Şiddet kadınlar için kadermiş algısı yaratılıyor

Kadına yönelik şiddete karşı birlikte mücadele etmenin çok önemli olduğuna değinen psikolog Aylin Akçay, şiddetin kadınlar için kadermiş algısı yaratıldığını belirtti.

Birçok kadın örgütü ve dayanışma hareketi şiddete yönelik en büyük korumanın birlikte mücadele etmek olduğunu vurguluyor. Ama ev içinde yaşanan şiddeti dile getirmek kadınlar için sanıldığından da zor. Bu zorluğun sadece bir yönü yok. Ekonomik, çevresel, sosyal, siyasal ve psikolojik nedenler kadını, şiddet gördüğü alanın içine hapsediyor.

Son olarak Türkiye’de medyada epey gündem olan şarkıcı Sıla’nın erkek arkadaşından şiddet görmesi ve sosyal medyada şiddet gördüğünü ifade ederken bunu itiraf etmenin hiç de kolay olmadığını vurgulaması meselenin psikolojik zeminine de işaret ediyor. Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) MYK Üyesi ve aynı zamanda psikolog olan Aylin Akçay, devletin ve toplumun her alanda cinsiyetçi politikaları ve şiddeti meşrulaştırdığını ifade ediyor. Akçay, kadına yönelik artan erkek ve devlet şiddeti ile kadınların mücadelesinin geldiği boyuta ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.

Kadınların mücadelesi de her geçen gün görünürlük ve direngenlik kazanıyor. Ama adını sanını duymadığımız onlarca şiddet olayı yaşanıyor. Ev içi şiddeti dile getirmedeki en büyük çekince ya da çekinceler neler?

Özellikle ev içi şiddeti dile getirebilmede şiddete uğradığımızın farkında olmak ve bunu kabul etmek esas mesele. Öte yandan şiddetin sorumlusu olmadığımızı, bunun her durumda suç olduğunu ve dahası kendimizi değiştirerek şiddeti durduramayacağımızı bilmek de oldukça önemli. Ayrıca kimden ve nasıl destek alabileceğimizi bilmek, var olan destek mekanizmalarıyla ilgili pozitif bir değerlendirmeye sahip olmak şiddeti dile getirmeyi kolaylaştıran faktörler. Tüm muhafazakarlaşma politikaları ile birlikte bu faktörlerde kadınların işini daha da zorlaştıracak uygulamalar olduğunu görüyoruz.

Şiddetin normal olduğu, aile içinde ve yakın ilişkilerde böyle şeylerin olabileceği, buna şiddet denmemesi gerektiği, bunun aile ilişkilerin doğal bir parçası olduğu ve aile içinde kalması gerektiği; var olan şiddetten kadınların da sorumlu olduğu, erkekten gelen şiddetin önlenemez olduğu vs. yönünde yoğun bir propaganda söz konusu. "Aile"nin önemi üzerine söylem ve uygulamalar da kadınların yaşadıklarının, hayatlarının alabildiğine önemsizleştirildiği, değersizleştirildiği bir ortam oluşturmaya yönelik. 6284 sayılı yasa başta olmak üzere nice kazanım ve kadın haklarına ilişkin çok ciddi bir saldırı ve geriletme çabası söz konusu. Ama bunlarla da bağlantılı olarak mevcut destek mekanizmaları ile çok da pozitif bir izlenim olduğu söylenemez.

Bunlar ise şiddeti dile getirmeyi zorlaştırıyor. Bu nedenle şiddeti dile getiren kadınların önemli bir kısmı artık şiddetin "katlanılamaz" olduğu; çocuklara da yansıdığı, tehditlerin arttığı durumlarda bunu dile getirip destek istiyor, deyim yerindeyse kendini sokağa atıyor. Şiddet ve destek mekanizmaları hakkında bilgi sahibi olmak; destekleyici bir sosyal çevrede, bu konuda faaliyet gösteren kadın kurumları ile iletişim halinde ya da bilgi sahibi olmak ise şiddeti dile getirmede cesaret veriyor.

Peki, kadınlar ‘bir daha yapmayacağım, değiştim’ ya da ‘sana aşığım’ diyen ve şiddet gördükleri erkeklerle ilişkilerini sürdürmeyi neden tercih ediyor? Ya da şiddet pratiği olduğu bilinen insanlarla neden birlikte olunur?

Bunun çok yönlü sebepleri var aslında. Bunlardan birini bir röportajda Mor Çatı gönüllüsü psikolog Feride Yıldırım Güneri şöyle ifade etmişti: “Kadınlar ilişkilerinin değil, şiddetin bitmesini istiyorlar.” Bu gerçekten önemli. Şiddet sevilen ya da bağlı olunan kişiden geldiğinde öncelik şiddetin bitirilmesi isteği oluyor. Şiddet döngüsü dediğimiz şey de belli bir aşamada bunun olabileceği yanılgısına neden olabiliyor aslında; şiddetten sonra adam pişman oluyor özürler diliyor, sevgi gösterisinde bulunuyor, değişeceğim diyor. Sonra tekrar şiddet uyguluyor. Bu döngü ve vaatler de değişim beklentisini uzatıyor kadınlar için.

