Başaran: Tecavüz, özel savaşın parçası

HDP Batman Milletvekili ve Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, İpek Er meselesinin sadece iktidarın uyguladığı kadın düşmanı politikalarla izah edilemeyeceğini, Kürdistan'daki savaş siyasetinin bir parçası da olduğunu söyledi.

Üniformalı kişinin, Kürt bir genç kadına tecavüz edebileceği düşüncesiyle hareket ettiğini, korunacağını düşündüğü için bunu yaptığını ve korunduğunu kaydeden Batman Milletvekili Başaran, ‘Bana bir şey olmaz’ diyen Musa Orhan'a gerçekten de bir şey olmadığına dikkat çekti. Başaran, “Sadece 7 gün tutuklu kaldı, zaten pandemi olduğu için cezaevinde koğuşa daha gitmedi. Bunu özel savaş yöntemlerinin bir parçası, zihniyeti olarak görmek gerekli” dedi.

ANF’ye konuşan HDP Batman Milletvekili ve Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, Batman’da Jandarma Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüzüne maruz kalan İpek Er’in intiharıyla ortaya çıkan meselenin daha özgün ele alınması gerektiğini söyledi. Başaran, “Kadına yönelik şiddetin politik olması, o sloganı aşan bir mesele artık. Biliyoruz ki AKP-MHP iktidarı, siyasetten sosyal yaşama, ekonomiden medyaya yaşamın her alanında erkek egemenliğini kurmaya çalışıyor. Bunun geri dönüş elbette ki kadın cephesinde şiddet, taciz ve tecavüz oluyor” dedi.

KADINLARIN KURUMLARI KAPATILDI

Hem Batman’da hem de tüm Kürdistan’da kadın kazanım ve kurumlarının tasfiye edilmesinin sonuçlarının da yaşandığını kaydeden Başaran, şunları söyledi: “Batman'da ve Ağrı'daki meseleyi biraz daha özgün ele almak. Zira Ağrı’da da 35 gün içerisinde 5 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Orada kadınların kendini ifade edebileceği alanların ortadan kaldırılması ile bunların yaşandığının bir sebep sonuç ilişkisi var. Örneğin Batman uzun süredir kadın mücadelesinin verildiği, kurumların kurulduğu, yerel yönetimde eşbaşkanlık sisteminin getirildiği, yine bu yönetimler içerisindeki kadın kooperatiflerinin var olduğu bir şehirdi. Kayyum siyaseti ile bütün bu kurumsallık ortadan kaldırıldı. Tüm Kürdistan açısından benzer bir durum var. Kadınların uluşabileceği kurumlar ortadan kalktı, örneğin Batman'da bir kadın derneği olsa ve İpek oraya ulaşabilseydi belki de bugün yaşayacaktı. Bir kadın kurumuna ulaşıp orada psikolojik, manevi, hukuki destek ve kadın dayanışmasını yanında görseydi belki de bu yöntemi seçmeyecekti. Biz başından bu yana söyledik; İpek’in intiharı bir adalet çığlığıydı, bu mektubunda zaten çok açık görülüyor.”

