Kadınlar her yerde direniyor

KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy: Flormar'da kadın işçilerin direnişi 300. güne dayandı. Leyla Güven'in açlık grevi 100 günü aştı. Kadınlar, fabrika önlerinden cezaevlerine kadar bulundukları her yerde itiraz ediyor, direniyor.

Belli bir kaygı ve korkunun, geri çekilmenin yaşandığını ama yasak ve engellere rağmen kadınların her yerde olduğunu belirten KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, “Bu potansiyelin daha da güçlenmesi önümüzdeki sürecin örgütlenmesinde de çok önemli. Daha fazla bir araya gelmeye, daha fazla buluşmaya ve mesaj vermeye ihtiyacımız var. Bu, bizi de toplumsal muhalefeti de güçlendiriyor” dedi.

Türkiye yerel seçimleri konuşurken, emekçi kadınlar açısından özellikle iş cinayetleri bakımından karanlık bir karne söz konusu. İşsizlik ve kriz, kadın emekçileri hedef alıp hayatlarını zorlaştırıyor. Flormar, Gripin gibi işletmelerde kadınların direnişlerine şahit olduk. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KEKS) Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy ile kadınların çalışma hayatında yaşadıkları ayrımcılıkları, krizin kadınları nasıl etkilediği, yerel seçimlerde kadınların rolünü konuştuk.

Kadınlar çalışma yaşamında nasıl ayrımcılıklarla karşılaşıyor, mevcut sistem bunu hangi alanlarda pekiştiriyor?

Çalışma yaşamını eril, hiyerarşik kurallarla biçimlendirilmiş, ev içi cinsiyetçi rollerin devamı şeklinde kurgulanmış bir alan olarak tanımlamak mümkün. Kadınlar işe alımdan, terfi ve atamalara; işten çıkarılmadan, ücretlendirmeye kadar yaygın cinsiyetçi ayrımcılığa maruz kalıyor. Son zamanlarda işe alımlarda uygulanan mülakat yöntemi de işe alımlarda kadınların uğradığı ayrımcılığı arttıran bir faktör. Bakım sorumlulukları nedeniyle istihdama girememe kadınların yaşadığı en temel ayrımcılıklardan biridir. Sosyal devlet yükümlülükleri olması gereken çocuk, yaşlı, hasta ve engelli bakımı nedeniyle kadınlar ücretli bir işe girememekte, düzenlenmiş yasa ve yönetmelikler yaşanan ayrımcılığı pekiştirici niteliktedir. Toplum tarafından itibar kazanmış, profesyonel mesleklerin çoğu (örneğin mühendislik gibi) ‘erkek mesleği’ olarak kabul gördüğünden kadınların bu alanlarda istihdamı hem çok zor hem de istihdamdan sonra uğradıkları ayrımcılık çok daha fazladır.

Daha çok hangi alanlarda istihdam ediliyor?

Kadınlar yoğunluklu olarak tarım ve hizmet sektöründe istihdam edilmekte, bu alanlarda genellikle kayıt dışı, güvencesiz ve düşük ücretli çalışmanın yüksek olduğu alanlar olarak göze çarpmaktadır. Kadınların, sadece kadın olmaktan kaynaklı uğradıkları şiddet çok fazla. Çalışma yaşamı da bundan azade bir alan değil. Uğradıkları ayrımcı uygulamalar yanında kadınların şiddetin türlü biçimlerine; tacize, tecavüze, mobbinge uğrama oranı tahmin edilenin çok daha ötesinde.

Neden?

Çünkü, dile getirildiği taktirde karşılaşacağı muameleler, yeni mağduriyetler ve adil tahkikat süreçlerine olan güvensizlik nedeniyle kadınlar yaşadıkları bu tür durumları çoğu kez dile getiremiyor ve travmalarıyla yalnız baş etmek durumunda kalıyorlar. Maalesef böyle.

Kadınların sendikalaşma bilinçleri, düzeyleri ne durumdadır, bu konuda tespit edilen oranlar var mı?

Kadınların örgütlenme ve sendikalı olma koşulları, çoklu sorumlukları ve güvencesiz koşullarda çalışma oranının erkelerden daha fazla olması nedeniyle daha zordur. Kadın istihdamının neredeyse yarısı kayıt dışı olmakta, özel sektörde sendikalı olma oranları yüzde 8 civarındadır. Yani kadınların yüzde 92’si sendikasızdır. Kamuda bu oran daha yüksek olmasına rağmen çoklu sorumluluklar nedeniyle sendikal alanda aktif olarak var olma, kendini ifade etme ve yönetici olma oranı olması gerekenin çok altındadır.

