Karayılan: Türk sömürgeciliğine karşı ulusal tutum geliştirilmeli!

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Türk sömürgeciliğinin ve saldırganlığının gittikçe kendisini Güney Kürdistan’da hakim hale getirmesine karşı hem Kürdistani hem de Iraki ulusal bir tutum geliştirilebileceğini belirtti.

Türk devletinin, Güney Kürdistan ve Irak’a hakim olmak için  insanları korkutup kaçırtmak istediğini belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, bu konseptin gereği asker-sivil ayrımı yapmadan vurduğunu kaydetti. Şimdiye kadar tepkisiz kalındığı için de oldukça rahat davrandığına işaret eden Karayılan, dolayısıyla bilinçli olarak Perex’deki piknik alanını vurmakta da beis görmediğini vurguladı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Dengê Welat Radyosu’nun sorularını yanıtladı.

 

Türk devleti, 20 Temmuz’da Perex köyüne saldırdı. 9 Irak vatandaşı katledildi, onlarcası da yaralandı. Türk devleti neden sivilleri de hedef alıyor?

Öncelikle bu saldırıda yaşamını yitiren herkesin ailesine başsağlığı, tüm yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah rahmet eylesin. Suçsuz ve günahsız olan bu insanlarımız, Türk sömürgeciliği tarafından şehit edilmiştir. Türk devletinin yaptığı bu katliamı şiddetle kınıyorum. Şüphesiz sadece kınamakla kalınmamalı, bu kan emici ve işgalci zihniyete karşı mücadele de yürütülmelidir.

Irak’ta, Güney Kürdistan’da ve Kürdistan’ın genelinde bu konu yoğun tartışılıyor. Önce şunu belirtmek lazım; Perex köyü Heftanîn’dedir. Aynı zamanda Türkiye’nin resmi sınırına bir buçuk kilometre uzaklıktadır. Orada Türklerin büyük bir askeri üssü olan Kiryareş vardır. Türk devleti mevcut durumda Heftanîn’de 23 adet tepeyi işgal etmiştir. Yani 23 yerde askeri üs yapmıştır ve bunların büyük bir kısmı Perex dolaylarıdır.  Perex’in arkasında da Türk sömürgeci güçleri var, batı tarafından ise zaten sınır vardır. Bir nevi Türk askerinin kontrolünde olan bir bölgedir. Doğrudur; aşağısında Kêrê hattında Irak Sınır Güçleri vardır; yine kimi bazı pêşmergeler vardır ama esas olarak Türk devletinin kontrolü altındadır.

Şimdi şunları çok açıktır ve net ifade etmek gerekir;

* PKK’nin bu olayla ilgisi yoktur. Orada Türk devleti hakimdir.

* Iraklı yetkililerin de dediği gibi, bu olayı Türk devleti yapmıştır. Bu kesindir.

* Türk devleti bu olayı bir yanlışlık sonucu yapmamıştır; bilinçli bir biçimde vurmuştur. Bu da kesindir, çünkü tam karşısındadır; bu dönemde orada 400-500 araç durmaktadır. Yaklaşık bin turist oralarda vardır. Türk devleti de oranın turistik bir yer olduğunu biliyor. Türk devleti, şu an elinde bulundurduğu teknikle bir ağacın altındaki bir kişiyi görebiliyor ve suikast edebiliyorsa nasıl oluyor da koca bir piknik alanını yanlışlıkla vuruyor? Burada yanlışlık yoktur ve öyle bölgedeki bir komutanın canı istediği için vurmamıştır.

Bu, Türk devlet siyasetinin bir yaklaşımıdır. Türk siyaseti, Güney Kürdistan ve Irak’ta hakimiyetini kurmak istiyor. Onlar bu biçimde psikolojik baskı yaparak insanları korkutmak, kaçırmak ve kendini hakim kılmak istiyor. Zaten bu ilk saldırı da değildir; kaç yıldır bu siyaset temelinde Güney Kürdistan’da, Rojava’da, Kuzey Kürdistan’da sivil insanlarımızı katlediyor. İnsanların gözünü korkutmak istiyorlar. Bir de anlaşılan, oranın bir piknik alanı olmasını değil, bırakılmasını istiyorlar.

Özellikle de Türk ordusunun Güney Kürdistan’da işgal ettiği yerlerde böyle bir siyasetleri vardır. Aynı şey Metîna’da ve Xakurkê’de de söz konusudur. Yani o bölgelerde halkın olmasını istemiyor; tam bir askeri hakimiyet kurmak istiyor. Kısacası Türk devleti bu saldırıyı bilinçli bir biçimde yapmıştır.