Şiddet için kendini sorumlu tutma, kendini değiştirerek şiddeti engellemeye çalışma, şiddeti durdurmak için çeşitli yollara başvurmak, "kendi sınırları içinde her şeyi yapmış olmak" da bu sürecin parçası olabiliyor. Şiddeti uygulayandan uzaklaşmaya karar verdikten sonra ise olanaklar ve sınırlılıklar devreye giriyor. Maddi olarak bağımsız bir yaşam kurma olanakları bulunup bulunmaması, tehdit ve güvenlik kaygısı, sosyal çevrenin destek durumu, uzaklaşmayı hayata geçirmek için adım atabilmede için önemli faktörler oluyor.

İzlenen politikalarla kadınlar aileye ve erkeğe bağımlı kılınıyor. Kadına sadece aile içinde yaşam hakkı tanınıyor ve kendi başlarına birey olabilmeleri için gerekli koşullar sağlanmıyor. Kadınlara esnek, kısmi zamanlı, düşük ücretli ve bu nedenle kendi hayatlarını sürdürmeye yeterli olamayacak işler dayatmak da; onları ev-çocuk- hasta-yaşlı bakımı gibi sorumluluklarla eve bağlayıp çalışmalarına engel olmak da; kadınların aile birliği dışına çıktığında kötü ve değersiz olduğuna yönelik oluşturulan algı da bu politikaların örneklerinden. Bu olumsuzluklar ise kadınlar için şiddet ortamından uzaklaşmayı zorlaştırabiliyor.

Kadınların şiddeti içselleştirmesine neden olan etkenler nelerdir? Şiddet mağduru bir kadın sadece manipüle ile mi kendini suçlu hisseder, nedir bunun dinamikleri?

Şiddet insan doğasıyla ya da bunu uygulayanın psikiyatrik durumu ile açıklanabilecek bir olgu değil; son derece sistematik bir işleyişi olan; çok yönlü olarak beslenen-desteklenen ve oldukça işlevli bir olgu. Şiddetten elde edilen çıkar var; kadınların her türlü denetim ve tahakküm altına alınmalarının bir aracı olarak kullanılıyor. Aynı zamanda cinsiyetler arası güç ilişkisinin sonucu.

Dolayısıyla şiddetin bu denetim işlevini sürdürebilmesi için izlenen politikalardan biri de kadınların ve toplumun bilincinde bir manipülasyon oluşturulması. Şiddetin sorgulanmaması, normalleştirilmesi, şiddetle iç içe yaşanması, bunun kadınların kaderinde, erkeklerin fıtratında olduğuna inanılması için bir propagandası yağmuru var. Eğitim sistemi, materyalleri de medya da, dini propaganda da bu kapsamda bir yer tutarken siyasal söylem ve yasal düzenlemeler de bunu destekliyor.

Kamuoyunda tanınan ya da tanınmayan birçok kadının “maçoluğa” ve “elini masaya vurmalı” örnekleriyle şiddeti savunması ya da normalleştirmesine de tanık olduk. Kadının bu söylemi savunmasına nasıl bir çerçeveden bakılmalı?

Şiddetin sürekliliğinin sağlanması için şiddete ilişkin doğru olmayan bilgiler ve inanışlar ortaya atılıyor. Önceki sorular için saydığımız örnekler gibi çok kapsamlı bir propagandaya maruz kalıyor toplum. Doğduğumuz andan itibaren cinsiyetçi bir bakış açısıyla, şiddetin olağanlaştırılması, hatta övülmesi ile yetiştiriliyoruz, kurumsal tüm uygulamalar da bu cinsiyetçi öğretileri derinleştiriyor.

Kadınlar tüm bunlardan azade değil; hatta bu propagandanın önemli bir hedefi kadınlar. Cinsiyetçi uygulamalar sadece erkek eliyle değil, aynı zamanda kadın aracılığıyla ve ince ince sürdürülüyor. O nedenle sadece kadın olmak, şiddete ilişkin doğru, yeterli bakışa ve tutuma sahip olmayı beraberinde getirmiyor.

Kadına uygulanan şiddet sürekli ‘kontrolden çıkma’, ‘cinnet getirme’ gibi deyimlerle altı doldurulan bir nedensellik olarak sunuldu. Peki, sistematik ya da sürekli olmasa da şiddeti salt bir duygu geçişi, yükselmesi olarak tanımlamak bunun normalliğini de kabul etmek olmaz mı? Bu şiddeti nasıl tanımlamak gerekli?

