Zozan'ın fotoğrafları, Jinda'nın şehadeti

Zozan'ın fotoğrafları, Jinda'nın şehadeti

Komutan Zozan, bir veda gibi bıraktı fotoğraflarını avucuma. Efrin bölgesinden her çatışma haberi geldiğinde beynimde bir soru yankılanıp duruyor: Zozan da  var mı gidenlerin arasında? Zozan ölmedi, hayatta. Ama Jinda aramızdan ayrıldı. Jinda'nın son fotoğrafı var şimdi elimde. Savaşın ortasında bir bahar gibi gülümsüyor; tüm yaşatmak için yaşamını verenler gibi.

ZOZAN'IN FOTOĞRAFLARI

Rojava'dan kaçakçıların güzergahından Kuzey'e giriş yaparken, Türk askerleri ateş açmaya başladığında iki şey aklımdan çıkmadı. İlki; orada ölebilir ya da yaralanabilirdim. Korkmuştum. İkincisi; bana emanet edilen fotoğraflar ne olacaktı?

Ateş altında sınırı geçtikten sonra, askerler ile "Geri döneceksiniz, dönmeyeceğiz, karakola götürüleceksiniz, götüremezsiniz" tartışmasına geçtiğimizde ise tek kaygım, o fotoğraflardı.

Çünkü o fotoğraflar avucuma bir veda gibi bırakılmıştı.

Çünkü o fotoğraflar, bir tarihe tanıktı.

Çünkü o fotoğraflar, artık Rojava için savaşmaya karar verip, Kuzey'den Küçük Güney'e geçen bir kadının dünü, bugünü ve yarınıydı.

O fotoğraflarda, yaşatmak için yaşamını verenler vardı.

Avucuma bir veda gibi bırakılan fotoğraflar, Komutan Zozan'ın ailesine ulaştı. 20 yıl sonra bir aile, kızına fotoğraflarla kavuştu.

O fotoğraflar için, gazeteci bir arkadaşıma, "Bu fotoğraflar bir veda gibi" demiştim. Arkadaşım belki de beni rahatlatmak için, "Yok, yok öyle değil" yanıtını vermişti. Meslektaşımın haklı olmasını çok istedim, çok istiyorum.

Savaş ortamında büyümedim. Savaşta yanmadım, kavrulmadım. Ama yananları gördüm. Yangın yerine dönen bir coğrafyadan yükselen "İlle de barış" sesini duydum. Acılarını hafifletmek için kan ve ölüm yerine, hayat ve barışın peşine düşenleri gördüm.

Ancak Rojava'ya gidince, savaşı daha somut hissettim.

Rojava devrimini El Nusra çetelerinden korumak için oluşturulan mevzileri görünce, hayat ile ölüm arasındaki bağın pamuk ipliğinden de ince olduğunu anladım.

O mevzilerde dolaşıp tabur komutanlarını dinlerken, Kürtlerin dağlara olan hasretini anladım. Çünkü, dağlar koruyordu Kürtleri.

JİNDA'NIN ŞEHADETİ

Jinda'yı gördüğümde, henüz avucumda Zozan'ın fotoğrafları yoktu. Sınırı geçmiş, YPG denetimindeki bir köyde bekliyorduk. Öğle yemeğinden sonra Efrin'in merkezine gidecektik. Meslektaşımız ve mihmandarımız, YPG'lilerin bulunduğumuz yere geleceğini söylediğinde açıkçası heyecanlanmıştım. Ne gerilla, ne asker, ne milis. Onlar, Rojava ile birlikte gündemimize girmişlerdi ve adeta birer efsaneydiler. 

Merak ediyordum, kimdiler, neydiler?

Esad döneminde sınır karakolu olan, bugün ise YPG'nin kullandığı binada beklerken, aralarında sivillerin de bulunduğu bir grup YPG'li savaşçı geldi. İçlerinde 3 de kadın vardı. Jinda Ronahi bu grubun içindeydi. YPJ komutanı olduğunu sohbet sırasında öğrendim. Qestel Cindo bölgesindeki mevziyi komuta ediyordu.

Sorduğum sorulara yanıt verirken, Türkçesi yetmediğinde, mahcup bir şekilde gülümsüyordu. O mahcup oldukça, ben utanıyordum; Kürtçe bilmediğim için.

Konuştuk. Açıkçası o kadar heyecanlıydım ki, ne sorduğumu bile doğru düzgün hatırlamıyorum. Kayıt dışı görüşme olduğu için notlar da almamıştım.

Onu, Efrin'de kaldığım 8 gün boyunca iki kez daha gördüm. Ayaküstü sohbet ettik. Bana hep gülümseyerek baktı. 

Jinda, 2 Ekim günü El Nusra çetelerinin saldırısıyla başlayan çatışmada yaşamını yitirdi.

Günlerdir, Jinda'yı yazmak istedim. Ama gidenlerin ardından yazmak kolay değil.

Jinda'nın son fotoğrafı var şimdi elimde. Savaşın ortasında ölüme inat, bir yaşam gibi, bir bahar gibi gülümsüyor; tüm yaşatmak için yaşamını verenler gibi.