BU KADAR TEPKİ BEKLEMİYORDU

Belki bu kadar tepki gelişeceğini tahmin etmemiş olabilir. Böylesi bir tepki beklemiyorlardı, çünkü ondan önce de birçok katliam yaptılar ama kimse tepki göstermemişti. Mesela daha önce Kandil çevresinde, Şêladizê’de, en son Bamernê’de birçok katliam yaşandı. Mesela geçen yıl Şengal’de Sikeniyê’de hastaneyi vurdular; 8 sivil insanımız şehit düştü. Eğer o zaman Irak devleti, Kazimi hükümeti tepki gösterseydi, bugün bu olay da yaşanmazdı. Yine Ağustos 2020’de Irak ordusunun 2 üst düzey askeri komutanı olan Zübeyir Halî ve Muhammed Reşit bilinçli bir biçimde Türk devleti tarafından katledildi ama ardından Irak Başbakanı gidip Erdoğan’ın önünde boyun eğdi. Tepki göstermediler. Bunun için de Türk hükümeti rahat hareket ediyor fakat bu sefer özellikle Irak halkı çok değerli bir tepki gösterdi. Irak halkı ‘artık yeter’ dedi. Bu olay bu anlamda bardağı taşıran son damla oldu. Böylesi bir tepki gelişti. Tabii halk kitlesel bir biçimde böylesi bir tutum geliştirince Iraklı yetkililer de Güney Kürdistanlı yetkililer de açıklama yaptılar ve bu temelde şimdi hükümetler bazında bir tepki ortaya çıkmış durumda.

Her ne kadar eksikleri olsa da açığa çıkan tepkilerin belli bir düzeyi söz konusudur. Bundan önce bu tepkiyi gösterselerdi Türk devleti de böylesi katliamları geliştiremezdi. Eğer Türk devletinin önünü almazsan her şeyi yapabilir, çünkü alan üzerinde hakimiyetini kurmak istiyor. Konseptleri gereği böyle bir amaçları var ve bunun için de gerek olduğunda asker-sivil ayrımı yapmadan vuruyor.

KATLİAM, İNKAR VE YALAN

Şimdi Türk devleti, bu katliamı yaptığını inkar etti. Hatta ‘PKK yaptı’ dedi. Irak, bu katliamı Türk devletinin yapmış olduğunu ispatlamasına rağmen inkar etti. Türkiye’nin bu inkarcılığı, kendi gerçekliklerini dünyanın görmesine yol açıyor. Bu gerçeklik nedir? Türkiye’nin hep böyle yapmasıdır. Kendisi Kürdistan’da terör yürütüyor ama bize ‘terörist’ diyor. İnsanlarımızı öldürüyor ama net bir biçimde ‘ben sivilleri öldürmem’ diyor. Zaten Kürt halkını tümden inkar ediyor ve yok sayıyor. Türk devletinin gerçekliği inkar, katliam ve yalancılıktır. Türk devleti, devlet terörü uygulamaktadır. Türk devlet gerçekliği budur. Bakın, zaten bu olayı da inkar etti. Şimdi Iraklı yetkililer tespit etmişler; ‘siz yaptınız’ diyorlar ama bunlar dikkate bile almıyor. Mesela Irak’a bir yanıt bile vermediler. Hatta bir de sanki bir çocukla konuşuyormuş gibi ‘tuzağa düşmeyin, gelin ortaklık yapalım’ dediler. Yani saygıları bile yoktur. Bu, Türk devletinin gerçek yüzünün biraz daha tanınmasını sağlamıştır.

30 BİN TÜRK ASKERİ VAR

Şimdi esas olarak Irak devlet yetkililerinin bu konuda yapmış oldukları tespitlerin çoğu doğrudur fakat verdikleri rakamlarda biraz eksiklik vardır. Belki de bilgileri tam yoktur. Doğru; Türk devletinin Güney Kürdistan’da kurduğu askeri noktaların sayısı 100 civarındadır fakat Irak topraklarında şu an yerleşen ve hareketli olan asker sayısı en az 30 bindir. Hatta Türk devletinin özel kuvvet, komando, vb. tüm uzman tugayları şu anda Güney Kürdistan’da, yani Irak’ta yerleşmiştir. Bunun doğru bir şekilde bilinmesi iyi olur. Diğer bir konu ise 14 Nisan’dan 14 Temmuz’a kadar geçen üç aylık süreçte Irak topraklarına savaş uçaklarıyla yapılmış olan bombardımanların sayısı 2 bin 574, helikopterlerle yapılan saldırıların sayısı bin 933’tür.

