Munzur: İmralı koşullarına daha fazla izin vermeyeceğiz!

PAJK Kordinasyonu Raperin Munzur, "Önderliğin İmralı’da daha fazla bu koşullarda yaşamasına izin vermeyeceğiz" dedi. "Açlık grevi direnişleri desteklenmesi değil, sahiplenilmesi ve ilerletilmesi gereken bir süreçtir" diye konuştu.

PAJK Kordinasyonu Raperin Munzur, Uluslararası 15 Şubat Komplosu ve tecrit ile direnişleri ANF'ye değerlendirdi...

 

Komplonun 21. yılına girerken devletler arası komplonun ulaştığı düzey ve komplonun güncellenmesine dair neler söyleyebilirsiniz? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürt halkı üzerinde geliştirilen tecrit, saldırı ve katliam dayatmaları neyin göstergesi?

15 Şubat komplosuyla kapitalist modernitenin Ortadoğu’yu şekillendirme ve ömrünü uzatma politikalarını güvenceye almak istediği, bunun önünde engel olan Önderliğimizin ve hareketimizin tasfiyesinin amaçlandığı bugün net olarak açığa çıkmış durumda. Önderliğimiz Ortadoğu gerçeğine, Kürt gerçeğinin içine düşürüldüğü duruma isyan etti, mücadele etti ve bu sorunu hem görünür kıldı hem de çözüm sundu. Bu nedenle Önderliğimiz, hareketimiz hedef oldu. Komplo karşısında gelişen büyük mücadele ile bu durum engellendi. Bırakın tasfiye olmak, aksine bu dünya savaşında üçüncü bir çizgi olarak etkili bir güç haline geldiğimiz ortada. Bu durumu Önderliğimizin yirmi yılı aşkın süredir İmralı’daki işkence sistemine rağmen yürüttüğü mücadeleye ve komplo karşısında amansızca savaşan, fedaileşen yoldaşlarımıza borçlu olduğumuz bir gerçek.

Elbette Kürt halkı bu yılların her gününü sokakta, eylemde ve Önderliği sahiplenip özgürlüğü için mücadele içinde geçirdi. Ancak Önderliğimiz özgür olana, Kürt halkı özgürlüğüne kavuşana kadar da bu komplonun kırıldığından bahsedemeyiz. Ortadoğu’nun ve Kürtlerin kaderinin belirlenmesinde yürüttüğümüz mücadele önemli bir düzey açığa çıkardı. Bu tabii ki emperyalist güçlerin çıkarlarını zedelediği için saldırıların düzeyi de artmış durumda. O nedenle komplo güncellenerek devam ediyor, diyoruz. Komployla yapılmak istenenler, amaçlananlar bugün de geçerliliğini korumaktadır. Kürtler statüsüz ve işbirlikçi pozisyonda tutulmak isteniyor, özgürlük istemlerine katliamla cevap veriliyor. Halklar arası kardeşlik ve ortak mücadele gelişmesin diye her şey yapılıyor. Tüm parçalarda mücadelemizin bedeller ödeyerek açığa çıkardığı kazanımlar tehdit ve saldırı altındadır. Bu saldırıların başını faşist AKP-MHP rejimi çekmektedir. Korkunç bir Kürt düşmanlığı yapıyorlar. Bunun üzerinden kendi sistemlerini inşa ediyorlar. Bakur’da halka nefes alma imkânı bile vermiyorlar, Rojava’ya sürekli saldırı içindeler. Güney’i zaten işgal etmişler. Güney yönetimiyle günlük çalışıyorlar. Şeladize halkının öfkesi anlaşılmalı, artık Güney halkımız dayanamadı, isyan etti. Bu dönemin eylem çizgisi ve duruşu olarak ele alınmalıdır.

En son Mısır’ın ulusal televizyonlarından biri “çöktürme planı”nın belgelerini yayımladı. Önderliğimizin barışa şans tanıma amacıyla görüşmeler yaptığı döneme ait planlardır. Yani bizim ateşkes yaptığımız, halkların barışı uğruna her şeye rağmen fedakârlık içinde olduğumuz dönemdir. Okunursa görülecektir, Kürt düşmanlığının boyutları. Bugün Önderliğimize uygulanan ağırlaştırılmış tecrit Kürt halkına karşı gelişen bu stratejinin göstergesidir. Kürt halkının iradesi İmralı’da esaret altında, ağırlaştırılmış tecrit koşullarında ve hiçbir hukuki dayanağı olmayan pozisyonda tutulmaktadır. Önderliğimiz üzerindeki bu tecrit tüm Kürt halkına dönüktür.

