Ferhat Kurtay’ın Kürtçe harfleri

Ferhat Kurtay’ın çizdiği Kürtçe harflerin öyküsü, Kurtay Ailesi’nin acı dolu hikayesi ve bilinmeyen fotoğrafları…

Ferhat Kurtay, yakın Kürdistan tarihine “Dörtlerin Gecesi” olarak geçen 18 Mayıs 1982’de üç arkadaşıyla bedenini ateşe vermişti. Kürt devrimci, mühendis, ressam ve öykü yazarı Kurtay, koğuş arkadaşlarına Kürtçe okuma-yazma öğretmek için de çaba göstermişti.

Her biri A4 kağıtlara yazılı 27 harf. 31 harften oluşan Kürtçe Latin alfabesinin tamamlanması için B, W, Û ve Î harfleri eksik. 40 yıl önce öğretilmek için hazırlanan ve yıllarca bir dosya içinde saklanan alfabenin bu dört harfi belki taşınırken, belki de dışarıya çıkamadan Diyarbakır zindanının karanlık dehlizlerinden kaybolup gitti.

Kurşun kalemle çizilen harflerden sadece A, C, Ç, D, Ê, F, G, H ve I’nın içi doldurulmuş, diğerleri boş kalmıştı. Belli ki kalemleri diğer harflerin içini doldurmaya yetmemişti. Kimi harflerin üstü tükenmez kalemlerle çizilmiş, bazılarının üstündeyse lekeler var. Geçen yıllar içinde Kürdistan’ın özgürlüğü yolunda hayatını feda eden öncü bir devrimcinin mirası olarak gelecek nesillere kalacak bu değerli harflerin pek de iyi korunup saklanamadığı aşikar.

Koğuş arkadaşlarına Kürtçe okuma-yazma öğretmek için bu harfleri devrimciliğinin yanında mühendis, ressam ve öykü yazarı olan Ferhat Kurtay, her türlü vahşi ve insanlık dışı işkencenin tavan yaptığı “Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi” günlerinde çizmişti.

QOSER’İN YURTSEVER HAVZASINDA

Ferhat Kurtay, 1949’da Mardin’in Qoser (Kızıltepe) ilçesine bağlı Xursê köyünde, dünyaya geldi. Yüzyıllar boyunca medreselere ev sahipliği yapan Qoser ve civarındaki yerleşim merkezleri, Kürtçenin Kurmancî lehçesinin en güzel konuşulduğu bölgelerin başında geliyor. Şüphesiz Kürt edebiyatının birçok isminin de bu bölgeden çıkması tesadüf değil. Yurtsever ve çevresinde tanınan biri olan babası Hesen Kurtay, medrese eğitimini almış bir meleydi. Mele Hesen, Ferhat’ın doğumundan bir süre sonra üç erkek, iki kız çocuğunu da yanına alarak Qoser merkeze göç eder. Din adamlığını bir kenara koyarak ticarete giren Mele Hesen, çocuklarının eğitimi üzerinde sıkı sıkıya durur. Bir ara babası gibi mele olan amcasının yanında dini eğitim görmesi için köye gönderilen Ferhat, ilk ve orta öğrenimini Qoser’de okudu.

ASKERLİKTEN FİRARLA BAŞLADI

Babası Ferhat’ı iyi bir lise eğitimi için de İstanbul’a gönderir. Sarıyer Lisesi’ni bitiren Ferhat Kurtay, ardından da Karadeniz Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ni kazanır ve Trabzon’un yolunu tutar. Üniversitesi eğitiminden sonra elektrik mühendisi olur. Biraz da “Üniversiteyi de bitirdin, niye evlenmiyorsun?” diye ailesinin baskısıyla genç yaşta dayısının kızıyla evlendirilir. Ardından da askere gider. İşte ne olduysa o zaman olur. O dönem tehlikeli görülen Kürtçü fikirlerle yanıp tutuşan Ferhat, yeni filizlenen Apocu Hareket’le de artık tanışır.

Ablası Rabia Kurtay onun askerlik yıllarına ait bir anısını şöyle anlatır: “Amcam, yengem ve teyzem askerlikte onu ziyaret etmeye karar vermişlerdi. Kaldıkları yere gitmelerine rağmen Ferhat yerinde değildir. Görevliler ‘bilmiyoruz’ derler, tesadüfen bir asker ‘Ferhat kaç gündür silahını da içeride bırakıp izinsiz çekip gitmiş, çok kurcalamayın’ şeklinde bizimkileri tembih eder. Onlar da ha bugün ha yarın gelir diye birkaç gün otelde kalır, sırf onu görmek için. Son gün tam ayrılacakları sırada ‘hele bir son kez deneyelim belki Ferhat gelmiştir’ diye kaldığı kışlanın yolunun tutarlar ama Ferhat yine yoktur.