IRAK’IN TUTUMU, FIRSATTIR

Türk devletinin bu kadar rahat hareket etmesinde kimin sorumlu olduğu gibi konulara şimdi çok değinmek istemiyorum. Bu zaten bellidir fakat önemli olan, şimdi Irak halkı, Irak devleti ve hükümeti, Türk devlet saldırganlığına karşı bir tutum geliştirmiştir. Bence bu, Federe Kürdistan Hükümeti ve KDP açısından yeni bir çıkış yapabilmek açısından fırsattır. Eğer isterlerse onlar için bir fırsat doğmuştur ve onlar da Türk sömürgeciliğine karşı yeni bir tutum geliştirebilir. Yani Türk sömürgeciliğinin ve saldırganlığının, gittikçe kendisini Güney Kürdistan’da hakim hale getirmesine karşı hem Kürdistani hem de Iraki bir ulusal tutum geliştirebilir, yeni çıkışlar yapabilirler. Bu anlamda zaten Güney Kürdistan siyasetinin bir kesimi tutum sahibidir; ancak halen tutum almamış olanlar, hatta iş birliği bile yapanlar da yine yeni çıkışlar yapabilir. Bunun imkanı olduğu gibi, bu siyaseti görmeleri ve yeni çıkışlar yapmaları yönünde beklentiler de vardır. Biz bu çerçevede bir gelişmenin yaşanabileceğini umuyoruz.

 

Bazıları da ‘Türk devleti ile savaşını Güney’e taşırdı’ diyerek PKK’yi eleştiriyor. Böyle miydi?

Bu konuda Irak Parlamentosu’nda da kimi tartışmalar yaşandı. Sanki PKK, Güney Kürdistan’dan Kuzey Kürdistan topraklarına geçiyor, orada Türk devletine vuruyor ve sonra tekrar Güney Kürdistan’a dönüyor gibi bir bakış açısıyla bu tartışmalar yaşanıyor. Şu an böyle bir şey yoktur. Son 10 yıldır böyle bir şey gerçekleşmemiştir. Bundan 10 yıl önce bizimle Türk devleti arasında bir ateşkes yaşandı. 2 buçuk yıl sürdü. O ateşkese göre biz tüm gücümüzü Güney Kürdistan’a çekecektik. Bir kısım gücümüzü zaten çektik, ancak sonra Türk devletinin iyi niyetli olmadığını görünce çekilmeyi durdurduk. O zaman güçlerimizin Güney Kürdistan’a çekilmesi sürecine Federe Kürdistan Hükümeti de dahildi; haberi vardı ve onaylamıştı. Irak da defakto biçimde bunu onayladı. Bunu herkes biliyor. Çözüm için gerillanın Güney Kürdistan’a çekilmesi gerekiyordu. Sonra Erdoğan, yani Türk devleti, Dolmabahçe’de mutabakat imzalanmış olmasına rağmen süreci bozdu. Bakın şu an bunun yıl dönümündeyiz. 24 Temmuz 2015’te direkt bir biçimde Güney Kürdistan’a dönük saldırı başlattılar. O zamandan beri Türk devleti, tek yanlı olarak nerede gücümüz varsa saldırı geliştiriyor. Biz de meşru bir biçimde hem kendimizi hem de Güney Kürdistan topraklarını savunuyoruz. Savaş, bu çerçevede yaşanıyor. Biz savaşı Güney’e getirmiş değiliz; bu savaşı buraya düşman getirmiştir. Bizim gidip onları vurmamız ve onların da yanıt vermesi gibi bir durum söz konusu değildir. Onlar tek yanlı bir biçimde saldırıyorlar ve esas olarak Misak-ı Milli olarak adlandırdıkları sınırları işgal etmek istiyorlar. Biz de buna karşı duruyoruz; Irak ve Güney Kürdistan topraklarını savunuyoruz. Buraları işgal etmek istiyorlar. Esas durum budur; bu çerçevede anlaşılmalıdır.

MADEM GEREKÇE BİZİZ, BAŞİKA’DA NE ARIYORLAR?

Peki, madem hep saldırıların gerekçesi biz oluyoruz; o zaman Başika’da Türk askeri üssü ne arıyor? Niye mesela Irak hükümetinin bundan 3-4 yıl öncesinde Başika’daki askerlerini çekmelerini istemesine rağmen Türk devleti askerlerini çekmemiştir? Çekmediği gibi, şimdi tersine gizli bir biçimde Kerkük’ü de askerlerle doldurmak istiyor. Sivil bir biçimde gönderdiği askerler ve MİT elamanları yoluyla orayı da işgal etmek istiyor. Orada güç oluşturuyor ve bunları eğitiyor. Türk devletinin bu topraklar üzerine hesapları vardır; bunun görülmesi gerekmektedir. Belki meselenin bir yanı PKK olabilir ama sorunun tümü PKK değildir. Bu da bir gerçekliktir ve görülmesi gerekir.