Önderlik özgürlük mücadelesinin öncüsüdür. Bir halkın iradesidir. Milyonlarca imza toplanıp verildi. Aralıksız eylemler yapıldı. Ne oldu? Sözde demokrasi ve insan haklarının merkezi olduğunu iddia eden Avrupa buna gözünü kapattı. Komploda yer alan güçlerin bu konuda bir şey yapmalarını beklemiyoruz elbet. Ancak bir halkın haklı mücadelesini de bu kadar görmezden gelmeleri, katliamlara göz yummaları Kürt halkının unutacağı bir şey de değildir.

Bir halkın “bu insan benim önderimdir, dediği her şey benim de dediğimdir, mücadelesi benim mücadelemdir, ben de bunun arkasındayım” dediği bir önder yirmi yıl bu koşullarda tutulabilir mi? Bu halk buna izin verir mi? O zaman tüm Kürtleri zindanlara kapatın. Hepsini işkence altında tutun. Kaldı ki yapıyorlar zaten. Kürdistan’ı cezaevine çevirdiler. Önderlik “burada dayanabiliyorsam dışarının buradan daha iyi olmaması nedeniyledir. Sizler de zindandasınız” dedi. O yüzden bu koşulları değiştirmek istiyoruz. Önderliğimizin özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür diyoruz. Önderliğin özgürlüğü halkımızın, kadınların, düşüncelerin özgürlüğü olacak. İrademizin özgürlüğü olacak. Bu nedenle tecrit kalkmalı ve bu faşizm yıkılmalı diyoruz.

 

Öcalan üzerindeki uygulamalar ve amacını nasıl değerlendiriyorsunuz? İmralı sistemi nasıl işliyor, ne anlama geliyor?

Önderliğe dönük ağırlaştırılmış tecrit, avukatlarla, aileyle görüşmeme, bilgilenme hakkının engellenmesi, dışarıyla bağlarının kesilmesi gibi tüm hukuki haklarının engellenmesi, özgür çalışma ve yaşama koşullarının elinden alınması İmralı sisteminin uygulamalarıdır. Bunlar önemli boyutlardır. Ancak Önderliğimiz sıradan bir insan değildir. Bir halkın önderidir. Meşru ve haklı bir mücadelenin lideridir. Bu nedenle İmralı sistemi aynı zamanda Önderliğin bu statüsüne göre oluşturulmuş özel bir sistemdir.

İmralı sistemi Kürt halkının iradesinin tutsak alınması, ağır işkence ve baskı koşullarında tutulması, özgür Kürtlük adına her şeyin katliam tehdidi altında tutulması sistemidir. İşbirlikçi, teslim alınmış bir Kürtlüğe evet ama iradeli, özgür Kürtlüğe hayır, onun önderliğine hayır, örgütüne ve mücadelesine kesinlikle yaşam imkanı verilmeyecek denmektedir. Kürt konuşmayacak, haklarını ifade etmeyecek, talepleri olmayacak, kendisini savunmayacak. Ancak faşizmin her uygulamasına boyun eğerse kabul edilecek. O zaman da zaten Kürtlük bitmiş olacak. Posası çıkarılmış bir Kürtlük salt fiziki bir varlıktır. Ama toplum fiziki bir olgu değildir. Kültürü, dili, gelenekleri, yaşam özlemleri, projeleri, toplumun kendi kaderi hakkında karar verme hakkı, özgür, eşit, adil yaşam hayali ve talebiyle vardır. Başka şekilde toplum olamaz. Bu hakları ve özgürlüğüyle Kürtlüğü kim tanımlıyor ve savunuyor? Tabii ki Önderlik. O zaman Önderlik tecrit altında, işkence ve baskı altında tutulmalı diyorlar. O zaman Önderliğin hiçbir sözü, görüşü, önderi olduğu topluma dönük hiçbir fikri yansımamalı deniyor. Önderliğin görüşlerinden bu kadar korkuyorlar. İşte bu faşizmin doruğudur. İmha ve inkâr politikalarının zirvesidir. Kürt halkı bunu kabul edebilir mi? Bu işkence sistemiyle yaşayabilir mi? Nitekim etmiyor da. Herkes “PKK halktır, halk burada” diyor. Bu slogan halka aittir. “Biziz” dediler. “Savaşan, özgürlük isteyen, bu köleliği, bu hakaretleri, bu soykırımı, bu katliamları kabul etmeyen biziz. Bizi ve PKK’yi, bizi ve Öcalan’ı ayıramazsınız” diyen bu halktır. Peki 40-45 milyonluk bir halkı kimse duymayacak mı? 45 milyonun istemlerinin bu dünyanın kirli hesapları karşısında bir anlamı ve karşılığı olmayacak mı? Biz bu buz gibi çıkarlara ve hesaplara boğulmuş anlayışı, zihniyeti kabul etmiyoruz. Devletçi, milliyetçi, cinsiyetçi zihniyetle kirletilmiş, ahlaki değerlerden uzaklaştırılmış, özgürlük hakkı elinden alınmış, köleleştirilmiş toplumsal gerçeğe alternatif bir yaşam istiyoruz.