Kamudaki varlıkları ne düzeydedir, özellikle buradaki terfi atamalarda ayrımcılık var mı?

Terfi ve atamalar, özellikle kamudaki kadınların uğradığı ayrımcılıkların başında gelir. Devlet personel başkanlığının 2017 verilerine göre; kamuda kadın istihdamı yüzde 37.14 iken devletin üst düzey kademelerinde kadın yönetici oranı sadece yüzde 10.89’dur. Kamuda kadınların üst pozisyonlarda, karar verme mekanizmalarında temsil edilmesinden özellikle kaçınan bir yaklaşım söz konusu. Nitekim Cumhurbaşkanı'ndan bakanlara, iktidar partisinin siyasetçileri başta olmak üzere mevcut erkek bürokratlar tarafından sürekli olarak anneliğin kutsandığı söylemler, kariyer olarak yalnızca anneliğin işaret edilmesi, en az üç çocuk buyurmalarının milliyetçi soslarla sunulması, liyakata uygun özellikleri taşımış olsalar bile terfilerde kadınların tercih edilmesini engelleyen ve gerekçe yaratan sonuçlar doğuruyor.

Flormar ve Gripin direnişlerini göz önünde bulundurursak, kadınların direnişi baskı gören diğer kadınları nasıl etkiliyor?

Aslında bugün dünyanın bir çok yerinde farklı etnik ve meslek gruplarından ve ideolojiden kadının yaşadıkları ortaktır. Oldukça güçlü eril bir tahakküm var kadınların yaşamı üzerinde. Kadınların toplumu değiştirme gücü, devletli, sınıflı hiyerarşik yapıyı değiştirme potansiyeli nedeniyle erkek-devlet ve sermaye ortaklığında sürekli arttırılmak istenen bir tahakkümden bahsediyoruz. Farklı kıtalarda, çok farklı toplumsal yapıya sahip ülkelerde bile devlet refleksinin aynı olmasını tesadüfi olarak niteleyemeyiz. Bugün kadınlar dünyanın dört bir yanında emekleri, bedenleri ve kimlikleri için alanlarda, uluslararası grevler örgütlemeye çalışıyor. Flormar'da kadın işçilerin direnişi 300. güne dayanmış durumda. Bu direniş ülkemizde farklı işçi direnişlerini de tetikleyen bir motivasyon sağlıyor. Leyla Güven'in açlık grevi 100 günü aştı. Kadınlar, fabrika önlerinden cezaevlerine, bulundukları her yerde itiraz ediyor, direniyor. Sesleri çoğaldıkça diğer kadınları etkileme gücü de artıyor, itirazlar büyüyor.

Kadınların kazanımları açısından bakarsak toplumsal muhalefetteki rolü nasıl olmalı?

Farklı düşünen herkesin potansiyel ‘terörist’ olarak görüldüğü bir baskı rejimi var. Hukuki olmasa bile yargı organları da bunun en önemli aracı olarak kullanılıyor. Tüm toplumsal kesimler üzerinde çok fazla baskı var. Siyasetçisinden sendikacısına, gazetecisinden akademisyenine kadar toplumu örgütleme gücü olan tüm kesimlere dönük bir saldırı söz konusu. Kadınlar, kadın mücadelesi bu noktada çok daha önem kazanıyor. Çünkü kadınlar cinsiyetlerinden dolayı bu saldırılardan iki kat etkileniyor. Zaten zor olan koşulları daha da zorlaşıyor, seslerini duyurmaları daha fazla engelleniyor. Bu nedenle en fazla itirazı biriktiren, söyleyecek sözü olan kadınlar oluyor ve tarihsel olarak direngen yönleri daha fazla ortaya çıkıyor. OHAL süresince sokağa her daim çıkan tek kesim kadınlar oldu. Belli bir kaygı ve korkunun, geri çekilmenin yaşandığı gerçek ama buna rağmen yasaklara, engellere rağmen her yerdeydi kadınlar. Bu tutum diğer kesimlere de cesaret verdi. Bu potansiyelin daha da güçlenmesi önümüzdeki sürecin örgütlenmesinde de çok önemli. Daha fazla bir araya gelmeye, daha fazla buluşmaya ve mesaj vermeye ihtiyacımız var. Bu, bizi de toplumsal muhalefeti de güçlendiriyor.