 

Irak halkının gösterdiği bu tepkiden sonra bazı gerçeklikler açığa çıkmadı mı?

Elbette, değerli Irak halkının tepkilerinin böyle bir etkisi oldu. Türkiye’nin Yeni Osmanlıcılığı da barındıran bu konseptine karşı Kürt, Arap, Asuri-Süryani halkları başta olmak üzere tüm bölge halkları ittifak yapabilir; ittifak yapmalıdır. Bu konsept Kürtlere karşıt ama aynı zamanda Araplara, Asuri-Süryanilere de karşıdır. Tüm bölge halklarına karşıttır. Dolayısıyla bu biçimde halklar arası bir ittifakın zemini de güçlenmiştir. Zaten şimdi Kuzey-Doğu Suriye’de Demokratik Ulus perspektifi temelinde bir ittifak oluşmuş durumda ama esas olarak genel bir biçimde de Türk devletinin saldırılarına karşı halkların ittifakı oluşmalı. Bir kez daha bu yanı açığa çıkmıştır.

Şu da var; Irak devleti her ne kadar şu an iç sorunları olsa da Türk devletine karşı güçlü bir pozisyondadır. Mesela iki ay sınırını kapatsa, Türkiye’yle ticaret yapmasa, AKP-MHP hükümetini yıkabilir. Şimdi Güney Kürdistan ve Irak, Türk devleti için nefes borusu durumundadır. Bütün mallarını getirip burada satıyor. Şimdi Irak devleti bunu durdursa onlar bu ekonomik kriz altında daha fazla devam edemezler ve yıkılırlar. Yani Irak’ın elinde ekonomi kartı vardır ve bu kart Irak’ın elini çok güçlendirmektedir. Irak bunun üzerinden tutum alabilir ve bu biçimde Türk devletine gerekli cevabı verebilir. Bu biçimde sadece Perex değil, son 7 yıldır Türk devletinin saldırıları sonucu Irak topraklarında şehit düşen 138 insanımız başta olmak üzere, sömürgecilik tarafından katledilen tüm Güneyli, Iraklı, Rojavalı şehitlerin ruhu şad olabilir. Dolayısıyla böyle bir tutumun da geliştirilmesi gerekir.

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki işkence sistemi derinleşerek sürüyor. İmralı’daki bu durum giderek Türkiye’nin diğer zindanlarına da yayıldı. Zindanlardan cenazeleri çıkmaya devam ediyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Her zaman söylüyoruz; İmralı, sıradan bir sistem değildir. İçeriğinde soykırım ve faşizm vardır. Aynı zamanda sadece İmralı ile de sınırlı değildir. İmralı’da Önder Apo’ya ve oradaki diğer arkadaşlara dönük Türk devleti tarafından uygulanan sistem, yavaş yavaş tüm Türkiye ve Kürdistan zindanlarına hakim hale geldi, sadece zindanlarla da kalmadı, yaşamın her alanına sirayet ettirildi. Faşizan bir rejim yaratıldı. Buna karşı mücadele etmek gerekir. Önder Apo büyük bir irade ve sabırla 24 yıldır buna karşı direniyor. Bu vesileyle Önder Apo’nun ve beraberindeki arkadaşların yürüttüğü direnişi selamlıyorum. Aynı zamanda tüm Türk zindanlarında direniş yürüten yoldaşları da selamlıyorum, gerillanın selamlarını kendilerine iletiyorum.

Önderlik gerçeği karşısında özeleştirisel bir durumdayız. İyi biliyoruz ki eğer dışarıdaki mücadele gerekli düzeyde yürütülseydi, düşman Önder Apo’nun üzerine o kadar gidemezdi; İmralı’daki sistemi de bu biçimde tüm zindanlara yayamazdı. Yani zindanlardaki tüm arkadaşlara karşı durumumuz budur. Bunun farkındayız. Bugün hem Önder Apo, hem de düşmanın elinde esir olan yoldaşlarımız çok önemli ve tarihi bir direniş yürütüyor. Şimdiye kadar birçok şehit verilmiştir. ‘İntihar etti, hastalandı’ adı altında birçok şehit verildi. En son Kadri Ekici şehit düştü. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Kadri Ekici şahsında tüm zindan şehitlerimize verdiğimiz sözü yineliyorum.

