hissediyorduk. Böyle çıkarımlar yapıyorduk. Ancak az önce dediğim gibi, basının çok hayati bir rolü olduğunu cezaevinde çok net görüyorsun. Toplumun bilgi edinme, olan biteni okuyup ülkenin gidişatına ilişkin bir fikir edinme sürecinin çok hayati bir şey olduğunu bir kez daha gördüm. Gazetecilere, özgür basına bu kadar çok yönelmelerinin sebebi de budur. Gerçeğin yüzü yüzünden. Bunu fark ediyorsun, gerçeğin gücünden çok ürktüklerini hissediyorsun orada. 

Bir tutuklunun ihtiyaç duyduğu her şeyden mahrumsunuz. Bu durumda 4 ayı nasıl geçirdiniz?

Planlama yapmazsan tecrit altında cezaevi zor. Kalkış, yürüyüş, spor, sohbet, edinebildiyseniz kitap okuma; belli saatlerde olduğunda yaşam biraz daha kolaylaşıyor. Biz de öyle yaptık. Günümüzü planladık. Sabah erken kalkıyorduk, ardından kahvaltı. O gün kitap varsa okuyup, üzerine tartışıyorduk. Gazetelere ulaşabilmişsek eğer, gazeteleri okuyup, üzerine sohbetlerimiz oluyordu. Kişisel alanlarımıza ilişkin edinebildiğimiz kitaplar varsa onları okuyup, yazıyorduk. Küçük bir avluda spor yapıyorduk, volta atıyorduk. 

ORTADOĞU’DA VE DÜNYADA VAR OLAN TÜM STATÜKOLARDA ÇATLAMA VAR

Bir gazeteci olarak memleketteki gelişmelere baktığında, sence ne oluyor bu memlekette?

Yüzyıllık ya da daha eski diyebileceğimiz bir takım paradigmalar çatırdıyor. Türkiye'ye özgü de değil, Ortadoğu'da ve dünyada var olan tüm statükolarda çatlama var. Sistem artık yürümüyor. Kapitalist sistem artık dünyayı eski yöntemlerle yönetemiyor. Ortadoğu'da muazzam bir tıkanıklık var. Bu aşılamıyor. Krizin içinde bütün o eski statüko çatırdıyor. Yeni bir döneme geçiyoruz. O dönemin sancıları var. Ortadoğu'da, özellikle Kürtlerin yüzyıldır içinde tutulduğu statüsüzlük kırılıyor. Türkiye'yi bugün en derinden sarsan ana neden bu. Kürtlerin özellikle Rojava'da ve diğer bölgelerde yüzyıl ve belki daha öncesine de uzanan konumlarının değişiyor olması; yeni statülerinin ortaya çıkması ve bunun demokratik karakteri diğer toplumsal kesimleri etkiliyor. Bu durum hem Türkiye'yi hem de diğer ülkeleri derinden etkiliyor. Türkiye bu sarsıntıyı atlatabilmek ya da bastırabilmek için neredeyse kendi sonunu da getirecek birtakım uygulamalara girişmiş durumda.

Bir gazeteci ve bu ülkede yaşayan bir kişi olarak başından beri, Türkiye'de Kürt sorununun demokratik çözümünün Türkiye'yi Ortadoğu'da demokratik bir merkez yapacağını söylüyordum. Türkiye bu demokratik yönelime girmediği için bastırma harekatına girişiyor, bu da Türkiye'nin temel dinamiklerini sarsıyor. Mevcut hükümet de bu süreci tek kişinin eline vererek, neredeyse bir kişiye padişahlık yetkisini vererek aşmak istiyor. Böyle bir bastırma ve zor aygıtı ile yönetebileceğini düşünüyor. Ama ortaya çıkıyor ki; bununla da yönetemezler. Aklı selim, devletin ne yaptığını bilen, önünü gören bir politika izlediğini düşünmüyorum. Çok ciddi bir savruluş var ve nereye gittiklerini kendileri de kestiremiyor. Bunun altında da yatan Kürt meselesinin demokratik çözümüne karşı duydukları bu alerjidir. 

ENİNDE SONUNDA HAKİKAT GALEBE ÇALAR

Gazeteciliğe devam edecek misin?

Gazeteciliğe devam edeceğim elbette. Bu memlekette bir mesleğin kendisini suç ilan ettiler. Bütün bir gazetecilik zincirinin hepsi suç haline getirildi. Haberi takip etmek, gidip olayın ne olduğunu görmek ve anlatmak, fotoğrafını çekmek, tanığı ile konuşmak suç ilan edilmiş durumda. Bu açıdan gazetecilik Türkiye tarihinde en zor dönemini geçiriyor esasında. Ama yine de Türkiye'de gerçekten önemli bir basın direnişinin olduğu da ortaya çıktı. Bu direniş de genişliyor, büyüyor. Kimi zaman ana akım medyanın içine de uzanıyor. Gerçeğin gücü karşısında hiçbir güç duramaz. Buna inanıyorum. Eninde sonunda hakikat galebe çalar. Bir süre bastırabilirsiniz, bir süre yalanla ülkeyi yönetebilirsiniz, toplumu uyutabilirsiniz ama gerçek bir an 'Kral çıplak' dediği an, o zaman o düzenin yıkıldığını biz görürüz. Hakikatin gücüne inanıyorum ve bu hakikati topluma ulaştırmakla kendimizi görevli addediyoruz. Toplumsal bir iş yapıyoruz, toplum adına bir iş yapıyoruz. Bütün işimiz gerçeğin topluma ulaşmasını sağlamak. Dolasıyla bunu sürdürmeye devam edeceğiz.

İnan Kızılkaya'nın mesajı var mıydı?

İnan'ın yılbaşı mesajı vardı. Bütün arkadaşlara, yoldaşlara, gazeteci meslektaşlarına çok çok selamlarını söyledi. Ülkenin gerçekten barışa, demokrasiye, özgürlüğe ihtiyacı var. Yeni yılın buna vesile olmasını diledi. Karanlık bir yılın içinden geçtik. Çok acılar çekildi, çok kayıplar verildi. Türkiye toplumu açısından çok sarsıntılı bir yıl oldu. Önümüzdeki yılın bu karanlıkların geride kaldığı bir yıl olmasını diledi.

Aynı davadan yargılanıyoruz. Dosyada yer alan deliller aynı. Bu durumda İnan'ı serbest bırakmamaları, gazetecilere yönelik saldırıların devam edeceğinin işareti. Çünkü içeride tutulmasını gerektirecek bir şey zaten yoktu. Dosyadan üç kişiyi bırakıp, yazı işleri müdürünü tutmalarının hiçbir hukuki nedeni yok. Bu nedenle en kısa zamanda aramızda olmasını diliyoruz. Bunun için de mücadele edeceğiz.