Bizim kimsenin sınırlarında, malında mülkünde, tahtında gözümüz yoktur. Bin yıllardır yaşadığımız bu topraklar üzerinde katledilmeden, kendi özgür kimliğimizle yaşamak istiyoruz. Kendi hakkımızda kararlarımızı kendimiz almak istiyoruz. Emeklerimiz, alnımızın terinin sonuçları işgalcilere, sömürgecilere değil de bizim toplumumuza aksın istiyoruz. Yeterli zenginliğe sahibiz. Kadınlar ve erkekler eşit yaşasın, bu egemenlik, şiddet, kadın katliamları bitsin istiyoruz. Gençler, çocuklar, yaşlılar bu toplumun bir parçasıdır, değerdir, anlamlıdırlar, topluma en doğru ve güzel biçimde katılsınlar ve yaşasınlar istiyoruz. Diğer halklarla birlikte nasıl binlerce yıl aynı topraklar üzerinde yaşadıysak yine öyle kardeşçe yaşamak istiyoruz. Şimdi bu niye bu kadar zor ve anlaşılmaz, uygulanmaz olsun ki? Tüm bu konularda sorun ve kriz yaratan devletlerdir, halk değil. Önderliğimiz bunların savaşını verdi ve bunun zeminini yaratmak için uğraştı. Bu yüzden komplo ile tutsak edildi. Bu yüzden terörist sayıldı. Ve bugün bu nedenle ağır tecrit altındadır.

 

 Komploya karşı gelişen direniş ve mücadele ne aşamada ve bu yıllarda nasıl bir mücadele gelişti?

Biz de İmralı sistemi ile amaçlanan ve dayatılanlara karşı Önderliğin özgürlüğü, halkların özgürlüğü için savaşıyoruz ve savaşacağız. Önderliğin İmralı’da daha fazla bu koşullarda yaşamasına izin vermeyeceğiz. Başından beri buna karşı savaştık. Savaşacağız da.

20 yıldır bu halk durmadı, hep eylemde, mücadele içindeydi. Tüm saldırılara rağmen yine de hiç geri adım atılmadı. Bizim halkımız çok mücadelecidir, çok vefalıdır. Kendi değerlerine çok bağlıdır. Ancak halkımızın hak ettiği zaferi yaratamamak da eksikliğimizdir. Leyla Güven çok samimi ve dürüstçe öz eleştiri verdi. Önderlik karşısında hepimiz özeleştiri içinde olmalıyız. Bu özeleştiri de eylemle, pratikte verilmelidir. Diğer yandan eksikliklerine rağmen özgürlük için soluk soluğa bir savaşım verdiğimiz de görülmelidir. Binlerce insan fedaice savaştı, kendini feda etti. Büyük kazanımlar da elde ettik. Bakur’da, Rojava’da, Şengal’de, tüm Kürdistan parçalarında, halkımızın olduğu her yerde mücadeleyle, bedeller ödeyerek katliamların, soykırımın önüne geçtik. Özgürlük sistemini inşa etmeye çalışıyoruz. Bunlar yetiyor mu? Yetmediği görülüyor. Mücadeleyi daha da büyütmek gerektiği ve direnmekten başka sansımız olmadığı da ortadadır.

Bir mücadele örgütü halkıyla, toplumuyla ve onun ortak mücadelesiyle vardır. Bu savaş bir halk savaşıdır. Bu direniş bir halkın direnişidir. Tüm topluma, hatta artık dünyaya mal olmuştur. Sistemi tehdit etmektedir. Bu nedenle komplo sürekli gündemde tutulmakta ve saldırılar devam etmektedir. O yüzden mücadelenin halkımız ve Önderliğimiz üzerindeki planların ve uygulamaların bilincinde olunarak yürütülmesi gerekiyor. Topyekûn direniş derken bundan bahsediyoruz. Çünkü sistem güçleri topyekûn olarak üstümüze geliyor ve bu soykırım, katliam sisteminden birebir sorumludurlar. En çok da faşist soykırımcı Türk devleti ve hükümeti sorumludur. Birebir bunu uygulayan ve bu düşmanlıktan beslenen bir güçtür. Kürtleri katletme izni almak için satmadığı şey kalmamıştır. Öyle çok kabadayılık, milliyetçilik edebiyatlarına bakmamak lazım. Türkiye’nin tüm milli değerlerini kapitalist sistem güçlerine peşkeş çekmiştir. O yüzden Türkiyeli yurtseverlerin de bu Kürt düşmanlığına bağlı egemenliğe, faşizme, soykırım sistemine karşı seslerini yükseltmesi, Kürt kardeşlerini yalnız bırakmamaları gerekmektedir.