Kısacası zindanlarda da önemli bir mücadele veriliyor. Bunu zindanlardaki tüm yoldaşlar bilmeli. Zorlu ve zahmetli bir süreçten geçiyoruz. Mücadelemiz zirvesel bir düzeyde yaşanıyor. Dağlarda, sokaklarda, zindanlarda bir mücadele söz konusu. Düşman soykırım ve tasfiye siyasetini hakim kılmak istiyor; biz de buna karşı direniyoruz ve bugün bu direnişimiz zirveye ulaşmış durumda. Özellikle de şu an Medya Savunma Alanları’nda yürütülen direniş böyledir. Şüphesiz böyle bir dönemin zorlukları vardır. Bizler zindandaki yoldaşlarımızın, o hücrelerde baskı altında olduğunu biliyoruz. Önderliğimiz ağır bir tecrit, izolasyon ve baskı altındadır. Önceden de belirttiğimiz gibi bu durum bir tek tecritle izah edilemez. Mesela 16 aydır kendisinden haberimiz yoktur. Dünyayla bağlantıları koparılmıştır. Böylesi ağır bir işkence vardır. Şüphesiz bu kolay değil. Bunun için fedakarlıklar yapıldığını biliyoruz. Fakat böylesi koşullarda, özellikle de zindandaki yoldaşların Apocu yoldaşlık ruhuyla sorunlarını çözmesi gerekir. Yani nasıl ki bugün gerillada yürütülen savaşın en temel kaynağının Apocu yoldaşlık ruhu olduğunu söylüyorsak, bu ruhun güçlendirilmesi halinde nerede olursa olsun tüm sorunlara ve zorluklara yanıt olunabilir. Zindandaki yoldaşlara önerimiz budur. Bizler zindanlardaki yoldaşlarımızın kendi içlerinde yoldaşlık ruhunu ve komünal örgütlülüğü geliştirmeleri halinde kesinlikle 14 Temmuz ruhu temelinde düşmanın her türlü saldırıları karşısında başarabileceklerine inanıyoruz. Yoldaşların bu çerçevede derinleştiklerine ve yanıt olabileceklerine inanıyor, bir kez daha zindanlardaki yoldaşlarımızı selamlıyor, özellikle Önder Apo’ya selam ve bağlılığımı sunuyorum. Dağlardaki, zindanlardaki ve halkımızın sokaklardaki direnişinin mutlaka bu faşizmi yeneceğini belirtiyorum.

 

24 Temmuz, hem Lozan Antlaşması’nın hem de Türk devletinin diyalog sürecini bitirerek yeniden savaş başlatmasının yıl dönümüydü. 7 yıldır bu topyekun savaş konsepti sürüyor. Türk devleti hedeflediği sonuca ulaştı mı?

Her şeyden önce Lozan Antlaşması’na dönük bazı şeyler söylemek gerekiyor: Mücadelemiz, Lozan Antlaşması’nın ve onun tahribatlarının ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır. Lozan Antlaşması, Kürt halkının inkar edilmesi ve Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesidir ama aynı zamanda tüm bölge halklarına dönük emperyalist güçlerin bir planıdır. Yani bir tek Kürtlere karşı geliştirilen bir kötülük değil, aslında tüm bölge halklarına dönük yapılmış bir kötülüktür. Mesela bu antlaşma Arap halkını da ikinci sınıf haline getirmiştir. Masa üstünde harita yaptılar; Arapları 22 parçaya, Kürdistan’ı dört parçaya böldüler; tüm azınlık haklarını inkar ettiler. Yani ulus devlet zihniyetini esas aldılar; bu da bölgede sürekli ölüm ve katliamların yaşanmasına neden oldu. Zaten bu 99 yıldır Kürdistan’da kan durmadı. Yani bu böyle bir anlaşmadır; bunun bilinmesi gerekir. Kürdistan’da bu soykırımcı sistemin önünü açan ve bu kadar katliamın yaşanmasına neden olan temel şey, bu Lozan Antlaşması’dır. Bunu bilmemiz gerekir.

Türk devleti bize karşı yaptığı her yeni uygulamada böylesi önemli günleri seçiyor; böylesi yıl dönümlerini dikkate alıyor. Bunun için bize karşı 24 Temmuz 2015’te saldırılarına başladılar. Aslında 2 buçuk yıl görüşmeler oldu; Dolmabahçe Mutabakatı yapıldı; artık sorun çözüme doğru gidiyordu; silah tamamen devreden çıkmak üzereydi. Türk devleti ve Erdoğan, Sri Lanka modelini uygulamak istediler. Sri Lanka da Tamil gerillalarıyla diyalog süreci başlatmıştı ve bir süre sonra Tamil gerillaları gevşemiş ve gerçekten çözüm gelişeceğine inanmışlardı. Gaflete düştüler yani. Sri Lanka birden saldırı geliştirerek büyük katliam yaptı ve tasfiye geliştirdi. İşte Türkiye de öyle yapmak istedi.

