Dağların derinliklerinden gelen ses

Dağların doruklarına doğru yürürken ansızın bülbül seslerine benzer bir ses yankılandı. Duyduktan sonra kendi kendime, ‘o sese doğru gitmeliyim’ dedim.

Bu biçimde yolumuzu değiştirip tüm dağlara, vadilere yayılmış sese doğru yola düştük. Öyle bir ses ki insanları tarihe doğru sürüklüyordu. O kadar içten ve sevgiyle doluydu.

Acaba bu neyin sesiydi? Dağların mı yoksa bir gerilla sesi miydi? Bu yarıkların içinden yükselen tarihin sesi miydi ya da geleceğin. Evet, bir sesti bu; tarihe yeniden ruh veren ve gelecekle bir kılan bir ses. Öyle bir ses ki insanları geçmişe sürükleyen sonra yine geleceğe taşıyan. O sese her yaklaştığımızda yüreğim kafesinden çıkacak gibi heyecanla çarpıyordu. Yüreğim haklı olarak heyecanla çarpıyordu. Kürtlerin tarihi dengbêjlikti ki içinde mutluluğu, acıyı, maceraları barındıran. O sesi duyduğumda sanki bahar yağmurları yağıyordu ruhumun topraklarına. Kim demiş insanlar sadece şarapla sarhoş olur diye. Öyle değil. Ben bu sese doğru gittikçe sarhoş oldum.

Öyle bir ses ki yüreğimizin derinliklerine işleyip, hücrelerimize kadar titretiyordu. Bütün doğa ve evren o sesin huzuruna teslim olmuştu, sanki her şey o dağlı sesteydi, o tarihi ve doğal seste. İnsanın doğasından bir ses yükseliyor, kendine içinde insanlığın güzelliğini barındıran ve günümüze taşıyan. Sanki o ses kendini rüzgara kaptırıp tüm evreni dolaşıyordu. Fakat yine de kaynaklarına dönüp yeniden başlıyordu.

Evet, o yaranın üzerine vardığımızda, sesin sahibine ulaştığını gördük. Bu kadar güzel bir insana ancak bu ses yakışırdı. Öyle bir ses ki sözcüklere ihtiyaç duymaz. Çünkü o ses kendi kendinin tanımıdır. İnanıyorum ki eğer siz de dinlerseniz hak verirsiniz bana.

Evet, buyurun, beraber dinleyelim...