‘Bu tarihi direnişe şahit olduğumuz için çok şanslıyız’

ANHA muhabiri Dicle Ehmed; Minbic çocuklarından oluşan bu güçler sadece kendi şehirlerinde değil, Kobanê, Sirin’in özgürleştirilmesinde yer aldığını ve daha birçok yerde DAİŞ’e karşı savaştığını söyledi.

ANHA muhaberi Dicle Ehmed, Minbic’in DAİŞ’ten özgürleştirmesinin yıl dönümü ANF’ye yaptığı değerlendirmede, “Minbic’e girdiğimizde Wardê Meydanı vardı, orada insanların kafasının kesildiği taşın üzerinde hala kan duruyordu. Tüm bunlara rağmen Minbic halkı baş eğmedi. Yine devrimin başında Kobanê’den sonra rejime karşı gelen yerlerden biri de Minbic’ti” dedi.

Minbic’in özgürleştirilmesi hamlesinin tanıklarından Dicle Ehmed, gazeteci gözüyle hamleyi değerlendirdi.

Bir gazeteci olarak o dönemin atmosferini biraz açabilir misiniz?

Minbic’i özgürleştirme hamlesi, Minbic halkının çağrısı üzerine gerçekleştirildi. Minbic halkı 3 yıl boyunca DAİŞ çetelerinden akla gelebilecek her türlü zulmü gördü. Ancak tüm bu zulme karşı DAİŞ çetelerine karşı direnen, başkaldıran ve boyun eğmeyen bir şehir oldu. Her gün öldürülüyorlardı, işkence görüyorlardı ama buna rağmen DAİŞ’e karşı boyun eğmiyorlardı. Minbic hamlesi hazırlıkları bir ay sürdü ve 1 Haziran 2016’da başladı. Hamle sürecinde biz birçok tarihi destana ve aynı zamanda trajik hikayelere, Minbic Askeri Meclisi, YPG, YPJ ve QSD savaşçılarının nasıl tarihi destanlar yazdığının şahitleri olduk. DAİŞ’in insanlık dışı barbarlığının halka karşı kullandığı silahların, zulmün ve psikolojik savaşın da şahidi olduk.

Minbic halkı DAİŞ işgalinden önce rejimin etkisindeydi, dinin de çok fazla etkileri vardı. Kadınlara o dönemde büyük bir baskı vardı, 10-11 yaşında kız çocukları başı açık, kadınlar asla tek başına sokağa çıkamıyorlardı. DAİŞ’in gelmesiyle bu baskı çok daha derin ve ağır oldu. Örneğin kadınlar, kara çarşaf giymek zorundaydı. Bir kadının eli ya da saçı görüldüğünde bir kafesin içinde günlerce mezarlıkta tek başına bırakılıyordu.

Bundan dolayı birçok genç kadın delirdi, kadınlar recmedildi, tecavüze uğradı. Halkın hikayelerini dinledikçe DAİŞ zulmünün gerçekliği daha da derinleşiyordu. Her gece zindanlardan kadın çığlıklarının geldiğini söylüyorlardı. Annelerin gözü önünde çocuklarının kafaları kesildi, cenazeleri yol üzerinde günlerce bekletildi. Buna benzer ve daha birçok trajik hikaye dinledik halktan.

Minbic’e girdiğimizde Wardê Meydanı vardı, orada insanların kafasının kesildiği taşın üzerinde hala kan duruyordu. Tüm bunlara rağmen Minbic halkı baş eğmedi. Yine devrimin başında Kobanê’den sonra rejime karşı gelen yerlerden biri de Minbic’ti. Minbic halkı kirli siyaseti kabul etmedi. Minbic çocukları Şemsê Şemal ve Suwar Minbic güçlerini kurdu. Minbic çocuklarından oluşan bu güçler sadece kendi şehirlerinde değil, Kobanê’de de savaştı, Sirin’in özgürleştirilmesinde yer aldı ve daha birçok yerde DAİŞ’e karşı savaştı. Onlar kendi halkının acı çekmesine göz yummadı, direndi ve başardı.

Hamle süreci boyunca birçok tarihi ana şahitlik ettiniz, sizi en çok etkileyen neydi?

1 Haziran’da hamle iki koldan başladı. Biz de bir koldaki güçle ilerledik. Diğer arkadaşlarımız da diğer koldan takip ediyorlardı. Hamle 75 gün sürdü. Şehre ulaşmadan önce 200’e yakın köy özgürleştirildi. Mesafe kısaydı, ancak DAİŞ her yere mayın döşediğinden hamle yavaş ilerliyordu, birçok savaşçı da mayınlardan dolayı şehit düştü, halktan çok sayıda insan da hayatını kaybetti. Yine, basın emekçisi arkadaşımız şehit Mustafa mayından dolayı şehit düştü, Kendal Cudi de yaralandı.