NİSAN 2017’DE PKK BİTECEKTİ

Elbette başarılı olamadı. Onlar o zaman İçişleri Bakanlığının ağzından resmi olarak ‘2017 Nisan’ıyla birlikte kimse PKK’nin adını anmayacak, çünkü PKK diye bir şey kalmayacak’ ilanında bulundular. Bizi tasfiye etmek istediler. Nisan 2017’nin üzerinden 5 yıl geçti. İşte şimdi en kapsamlı savaş yaşanıyor ve AKP-MHP devletten aldığı bu görevi başaramadı. Şimdi bir yıllık zamanı kalmış durumda ve son şansını deniyor. 2022 yılı itibarıyla sonuca gidebilmek için tüm gücüyle saldırıyor. Sonuca gidemezler. İşte bu 100 gündür Zap, Avaşîn ve Metîna bölgelerinde çok şiddetli bir savaş yaşanıyor. Türk devleti bu 100 günlük savaşta verdiği kayıpları hiçbir zaman vermemiştir. Yani tarihleri boyunca hiçbir zaman Güney Kürdistan’da bu kadar kayıp vermemişlerdir. Yine ileri teknoloji ve kimyasal silah, taktik nükleer bomba ve termobarik gibi yasaklanmış silahları kullanmalarına rağmen hiçbir zaman 100 gün boyunca aralıksız olarak bu kadar büyük bir direniş ve savaş yaşanmamıştır. Bu savaşta şu ana kadar herhangi bir sonuç alamamıştır. Bu da bu 7 yıldır bize karşı ilan ettiği ve yürüttüğü, dışarıdan aldığı yardıma, kullandığı tekniğe rağmen Türk devletinin gerilla gerçeği karşısında başarılı olmadığını gösteriyor.

SOYKIRIMIN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ GÖSTERİLDİ

Kürdistan, büyük bir gerçektir; toplumsal bir hakikattir. Önder Apo’nun ideoloji ve fikri, Kürt gençlerine, Kürt kadınlarına, bir bütün olarak Kürt toplumuna ilham olmuş ve bir ruh oluşturmuştur. Önder Apo’nun fikirleri temelinde oluşan zihniyet, insanın yaratıcılığının gelişmesini, yiğitliğin yaşanmasını ve fedai ruhun ortaya çıkmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra bilinç gelişiyor. Bugün bu savaş, taktik yöntem ve strateji alanında büyük bir bilinçle yürütülüyor. Kürdistan Özgürlük Gerillasının ve Hareketimizin yürüttüğü strateji, Türk sömürgeciliğinin stratejisi karşısında başarılıdır. Bunun için de bu savaşı yürüten ve ona komutanlık eden AKP-MHP hükümeti bugün yıkıma doğru gitmektedir. Yani Sri Lanka Başkanı’nın başına ne geldiyse AKP-MHP hükümetinin başkanının başına da gelecektir. Onlar da aynı akıbeti yaşayacaklardır. Çünkü bunlar toplumsal gerçekliği göz önünde bulundurmuyor ve katliamlarla sonuca gitmek istiyor. Biz sorunu diyalogla çözmek istedik ama onlar ölümlerle sonuca gitmek istediler. Bu 7 yıldır yaşanan süreç, bir kez daha onların ölüm ve soykırım siyasetiyle sonuca gidemeyeceklerini gösterdiği gibi, tek çözüm yolunun Kürt halkının varlığını kabul etmek ve siyasi çözümü esas almak olduğunu da ortaya koymuştur. Başka da bir yol yoktur; bu gerçeklik bir kez daha bu 7 yıllık savaşla gündeme girmiştir.

 

Rojava’ya dönük her gün birçok saldırı gerçekleşiyor. Türk devleti her gün SİHA’larla suikastlar yapmakta ve alanları bombalamaktadır. Şimdi Türk devletinin alanda bulunan diğer güçlerden yeşil ışık almadığına dönük haberler geçiyor ama bu saldırılara da bakıldığında bir çelişki açığa çıkıyor. Acaba Türk devleti ilgili güçlerden onay almış mıdır?