ÖZEL SAVAŞ YÖNTEMİ

Batman’daki bu olayın, özel savaş yöntemleri içinde de değerlendirilmesi gerektiğini kaydeden Ayşe Acar Başaran, şöyle devam etti: “İpek Er meselesinin biraz daha özgün bir yönü var; iktidarın uyguladığı kadın düşmanı politikalarının yanı sıra yine Kürdistan'daki savaş siyasetinin bir parçası da var içinde. Dünyadaki en eski savaştan yanı başımızdaki Suriye savaşına, DAİŞ’in yaptıklarına kadar var olan bir durum bu. Bu da savaşta erkek iktidarının, tecavüzü kadınlara bir savaş aracı olarak kullanması. Sadece kadınlara değil, bir inanca ve kimliğe karşı da yapılan bir savaş aracı bu aynı zamanda. 90'larda yine bunların benzerleri yaşandı Kürdistan’da. Soruşturmalar, davalar açıldı ama bir şekilde üstü kapatıldı. Burada üniformalı kişi, Kürt bir genç kadına tecavüz edebileceği düşüncesiyle zaten hareket ediyordu. Korunacağını düşündüğü için bunu yaptı, korundu da zaten. ‘Bana bir şey olmaz’ diyen Musa Orhan'a gerçekten bir şey olmadı. Sadece 7 gün tutuklu kaldı, zaten pandemi olduğu için cezaevinde koğuşa daha gitmedi. Bunu özel savaş yöntemlerinin bir parçası, zihniyeti olarak görmek gerekli. Bunun sonucunda elbette iktidar meseleyi sahiplendi, genç kadını susturmaya çalıştı, şimdi olayı manipüle etmeye çalışıyor ve neredeyse her gün İpek Er’i suçlayan detaylar ortaya atılıyor.”

Kürdistan’daki var olan kadın kurumlarının hala ağır baskı altında olduğuna işaret eden Ayşe Acar Başaran: “TJA ile Rosa Kadın Derneği’ne yönelik büyük baskı var. Arkadaşlarımız sabah evleri basılarak gözaltına alındı ve burada kendilerine Gülistan Doku, 8 Mart ile ilgili sorular soruldu. Orada aslında kadın mücadelesi yargılanmaya çalışıldı. Bu kurumlar hedef haline getirildi, diğer kurumlar kayyumla kapatıldı ve İstanbul Sözleşmesi ile 6284 tartışmaya açıldığında tabii ki de toplumda örgütlü bir erkek şiddeti baş gösterecektir. Tüm bunlara baktığımızda adalet bulamayan kadınların intihara sürüklenmesi ya da katledilmesi gibi sonuçları çıkacak önümüze” şeklinde konuştu.

TARTIŞILMASININ SONUÇLARI YAŞANIYOR

Bugün İstanbul Sözleşmesi'nin tartışılmasının sonuçlarının yaşandığını belirten Başaran, tüm bunlara rağmen direnen bir kadın hareketi olduğunun da altını çizdi. Fiili olarak yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’nin şu anda uygulanmadığını kaydeden Başaran, şunları ifade etti: “Kadınları koruyan, devletlere bu anlamda sorumluluk yükleyen bir sözleşmenin bugün tartışılıyor olmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Bir partinin en üst kademesinde bulunan kişi çıkıp ‘bu sözleşme aile birliğini bozuyor’ derse ya da aynı partinin sözcüleri bu sözleri tekrarlarsa erkekler de kadınları suçlayan, sözleşmeden kaynaklı seslerinin çok çıktığını ve şiddetin bu yüzden arttığını ifade eden söylemlere gidecektir. Bu ay içinde 27 kadın yaşamını yitirdi, bunun 23'ü şüpheli ölüm. İstanbul Sözleşmesi'nin ve 6284 uygulanmaması, defalarca başvurmasına rağmen pandemi bahane edilerek koruma kararlarının çıkarılmadığı kadınlar katledildi. Aynı zamanda infaz yasasının sonuçlarını da yaşadık, bir kadın cezaevinden firar eden, diğeri de infaz yasasından yararlanarak çıkan bir erkek tarafından katledildi son olarak. Evet, karşımızda olumsuz bir tablo var, belki de Türkiye tarihindeki en ağır saldırılarından birine maruz kalıyor kadın hareketi. Çünkü doğrudan kadına ve kazanımlarına yönelik bir saldırı var. Tüm bunlara rağmen son derece direngen bir kadın hareketi olduğunu düşünüyorum hem Kürdistanlı hem de Türkiyeli kadın hareketi olarak. Eğer bugün, iktidar İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmadan öteye taşıyamadıysa ve hala kazanımların bir kısmı elimizde ise bu direncin sayesindedir.”