Türkiye’de çok ağır bir faşizm yürürlüktedir. Faşistler tarih karşısında elbet yargılanacaktır. Ama bu da mücadele ile gelişir. Kendiliğinden değil. Erdoğan bize karşı savaşını sürekli beka sorunu olarak dillendiriyor. Ancak Türkiye’nin değil Erdoğan’ın beka sorunu vardır. Bunu da halkın sorunu gibi yansıtmak en ala milliyetçiliktir. Mücadelemizde kendi sonunu görüyor, o yüzden sanki kendi kaderi ve geleceği halkın geleceğiymiş gibi yansıtıp milliyetçiliği, faşizmi tırmandırarak sonuç almak istiyor. Halbuki Erdoğan’ın, AKP-MHP rejiminin sonu halkların özgürlüğünün başlangıcıdır. Bu halkın beka sorunu ancak Kürt-Türk ortak mücadelesi ve bu faşist rejimin ortadan kalkması ile garantiye alınabilir. O nedenle de herkesin faşizm karşısında, tecrit karşısında tavrını ortaya koymasını gerektiren, bu temelde tüm Kürt halkı ve faşizmin mağduru olan tüm kesimlerin içinde olması gereken bir mücadele sürecidir.

 

Açlık grevleri ile başlayan bir direniş ve tecridin kırılmasına dönük bir hamle süreci var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım ve Kürdistan’ı özgürleştirelim” şiarı altında bir mücadele ve hamle süreci yaşanıyor. Bu dönemsel bir hamle olarak anlaşılmamalıdır. Kürt halkının temel talepleridir ve başarıya ulaşana kadar devam edecektir. Açlık grevleri bu mücadele sürecinin bir parçasıdır ve Leyla Güven öncülüğünde büyük bir duyarlılık, sorumluluk ve onurlu bir duruşun sonucu olarak gelişti. Sürece yön verdi. Saygıyla karşılanması gereken bir duruştur. Ve milyonları arkasına almıştır. Başarıya ulaşacağına inancımız da sonsuzdur. Ancak açlık grevlerinin dışarıdaki eylemlerle güçlendirilmesi gerekiyor. Gelişecek eylemler açlık grevlerine, zindanlara, Leyla Güven’e destek eylemleri olmamalıdır. Kimse bu süreçte destekçi olamaz. Varlık savaşı veriyoruz. Önderliğin özgürlüğü hepimizin, herkesin sorunudur. Birileri eylemci diğerleri destekçi olamaz. Bu topyekûn bir halkın hamlesidir. O nedenle zindanlarda ve bazı alanlarda açlık grevleri olarak somutlaşmış bir eylem süreci olabilir. Ancak asıl olarak faşizmle hesaplaşma, Önderliğin tecrit koşullarına karşı radikal ve güçlü bir şekilde sesini duyurma, bunu kitleselleştirmek gereklidir. Baskı koşulları, engeller bizi durdurmamalıdır. Zaten mücadele baskının olduğu, engelin olduğu yerde gelişir, gelişmelidir. '90’ların katliam koşullarında bile halkımız serhildan halindeydi. Kaldı ki bugün daha meşru zeminlerde mücadele ediyoruz. Dünya artık mücadelemizin haklılığını kabul etmiş durumda. Haklı olmak, taleplerinin meşru olması tek başına yeterlidir. Başka şeye de ihtiyacımız yoktur. Birilerinden beklemeye de gerek yoktur. Gençler, kadınlar, halkımız bulunduğu her yerde bu katliamlara karşı durabilmelidir. Faşizme karşı örgütlenecek, başkaldıracak güç ve bilinç gelişmiştir. 

Açlık grevleri etrafında oluşan direniş ve bu sürecin gerektirdiği fedai ruh zaten Leyla Güven, Nasır Yağız, zindandaki tutsaklar ve Avrupa’daki eylemciler tarafından ifade edildi. Asla geri adım atılmayacağı ve uğrunda her bedelin göze alındığı belirtildi. Bu inanç, irade ve kararlılık karşısında ancak herkes kendi sorumluluklarını da yerine getirme çabası içinde olur. Çünkü açlık grevleri direnişi bir çağrıdır. Topyekûn mücadele ve özgürlük çağrısıdır. Bir sürecin nasıl bir ruhla ve hangi temelde yürütülmesi gerektiğini, mücadelenin karakterini ortaya koyan bir duruştur. O nedenle desteklenmesi değil sahiplenilmesi ve ilerletilmesi gereken bir süreçtir.