Bildiğiniz gibi bundan bir süre önce Tahran’da üçlü zirve yapıldı. Resmi bir yöntemle Türk devletinin uluslararası güçlerden onay almadığı görülüyor. Gizli olarak bazı anlaşmalar yapmışlarsa başka, ancak resmi olarak bir onay almadığı anlaşılıyor. Türk devleti, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye savaş ilan etmiştir. Nasıl ki Güney’de savaş ilan etmiş ve bir savaşı yürütüyorsa aynı yöntemle Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük de şimdi Türk devleti savaştadır. Savaş, illa askerlerin karadan saldırması anlamına gelmiyor. Hayır, şimdi siyasi-diplomatik bir savaş yürütüyor; dronlarla saldırıyor; şimdi istihbari operasyonlar yapıyor; şimdi toplarla vuruyor. Obüs ve top da zaten şimdi hemen hemen hava güçleri kadar etkili. Hepsini koordinatlara dayalı olarak atıyorlar. Yani bakıyorsun; her gün Şehba’da ,Cizîrê’de, Kobanê’de, Eyn Îsa’da ve her yerde köyleri vuruyor. Bu, bir savaştır; kimsenin bu konuda şüphesi olmamalıdır.

QSD VE ÖZERK YÖNETİM GERÇEĞİ GÖRMELİ

Türk devleti bu biçimde sınır üzerinde bir savaş yürüterek durumu değiştirmek, bazı fiilli durumlar yaratmak istiyor. Tabi o kadar saldırırsa oradaki güçler de cevap verecektir; bu biçimde durumda değişiklik yaratmak istemektedir. Bu bir oyundur. Şimdi buna karşı Özerk Yönetim, QSD ve diğer Kuzey-Doğu Suriye güçleri bu gerçekliği görmeli. Kimse Türk devletinin yoğun güçlerle saldırı yapmasını ve ondan sonra onu savaş olarak nitelendirmeyi düşünmesin. İşte şu anda yürütülen şey, bir savaştır zaten. Böyle ele alınmalı ve bu durum hem ortaklarına hem de kamuoyuna iyi izah edilmeli. Türk devleti, her gün sivillere ve aynı zamanda DAİŞ’e karşı savaşmış, emek vermiş olan komutanlara saldırı düzenliyor. Nasıl ki Şengal’de DAİŞ’e karşı savaşmış olan kimi arkadaşları şehit etmişse aynı şekildeki saldırıları Rojava’da da geliştiriyor. Son olarak Jiyan Tohildan ve beraberindeki iki arkadaşını şehit ettiler. Değerli komutan Jiyan Tolhildan şahsında, düşmanın bu tür saldırılarında verilen tüm şehitlerimizi anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlar aynı zamanda tüm Kürdistan’ın şehitleridir.

10 YILDIR DAİŞ’E KARŞI SAVAŞAN KOMUTANDI

Mesela dikkat edin; Jiyan Tolhildan kimdir? 10 yıldır DAİŞ’e karşı savaşan bir komutandır. Şimdi YAT güçlerinin komutanıydı. YAT güçleri, DAİŞ terörüne karşı savaşmak üzere özel olarak örgütlendirilmiş bir güçtür ve sürekli bir biçimde Uluslararası Koalisyon ile birlikte hareket etmektedir. Şimdi bu gücün komutanı hedef alınmıştır. Yani bu gerçeklik karşısında, eğer kendilerine Koalisyon diyen güçler de sessiz kalırlarsa onların da ortak olduğu anlamına gelir. Yani onların her gün birlikte çalıştıkları bir arkadaşları şehit ediliyor. Peki bu nasıl oluyor? Bu bir izahat gerektirmektedir. Gerçekten bu konuda Rojava Devrimi’nin biraz daha sonuç alıcı diplomasi yürütmesi gerekmektedir. Bu, hem kamuoyuna hem de yabancı ortaklarına iyi izah edilmeli. Onların da misilleme hakları vardır ama direkt bir şekilde yapılırsa sanki Türk devleti gibi bir sınır savaşı isteniyormuş gibi anlaşılabilir. Hayır, önce kamuoyuna ve o güçlere kavratılmalı; sonrasında ya bu saldırılar durdurulmalı ya da misillemeler yapılmalıdır. Kan akıtıyorlar; sivillerin, komutanların kanı akıtılıyor. Zaten şu an 2 iki kesim hedeftir: DAİŞ’e karşı savaşmış olan komutanlar ve sivil halk.

Bu devlet, özellikle de AKP-MHP hükümeti, kan dökerek iktidarını devam ettirmek istiyor. Seçimler öncesinde Kürtlere ve Kuzey-Doğu Suriye’ye karşı savaş yürüterek bununla kitlesini milliyetçi duygularla etrafında toparlamak ve bu temelde seçimlerden sonuç almak istiyor. Bu kadar kirli ve kan emici bir zihniyettir. Bu kadar sadisttirler. Bunun için Şehba’da, Cizîrê’de ve her yerde sivilleri hedefleyerek şehit ediyor. DAİŞ’e karşı savaşmış olan komutanları çalışmalarındayken, yolda giderken birden saldırarak şehit ediyor. Böylesi korkakça savaşıyorlar.