Tam çıkacakları sırada Ferhat ile karşılaşırlar. Bizimkiler, ‘kaç gündür buradayız, dönüş biletini de kestik, maalesef dönmeliyiz’ der. Ferhat, onların hemen gitmesini istemez ve ‘gelin bir oturun size bir yemek ısmarlayayım’ der. Onlar aç olmadıklarını söyler, bunun üzerine Ferhat onlara dondurma alır. Birlikte yerler ve Ferhat kışlanın kapısından içeri gireceği sırada uzaktan el sallar. Amcam, yengem ve teyzem yıllarca ağlayarak Ferhat’ın o el sallayışını anlattı. Ferhat’ta bir şeylerin değiştiğini o anda fark etmişler fakat o an ne olduğunu çıkartamıyorlar. Daha sonra öğrendik ki Ferhat meğerse birkaç günlüğüne firar edip Ankara’da Apocuların yanına gitmiş.”

PARTİNİN KÜRTÇE İSMİ

Ferhat Kurtay, 1977’de profesyonel bir devrimci olarak Apocu Hareket’e katılır. Mardin’de örgütleme çalışmaları yapar. 27 Kasım 1978 günü Lice’nin Fis köyünde partileşen hareketin kuruluşun kongresine katılamadı, ancak “Kürdistan İşçi Partisi” olarak ilan edilen partinin ismini, Kürtçeye “Partiya Karkerên Kurdistan” olarak çevirir. Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen mütevaziliği ve alçak gönüllüğüyle hafızalarda kalan Ferhat Kurtay’ın pek bilinmeyen bir acısını kız kardeşi şöyle anlatıyor:

“Partiye katıldığında eşi hamileydi fakat onun bundan haberi yoktu. Eşi erken doğum yaptı, bebek can vermek üzereydi. O zaman abim Mele Dawut kalkıp ‘ben bu çocuğu iyileştirip, getireceğim’ deyip bebeği aldı ve Diyarbakır’a doğru yola çıktı. Ancak bebek daha yoldayken, Diyarbakır’daki hastaneye ulaşmadan can verdi. Tabii ki hepimiz çok üzüldük.

Ferhat mahkumluk günlerinde, her yerde aranmasına rağmen bir gün çıkıp geldi. Yanına oturan annem gözyaşlarına tutamadı. Ferhat, ‘niye ağlıyorsun? Yoksa sevinçten mi?’ diye sorunca annem, ‘Allah sana bir erkek evladı verdi, ancak onu kurtaramadık, bu yüzden ağlıyorum’ cevabını verdi. Ferhat hiç moralini bozmadan, gözyaşlarını tutarak, hiç unutmam şunları söyledi: ‘Anne ne üzülüyorsun, bu halkın bir sürü evladı var’. O gelişi zaten eve son gelişiydi.”

AĞABEYİNİ KATLEDERLER

Ferhat Kurtay, bir yandan Elektrik Bölge Müdürlüğü’nde elektrik mühendisi olarak çalışır, bir yandan da Mardin ve Kızıltepe ovasında PKK’nin öncü kadrosu olarak örgütleme çalışmalarını yürütür. Sonra deşifre olur, hakkında tutuklama kararı çıkartılır. Mahkum olduğu günlerde kendisini bulamayan güçler ise ağabeyi Mele Dawud’u evinin önünde katleder.

Türk devlet güçleri, Kasım 1979’da Kızıltepe kırsalında PKK’nin bir başka öncü kadrosu M. Hayri Durmuş ile onun izini bulur. Kıl payı kurtulmayı başarırlar ama askerler peşlerindedir. Kurtay, ilçe merkezine dayısı Heci Eli’nin evine gelir. Yemeklerini yerler, gece askerler evin etrafını çevirir, daha sonra direnişleriyle Diyarbakır zindanında bir başka tarih yazacak olan her iki isim yakalanır.

FERHAT KURTAY ARTIK ZİNDANDADIR

Kürt halkının hafızasına vahşet ve direnişin merkezi olarak kazılan “Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi” günleri başlamıştır artık. Ferhat Kurtay, işte o işkencenin eksik olmadığı cezaevi günlerinde Kürtçeye ve edebiyata tutunur. Kürtçe “Şoreşgerê bênav” (İsimsiz bir devrimci) adlı bir öykü yazar, alır bunu koğuş arkadaşlarına okur, dinleyen herkesi etkiler bu öykü. Mazlum Doğan ve Kurtay’ın öncülüğünde bir de “Hawar” adıyla gazete çıkartılır.