Hamleyi takip eden gazeteciler olarak biz de zorlandık, çünkü köy köy hamledeki savaşçılarla birlikte ilerliyorduk. Çeteler her eve, hatta en küçük detayına da mayın döşemişlerdi. DAİŞ çeteleri, halkı kalkan olarak kullanıyordu, özellikle ağır silahlarının olduğu yerlere, yaralıları olduğu zaman sivilleri kalkan olarak kullanıyorlardı. Bunun için de en çok kadın, çocuk ve yaşlıları kullanıyorlardı. Zaten gençler kaçıp savaşçıların bulunduğu alanlara geliyorlardı ve orada silah kaldırıp savaşıyorlardı.

Hamlenin başlamasıyla birlikte DAİŞ’in halka karşı zulmü daha da arttı. Halk günlük ihtiyaçlarını karşılamak için sokağa çıktığında DAİŞ tarafından öldürülüyordu, her yere suikastçı yerleştirmişlerdi. Siviller çıktıkları gibi hedef alınıyorlardı, savaşçılara ulaşmaya çalışan sivillerin bazıları da mayınlara basıyordu. Bir kadın vardı, yeni doğum yapmıştı, çocuğu ancak 40 günlüktü, kaçarken, mayına basmıştı.

Asıl tarihi direniş Minbic kentine ulaştığımızda oldu, birçok savaşçı fedai eylem yaptı. Koçerin diye bir kadın savaşçı vardı, fedai eylem yaptı. Onlarca kadın ve erkek savaşçının fedai eylem yaptığına şahit olduk. DAİŞ çeteleri kadın tarafından öldürülürlerse cennete gidemeyecekleri için korkuyorlardı. Bu nedenle YPJ savaşçılarının seslerini duyduklarında tekbir getiriyorlardı.

Hamlede beni en çok etkileyen ise, halk savaşçıları gördükleri andan itibaren onlara doğru gelerek kucaklamalarıydı. Kadınlar, çocuklar sevinçten savaşçılara sarılıp ağlıyorlardı. O anlara tanıklık ettik, görüntülerini ve fotoğraflarını çektik. Ama o hissi ve duyguyu vermekte yeterli değildi. Yazdıklarım bu hissi vermede yetersiz kalıyordu.

Halk evinde Ronahi TV’yi gizli bir şekilde izliyordu. Halk, Arapça haber yapan Şehit Mustafa’dan çok etkilendiklerini, “Mustafa her çıktığında, savaşçılar bu kadar yakınlaştı, bu kadar mesafe kaldı” diye haber verdiğinde umutlarının daha da büyüdüğünü söylüyordu.

Minbic Sivil Meclisi de halka çok yardımcı oluyordu, çünkü hiçbir yardım kuruluşu yoktu. Sivil meclis kendi imkanlarıyla halka boş ev, çadır buluyordu yerleştiriyordu ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Ancak her yerde mayın vardı ve bundan dolayı da çok fazla zorlanıyorlardı. Minbic özgürleştirildikten üç ay sonra bile, halk evlerine dönerken, evlerini temizlerken mayınlar patlıyordu.

Siz Rojava devrimi boyunca yaşanan tüm süreçlere şahit oldunuz, nasıl bir duygu?

Gazeteciler olarak bu tarihi direnişe şahit olduğumuz için çok şanslıyız. Sadece Minbic değil, Kobanê’den başladık, Bahoz’da DAİŞ’in son nefesini vermesine kadar şahitlik ettik. Bu mücadele başladığı günden bu ana kadar basın çalışanı hiçbir arkadaşımız durmadı.

Savaşçıların namlusu nereye dönerse, basın çalışanları da oradaydı. Birçok arkadaşımız görevini yerine getirirken şehit düştü. DAİŞ destekçilerinin gerçekliğini ortaya çıkartmak için birçok arkadaşımız hayatını kaybetti.

Tıpkı Dêrazor’da şehit Rızgar ve şehit Dillişan arkadaşlarımızın DAİŞ ve destekçilerinin halka karşı zulmünü vermek için hayatlarını feda etmeleri gibi. Biz bugüne kadar işgalcilere karşı tıpkı savaşçılar gibi direndik. Basın emekçileri, bugün de Türk devletinin işgaline karşı halkın ve savaşçıların direniş destanlarına şahitlik etmek ve işgalcilerin kirli oyunlarını ortaya çıkartmak için direnişlerine devam ediyor.

DAİŞ insanlık tarihinin en büyük barbarlığını bu topraklarda insanlara yaşattırdığı gibi, bugün ise Türk devleti barbarlığı devam ettiriyor. Biz DAİŞ döneminde nasıl ki her an halkın ve savaşçıların yanında yer aldıysak, bundan sonra da Türk devletinin işgali ve saldırıları karşısında verilen mücadelede aynı şekilde savaşçıların ve direnen halkımızın yanında yer almaya devam edeceğiz. Bu bizim sözümüzdür. Hakikatin peşinden giderken şehit düşen tüm yoldaşlarımıza ve gazeteci arkadaşlarımıza sözümüzdür.