Bunun karşısında herkes tutum sahibi olmalı. Her şeyden önce tabii ki Kuzey-Doğu Suriyeli siyasetçilerin ve öncülerin bu konuda siyasi-diplomatik-askeri mücadeleyi bir arada ve güçlüce yürütmesi gerekiyor. Bu konuda hem iç ve dış güçleri aydınlatmak lazım hem de zaten yanıt verme hakları vardır. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye halkımızın önünde bu vardır. Bilmeliler ki; Türk devleti şu an kendilerine karşı böylesi özel ve üstü kapalı bir savaş geliştirmektedir ve buna göre tedbirli olmalıdırlar. Kendilerini hedef haline getirmemelidirler; kendilerini koruyarak hareket etmelidirler. Bu durumun, olağanüstü bir savaş durumu olduğunu bilmeliler.

 

Kürdistan ormanlarının nasıl talan edildiği ve büyük kıyımlar yapıldığı yönünde son dönemde haberler yansıyor. Hareket olarak siz geçmişte Türkiye ormanlarına dönük yapılan kimi yönelimlere dur demiş, eleştirmiştiniz. Şu anki gelinen aşamada bu konuda ne demek istersiniz?

Evet. Ateşin Çocukları İnisiyatifi diye bir örgüt var. Bundan birkaç yıl önce kurulmuştu. Bir grup yurtseverden oluşuyor. Silah değil de yakma yöntemini kullanıyorlar. Onlar da ‘düşmandan hesap soracağız; şehitlere yanıt olacağız’ diyorlar. Örgütsel olarak bizimle organik bir bağları yoktur. Şimdi onlar o yakma yöntemini ormanlara dönük de yürüttüler; biz eleştirdik. Biz ormanların yakılmasına karşıyız. Şu an düşman, başta Botan olmak üzere Garzan, Dersim, Amed ve Kürdistan’ın tüm ormanlarını kesiyor ama bunun karşısında Türkiye’de ise ormanları korumak için o kadar helikopter, uçak ve itfaiye ekipleri oluşturuyor. Kürdistan’da ormanları imha ediyor, Türkiye’de ise ormanları koruyor. Çok büyük bir ayrımcılık vardır.

Bu konuda Türkiyeli çevreciler sınıfta kalmıştır. Türkiye ormanları söz konusu olunca tepki gösteriyorlar ama Kürdistan’a dönük olan uygulamalarda sessiz kalıyorlar. Madem bu kadar ayrımcılık, ağaç katliamı, orman katliamı varsa, o zaman biz Ateşin Çocukları’na nasıl bir eleştiri yapabiliriz ki! Onlar, düşmanın her konuda ayrımcılık yaptığını belirterek bu tür eylemleri yapmaya hakları olduğunu söylüyorlardı. Şimdi eğer Ateşin Çocukları aynı şekilde gidip Türkiye’de yangınlar çıkartırsa kim onlara bir şey diyebilir! Dolayısıyla aydınlar, çevreciler, bu doğa katliamı karşısında Kürdistan ormanlarının ortadan kaldırılması karşısında hiçbir şey yapmayıp izleyenler, bunun önünü almalıdır.

 

Geçtiğimiz dönemlerde Hareketinize katılmak isteyen gençlere dönük çeşitli değerlendirmeleriniz olmuştu. Gençliğin katılmak istediğini ama yol bulamadığını belirtmiştiniz. Bunun yolu hakkında neler belirtmek istersiniz?

Biz katılmak isteyen genç arkadaşların olduğunu biliyoruz. Herkes gerilla olmak için eyaletlerle ilişkiye geçebilir ve içeriden katılım yapabilir. Bu konuda eyaletlerdeki gerillanın da yeni savaşçı almayan yaklaşımı bırakmaları gerekir. Bu biçimde bir yaklaşımla açığa çıkan engeller de aşılacaktır. Bunun yolu budur.

Son olarak şunları ifade edebilirim; içinden geçtiğimiz bu dönem, Hareketimiz ve halkımız için çok stratejik bir dönemdir. Bu konuda döneme yanıt olmak istiyoruz ama bunun için her arkadaş ve her yurtsever görevlerine sahip çıkmalı. Kürdistan halkı ancak bu temelde adını başarılara yazdırabilir