Yoğun bir krizin yaşandığını da biliyoruz. Kriz var olan kadın emekçileri işlerinden etti mi?

Ekonomik krizler, tüm toplumu etkilese de en fazla kadınları etkilediği kesin. Çünkü kadınlar hem ücretli iş gücü piyasasında hem de ev içindeki emek yüklerinin artması boyutuyla etkileniyor. Yarattığı işsizlik boyutuyla değerlendirirsek krizin nedenleri ve etkilediği sektörlere bakmak lazım. Örneğin 2001 krizi, finans alanını daha çok etkilediği için bankacılık sektöründe epeyce kadın işsiz kaldı. 2008-2009 krizi, döviz kuruyla işleyen ve erkeklerin yoğun olduğu sektörler olan otomotiv- beyaz eşya sektörünü etkileyerek daha çok erkekleri işsiz bıraktı, ancak kadınların daha ucuz ücretlerle ikame edildiği bir sonuç da doğurdu. Şu an yaşadığımız ve etkileri uzun süreceği söylenen krizin tüm sonuçlarını bugünden söylemek güç ama ilk işten atılmaların tekstil sektöründe olması kadın işsizliğinin artacağını gösteriyor.

Krizler hane içi emeğini de etkiliyor mu?

Krizler yarattığı kadın işsizliği, daha düşük ücretli ve güvencesiz işlerde istihdamını arttıran yönleri yanında hane içi emeğini de oldukça etkiliyor. Hane içi geliri düştüğü için kadınların ev içi yükü de artıyor haliyle. Mevcut yaşanan krizde temel ihtiyaç maddelerine yapılan yüzde 50’ye yakın zamlar hane gelirlerinde çok ciddi bir azalma yaratmış durumda. Hane geliri düştüğü için gelire ek katkı amacıyla ücretli bir iş arayan kadın sayısı da artıyor, ancak bunlar çoğu zaman kayıt dışı, düşük ücretli ve güvencesiz işler oluyor. Krizle birlikte devam eden ve kadını eve kapatmayı amaçlayan muhafazakar politikalar, kadın kazanımlarını geriletmeyi hedefliyor. Bugüne kadar ki tüm krizlerde olduğu gibi bu krizde de erkek egemenliğini pekiştirici politikalar da güç kazanıp kadının özellikle ev içerisinde uğradığı şiddet artış gösteriyor.

Son olarak önümüzde bir yerel seçim var. Yerel seçimlerin kadınlar için önemini anlatır mısınız?

Darbe girişimi bahanesiyle tüm muhalif toplumsal kesimlerin üzerinden silindir gibi geçen bir OHAL süreci yaşadık. Sonrasında 24 Haziran seçimleriyle beraber tek adam rejimine geçişle birlikte yerel demokrasinin önemi de hayati önemde artmış oldu. Özellikle OHAL'le başlayan süreçte kadın kazanımlarına dönük çok ciddi saldırılar oldu. Kadınlar, KHK’lerle işinden edildi. Kadın kurumları kapatıldı. Kayyumcu zihniyet, gasp ettiği belediyelerde öncelikle kadın birimlerini kapattı. Dolayısıyla merkeziyetçi otoriter yönetim anlayışına karşı demokrasiyi yerelden oluşturarak yeni bir toplumsal zemin fırsatı sunuyor bu seçimler. Kadınların siyasette ve istihdamda yer alma oranları arttıkça, haklarındaki politikaları oluşturma, yönlendirme ve uygulama şansları da artıyor. Partilerin, kadınların kendi kararlarının öznesi olma olanaklarını yerelden oluşturma, bu anlamda daha çok kadına ulaşarak güçlenme şansı çok daha yüksek aslında. Bu şansı HDP dışındaki partiler kullanamıyor. Hatta kullanmaktan kaçınıyor. Şu ana kadar belirlenen adaylarda kadın temsil oranı yüzde 10 bile değil. Kadınların bu noktada taleplerini ortaklaştıran, dayanışmayı büyüten ve ortak hareket etme koşullarını zorlayan tutumu ve bu anlamda siyaseti de belli bir noktaya çekme olasılığı güçlenebilir. Ortak kadın talepleri etrafında buluşma, taleplerini seçimler sonrası da takip etme tutumu, yerel demokrasiyi kadın cephesinden oluşturmak açısından önemli. 31 Mart’a bu yönlü bakmak ve önemsemek gerekiyor.