Gazeteci Ruken Cemal tanıklığını paylaşıyor - I

Kuzey-Doğu Suriye’ye 9 Ekim 2019’da başlatılan işgal saldırılarını yakından takip eden gazeteci Ruken Cemal, sadece Türk devletinin vahşetine değil, savaşçıların direnişine de tanıklık ettiklerini söyledi.

Bütün cephelerde büyük direnişler olduğunu söyleyen belirten gazeteci Rûken Cemal, kendisini de etkileyen şeyi şöyle ifade etti: “O savaşçıların, o gencecik yaşta canlarını toprakları için feda etme kararıydı. Tereddüt etmeden, korkusuzca fedai rollerini oynadılar.”

Serêkaniyê ve Girê Spî merkezli Kuzey-Doğu Suriye’ye 9 Ekim 2019’da başlatılan saldırıları yakından takip eden gazeteci Ruken Cemal, ANF’nin sorularını yanıtladı.

O dönem saldırıları yakından takip ediyordunuz. 3’üncü yıl dönümünde saldırılara ilişkin neler söylemek istersiniz?

Kuzey-Doğu Suriye’nin Serêkaniyê ve Girê Spî kentlerinin işgal edilmesinin 3’üncü yılına giriyoruz. Bu işgal saldırısı, 9 Ekim 2019’da başladı, ancak yeni bir saldırı değildi. Öncesinde Efrîn vardı. Öncesinde 9 Ekim 1998’de Öcalan’a dönük komplo vardı. Bu saldırılar sürekli olarak böylesine sürdü.

İşgal ve soykırım saldırıları bugün de durmadı. Bölge halkları ve QSD-YPG-YPJ savaşçılarının direnişi de durmuyor. Onun için işgalin sonuç aldığını söyleyemeyiz. İşgal altındaki bölgelerdeki ciddi demografik değişim gibi politikalar uygulayan Türk devleti ve ortakları sonuç elde edememiştir.

Bölge halkları bu saldırılar ve gerçeğin farkındadır. Kimin işgalci, kimin bu toprakları savunduğunu biliyor.

‘Barış Pınarı’ adı verilen işgal saldırısından önce medyada bir propaganda savaşı başlatılması nasıl görülmeli?

Özellikle 9 Ekim 2019’daki saldırılarını ‘Barış Pınarı’ adıyla başlattılar. Türk medyası ne kadar fazla ‘Bölgeye barış getirecektir. Bölgeyi terörist güçlerden kurtaracaktır’ propagandası yapsa da ‘terörist’ dediği kişiler bölge halkının ta kendisiydi. Topraklarını, ülkesini savunanlar bu toprakların çocuklarıydı.

Zaten öncesinde günlerce yoğun olarak saldırı propagandaları yapılırken 3’üncü günde Serêkaniyê’ye bayraklarını asma hedefindeydiler. Esas hedef buydu. Bu konuda büyük bir özgüvenle konuşuyor ve propaganda yapıyorlardı. Bir konsept doğrultusunda tüm medyasını harekete geçirerek medyada saldırı başlatılmıştı.

DAİŞ’e dönük mücadeleleri de takip ettiniz. DAİŞ’le mücadeleye destek veren güçler Türk işgalini neden görmezden geldi?

Saldırılardan önce Dêrazor’da DAİŞ’in bitirilmesi hamlesini takip ediyorduk. DAİŞ’in kendini en son olarak yerleştirdiği ve örgütlediği Dêrazor gibi bir yerde yenilmesine tanıklık ettik.

Binlerce sivilin kurtuluşuna tanıklık ettik. Özellikle 2014’ten 2019’a kadar hatta bugüne kadar da akıbeti bilinmeyen yüzlerce Êzîdî kadının kurtulma anlarına, mutluluk anlarına tanıklık ettik. Üzerlerinde kara çarşaflar olmasına rağmen kalplerinde mutluluğun gözlerine yansımasına tanıklık ettik. Tüm dünya için bela olan DAİŞ’in varlığının sonlandırılmasına tanıklık ediyorsun ama birkaç ay sonra da böylesi bir işgal saldırısına tanıklık ediyorsun…

Dünyadaki çok sayıda güç DAİŞ’in bitirilmesini kutladı. QSD güçlerine teşekkür etti. Kuzey-Doğu Suriye’de yayılan ve bu toprakları savunan güç olarak QSD’yi gösterdi. Ancak maalesef aynı güç aynı yıl içerisinde 9 Ekim’de işgalci Türk devletine destek verdiler. Bu destek olmasaydı Türk devleti bir adım dahi atamazdı. Böylesi bir destekle bunun uluslararası bir komplo olduğunu söyleyebiliriz.

Bölgeye gidişiniz ve ilk karşılaştıklarınız neydi?

Şüphesiz biz de yönümüzü oraya verdik. Ben ve birçok gazeteci arkadaşım Serêkaniyê’ye gittik. Aynı zamanda Kuzey-Doğu Suriye’nin tamamı saldırılara maruz kaldı. Saldırıların olduğu bütün hatta direniş oldu. 9 Ekim 2019’da Serêkaniyê’ye gittik. Orada zaten bu saldırıları protesto etmek için çadır eylemi vardı. Binlerce Serêkaniyêli, Öcalan’a dönük 9 Ekim 1998 komplosu için zaten ayaktaydı. Bölge halkı bir kez daha saldırılarla karşılaşacağının farkındaydı. Hep birlikte tek sesle ayağa kalkmıştı. Tutumları çok sert bir şekilde dile getiriyordu. O zamanın görüntüleri halen var. Kente girdiğimizde halk zaten alanlardaydı ve yürüyorlardı. Böylesi bir durumda gittik.