 

Kadın hareketi olarak komplo karşısında nasıl bir mücadele içindesiniz. Neler yapılmalı?

Kadınlar “Önderliğin özgürlüğü kadınların özgürlüğüdür” dediler. Daha önce KJK kurultay kararı olarak Önderliğin özgürlüğü için bir hamle süreci başlatılmıştı. Şimdi yürütülen hamle ile ortaklaşmış oldu. Aslına bakılacak olursa kadınlar komplo karşısında sürekli mücadele içinde oldular. Önderliğin kadın özgürlüğüne verdiği değer ve rol karşısında her alanda gelişme yaratılmaya özgürlük mücadelesi bu çerçevede derinleştirilmeye çalışıldı. Önderlik İmralı’da kadın hareketinin geliştirilmesi çalışmasını “yarım kalan projem” şeklinde nitelemişti. Ve bizler bu projenin tamamlanması, geliştirilmesi çabası içinde olduk. Çünkü komplonun, tecridin bir yanı da Önderliğin fikir ve görüşlerinden koparılmamız, özgürlük doğrultusundan uzaklaşmamızdır. Ancak kadın hareketi ve partisi bugün mücadelenin en dinamik, sürükleyen gücüdür. Oluşturduğu miras dört parça Kürdistan’da büyük sonuçlar, başarılar açığa çıkarmıştır. Yürüttüğü savaşım, diğer kadın hareketleri ile geliştirdiği mücadele birliği ve ittifaklarla da dünya çapında bir özgürlük açılımının öncülüğüne soyunmuştur. Bunlar zaten göz önündedir.

Bugün de Leyla Güven’in bu sürecin öncülüğünü yapmasının Önder Apo’nun kadın özgürlük alanında yarattıklarıyla, kadın hareketinin mücadele mirasının açığa çıkardıklarıyla bağı vardır. Zindanlarda yüzlerce arkadaş eylemdedir. Sebahat Tuncel, Selma Irmak ve diğer eylemci kadınlar onurlu bir duruşun temsilcileridir. Kürt kadını mücadelesiyle klasik toplumu sarsmış ve büyük değişimlerin öncülüğünü eline almıştır. Yüzlerce erkek yoldaş ve eylemde olan halkımızın da açıkça ortaya koyduğu gerçek budur. Kadın öncülüğü ve özgür, iradeli duruşu erkekleri de etkilemekte, peşinden sürüklemektedir. Kürt erkeği kadınların öncüsü olduğu bir mücadele içinde olmaktan, takipçisi olmaktan duydukları gururu ifade etmektedirler. Tüm mücadele alanlarında bu böyledir ve bizleri özgür toplum gerçeğine daha da yakınlaştırmaktadır. Bu durum Önderliğimizin projesinin geliştirilmesi ve hayat bulmasıdır. Özgür kadın ve onun öncülüğü özgür toplumu yaratacaktır. Önderliğin özgürlüğü bu miras, irade, emek ve güçle gelişecektir.

Kadınlar Önderliğin esaretini hiçbir zaman kabul etmedi ve buna karşı hep eylemlilik içinde oldu. Fedai eylemlerden en demokratik eylemlere kadar komplo karşısında mücadelenin öncülüğü kadınlar tarafından yapıldı. Kürt kadını özgürlüğünü Önderliğine borçludur. Bu nedenle en çok sahiplenmesi ve ayakta olması gereken de Kürt kadınıdır. Zindanlarda direnen yoldaşların anneleri, kardeşleri bu direnişi herkesten çok sahiplenmelidir. Faşizmin, bu sistemin yarattığı şiddet ortamının mağduru en çok kadınlardır. Önümüzde 8 Mart var, seçimler var. Kadınlar bu mücadele döneminin de öncülüğünü yapacaklardır. Kadın düşmanlığını, şiddeti, köleliği dayatan Erdoğan faşizmine, erkek egemenliğine karşı tüm kadınlar karşı durmalı, seslerini yükseltmeliler. Kadın özgürlüğünün en büyük savaşçısı Önder Apo’yu sahiplenerek mücadeleyi büyütmelidirler. Komplonun amacına ulaşmasına ve sonuç alması ancak böyle engellenecek, Önderliğimiz ve halkımız böylece özgürleşecektir.