VAHŞETİN ORTASINDA KÜRTÇE ÖĞRETİR

İşte vahşetin doruğa çıktığı günlerde koğuş arkadaşlarını toplar, onlara Kürtçe öğretmeye girişir. İlk kez Celadet Ali Bedirxan’ın 15 Mayıs 1932’de Şam’da çıkardığı “Hawar” dergisiyle hayat bulan Kürtçe Latin harfler, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, Kürdistan’ın kadim şehri Amed’in kalbinde sömürgecilerin Kürtlüğü bitirmek için kurduğu ve duvarlarına “Türkçe konuş, çok konuş” gibi Kürtçeye meydan okuyan ırkçı sloganların yazıldığı bu zindanda, hayatta kalmaya çalışan bir avuç devrimciye ışık olur. Ferhat Kurtay, A4 kağıtlara büyük harflerle 31 Kürtçe harfi tek tek çizer, zaten çizmekte zorlanmaz, çünkü kendisi aynı zamanda bir ressamdır da. Kurtay, bir duvarın önüne geçer ve harflerin okunuşunu anlatır.

Ferhat Kurtay, henüz 33 yaşında, 18 Mayıs 1982 gecesi arkadaşları ve ayna zamanda Kürtçe öğrencileri olan Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi Öner birlikte bedenini ateşe verdiğinde artık Diyarbakır zindanının ‘Mamoste’sidir.

CENAZESİNİN ALINMASI

Rabia Kurtay, gözyaşları içinde ağabeyi Ferhat’ın bir ateş topu olduktan sonra sönen cenazesini nasıl aldıklarını yıllar sonra şu sözlerle anlattı: “Muhtardan bize haber geldi, Ferhat’a bir şeyler olmuş, Diyarbakır’a gidin diye. Söylemeye el vermemiş. Tabii yola çıkan babam Ferhat’ın cenazesini alacağına kendisini hazırlamıştı. Amcamla cezaevi kapısının önüne vardıklarında bir kalabalıkla karşılaşırlar. Babam hemen anlıyor tabii, gözyaşlarını tutarak ve ağzını açmayarak derin derin düşünür, oturur bir köşede sigarasını yakar. Yarım saat öyle bir şey demeden hareketsizce bekler, ta ki cezaevinin kapısı açılıp cenazeler verilene kadar.”

O DOSYA DA VERİLİR

Cenazesiyle birlikte yarısı yanmış saati ve içinde Ferhat’ın çizdiği Kürtçe harflerin bulunduğu bir dosya verilir. Rabia Kurtay, bu dosyayı yıllarca sakladıktan sonra Kürt kurumlarına teslim eder, bir süre arşivler arasında kaybolur, gün ışığına çıkmaz.

FERHAT SONRASI KURTAYLAR

Rabia Kurtay, 18 Mayıs 1982’den sonra da aile olarak yaşadıkları acıları şöyle özetledi: “Ferhat şehit düştüğünde küçük kardeşim Ferit de cezaevindeydi, toplam 6 yıl 7 ay içeride kaldı. Evde erkek olarak bir babam kalmıştı. Ferhat’ın eşi Suheyla, Dawud’un eşi ile 5 kız çocuğu ve annem. Babam Ferhat’ın ardından Suheyla’ya ‘istiyorsan bu evden gidebilirsin’ demişti, ancak o ‘bu benim evim’ diyerek kalacağını söyledi.

Ferit cezaevinden çıktıktan sonra babam onu yanına oturttu ve şöyle dedi: ‘Sen çıktın ama artık hayatın senin için değildir, sen başkaları için yaşayacaksın, iki yengenle evleneceksin’. Kardeşim ‘abilerim amaçları için can verdi, şimdi de sen beni bu kararla öldürmek istiyorsun’ dedi. Ferit hiç istememesine rağmen onlarla evlenmek zorunda kaldı. Sonra zaten bir süre sonra psikolojisi bozuldu. Dawud’un eşinin çocukları olmadı ama Suheyla 6 erkek çocuk dünyaya getirdi. Büyük oğlunun ismini Ferhat koydu, onu evlendirdikten hemen sonra kanserden hayatını kaybetti, o öldüğünde sanki ağabeyim Ferhat’tan sonra evimizin bir direği daha eksilmiş gibi üzüldük.”

SANKİ ONLARA FERHAT SİNMİŞ GİBİ

Rabia Kurtay, geçen yıllar içinde Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi Öner olmak üzere Ferhat Kurtay’ın diğer mücadele arkadaşları olan M. Hayri Durmuş ve Mazlum Doğan’ın aileleriyle çok güzel bir bağ kurar. Şehadetlerinin üzerinde 38 yıl geçmesine rağmen bu bağ hiç kopmaz. Rabia Kurtay, “Sadece yıl dönümlerinde değil, sık sık bu ailelerle görüşüyorum ya da telefonlaşıyoruz. Sanki onlara Ferhat sinmiş gibi” dedi.