Kesinlikle normalleştirmek olur. Şiddeti bunu uygulayanın ne kişisel özellikleri ile, ne psikolojik/psikiyatrik durumları ile; ne eğitim ve sosyo ekonomik durumları ile, ne şiddete uğrayanın davranışları ile ne de bahsettiğiniz gibi bir nedensellik ile tanımlayabiliriz. Şiddet bireysel atıflarla tanımlanamaz. Son derece sistematik bir araçtır; hem cinsiyet eşitsizliğinin her türlü biçiminden güç alır hem de eşitsizliği sürdürülmesine neden olur. Bu türde yapılmaya çalışılan her tür tanım şiddetin altında yatan politik/ toplumsal zemini, cinsiyetçi zemini, güç ilişkilerini görünmez kılacaktır.

Kadının şiddete uğradığını dile getirmesinden sonraki sürece bakacak olursak. Kendisi gibi şiddetle mücadele edenlerle yan yana olmak bu süreçte nasıl bir öneme sahip?

Şiddetle mücadele edenlerle yan yana olmak, bunun yarattığı etkiler ve sonuçlarla tek başına değil birlikte mücadele etmek, yani kadın dayanışmasının her biçimi son derece güçlendirici bir öneme sahip. Kadın mücadelesi ve kazanımları hakkında bilgi sahibi olmanın bile özellikle şiddete karşı ilk adımı atarken güç verdiğini düşünüyorum; birlikte mücadele edebilmek ise çok daha etkili.

Şiddetle ve şiddeti uygulayanla mücadele çok yönlü ve aynı zamanda güç bir mücadele. Çünkü sadece bir kişiyle değil toplumla, kurumlarla, yasalarla, geleneklerle vs. mücadele etmeniz gerekiyor ve kadının yanında değil karşısında olan bir sistem var. Bu mücadelede doğru destek almak, yalnız olmamak son derece değerli. "Kadın dayanışması yaşatır" sadece bir slogan değil, çok yönlü bir gerçeğin söze dökülüşüdür.

6284 önemli bir kazanım fakat erkekler tarafından öldürülen birçok kadının çantasından ya da cebinden koruma kağıdı çıktı. Devlet mercilerine ve yasalara sığınan kadınların katledilmesi halihazırda şiddete uğrayan kadınlar açısından nasıl ‘güven’ sağlar?

Kesinlikle güven değil "güvensizlik" sağlar. Destek alınacak kurumlara olan inancı kıran bir durum. Aynı zamanda yalnızlık duygusunu da artıracak örnekler. Her gün haberlerde kadın cinayetlerini, cezasızlığı, iyi hal indirimini duymak da benzer şekilde güven ve cesaret kıran örnekler. Kadınların kendi aralarındaki konuşmalarda da bu örneklere sıkça değiniliyor. Kadınların bir bölümü için tüm kurumlarıyla "devlet baba" önemli; bu örnekler ise "devlet bile korumuyor" duygusuna neden oluyor.

Kadınların ellerinde koruma kararları ile öldürülmesi ya da tekrar şiddete uğraması devlet kurumları için de önemli bir sorun başlığı haline gelmiş durumda. Bu, kurumlarının görevlerini yerine getiremediğini gösteriyor. Peki, nasıl daya iyi yapılır bu görev ve kadınlar koruma kararları varken öldürülmezler diye politikalar üretilmeye çalışılacağına, kadınların koruma kararı almasının zorlaştırıldığını düşünüyorum. 6284 sayılı yasa uzun zamandır tersten gündemde; yani yasanın daha iyi uygulanması değil, yasanın kadınlar aleyhine değiştirilmesi çabası çok yoğun.

Şimdiye kadar devlet, kadına yönelik şiddeti teknik bir mesele gibi ele aldı. Sonuçları açısından teknik meseleyi bile tam olarak önleyebilmiş değil ama işte elektronik kelepçe, uzaklaştırma kararı vs. Şiddetin salt bunlarla engellenmediği ortadayken kadınlar ve bu anlamda mücadele yürütenler için temel çözümler neler?

Bugün için öncelikle, kadınların mevcut kazanılmış haklarına yapılan her türlü saldırının durdurulması gerekiyor. Çünkü zaten yeterli olmayan haklara her yeni saldırı şiddetin de devamına ve artmasına neden oluyor. Şiddete uğrayan kadınların gerçekten ve etkili bir şekilde korunması; bağımsız bir yaşam kurabilecekleri olanakların sağlanması çok önemli. Yetersizlikleri bir yana, şiddet olduktan sonra müdahaleye ilişkin bir mekanizma var; şiddetin önlenmesini esas alan politikalar oluşturulması; şiddete zemin sağlayan, besleyen tüm faktörlerin ortadan kaldırılması; bunun için de disiplinlerarası ve çok yönlü bir politika belirlenmesi gerek.

Kadın-erkek eşitliğinin temel alınması ve tüm uygulamaların buna göre şekillendirilmesi şart. Ekonomik politikalardan yasal mevzuata eğitim sisteminden medyaya cinsiyet eşitliği hedef alınmalı. Aslında şiddetle mücadele için yapılması gerekenler konusunda Türkiye'de kadın hareketinin çok önemli bir birikimi var, bugün ne kazanımımız varsa da mücadeleyle alınmış haklar bunlar. Kadın örgütlerinin deneyimi ve önerileri dikkate alınarak yol alınmalı.