Serêkaniyê kentine girdiğimiz ilk anda halkın razı olmayışına tanıklık ettiğimizde bu gerçeği takip ettik. Bunun yanında ciddi bir hareketlilik var. Acaba saldırı olur mu, olmaz mı, diye. Zaten medyada da takip ediyorduk. Türk devleti her zaman ‘Giriyoruz. Gireceğiz. Askerlerimiz sınırda. Uçaklarımız hazırlıklarını yapıyor’ propagandası yapıyordu. Aynı anda vurdular. Serêkaniyê’yi vurmaya başladı. İlk vuruşlarını her yerde yaptıkları gibi savaş uçaklarıyla yaptı. Her yere bombalar yağdırdılar.

O anda neler yaşandı?

Serêkaniyê sokaklarında o an da yaşanan panik anlatılamaz. Gazeteciler olarak biz bile nasıl hareket edeceğimizi bilemiyorduk. Bir kendini korumalısın. İki bu gerçeği göstermelisin. Düşünün çocuklar halen okulda eğitim görüyordu. Okuldan kaçtılar. Serêkaniyê’de birçok okul bombalanmasına tanıklık ettik. Elimizden geldiğince görüntülerle bunları tarihe bırakmaya çalıştık.

Kazan bombalarına maruz kalan halk önce Serêkaniyê’nin köylerine çekildi. Kendini, topraklarını savundu. Son güne kadar da o ağır yoğun bombardımana rağmen şehirde kaldı. Kentlerinde, evlerindeydi. Evlerinin bodrumlarına girmişlerdi. Böylesi bir panik Serêkaniyê’de yaşandı.

Saldırıları takip eden gazetecilerin durumu neydi?

Ağır bir bombardıman altındaydık. Gazeteciler kendileri de hedef oluyordu. Zaten Serêkaniyê’de gazeteci arkadaşlarımız şehit edildi. Girê Spî’de gazeteci arkadaşımız hedef alındı. Biz de hedef alınacağımız gerçekliğini biliyorduk. Ancak hakikatin takipçileri olarak ne gerekiyorsa yapacağız, diyerek hareket ettik. Yıllardır bu topraklarda yaşıyoruz. Buranın gerçekliğini biliyoruz. Bu esasta çalışmalarımızı yürüttük. Son güne kadar Serêkaniyê halkı ve kenti koruyan savaşçılarla birlikte orada yaşananları takip ettik.

Hem Serêkaniyê kentinin adım adım işgal edilmesine hem de savaşçıların eşsiz direnişine tanıklık ettik. Bizi koruyan, kamuoyuna sesimizi aktarmamızı sağlayan şüphesiz o savaşçıların kahramanlığıydı. Her şeyden önce bizi korumaya çalışıyorlardı. Bu doğrultuda söyleyebiliriz ki son ana kadar da Türk işgaline karşı oradaki kahramanlığı ve direnişi kamuoyuyla paylaşmaya çalıştık.

Bize dönük doğrudan saldırılar yüzünden birçok cepheye ulaşamıyorduk. İnsan o günlere dönerken onlara ulaşamamanın acısını yaşıyor. Çünkü o yoğun tekniğe karşı savaşçıların eşsiz bir kahramanlığı vardı.

Saldırının ilk gününden sonra halk neler yaptı?

Zaten kente saldırılar başlamasının ikinci günü, savaş uçaklarının saldırısı biraz durdu diyebiliriz. Evine, bodrumlara çekilen halk biraz dışarıya çıktı. Onları da gördük. Tutumlarını ve tepkilerini aldık. ‘Türk devleti ve uluslararası güçler bizden ne istiyor?. Onlardan istediğimiz bir şey yok. Kendi topraklarımız üzerinde kendi kültürümüzle yaşamak istiyoruz’ diyorlardı. Bu tutumlarını bizlerle paylaştılar.

Direnişin ikinci gününde, köylere çekilen binlerce Serêkaniyêli tekrardan kentlerine döndü. Onların da görüntülerini çektik. Kentlerine, evlerine dönmek istediklerini söylüyorlardı. Cephedeki çocuklarının yanında yer almak istiyorlardı. Kente giriş yapılan kapılarda sivil araçlar hedeflendi. O kapıları savunan Asayiş ve Trafik gibi güçler de doğrudan saldırılara maruz kaldı.

Diğer bölgelerden halkın akın etmesi nasıl oldu?

Savaş artık ağırlaşmıştı kente dönük yoğun teknik saldırılar vardı. Bu sefer de özellikle Serêkaniyê halkı başta olmak üzere tüm Cizîrê Bölgesi halkları savaşı durdurma ve kentlerine geri dönme mesajı vermek amacıyla sayılamayacak kadar büyüklükte olan bir konvoyla Serêkaniyê’ye yöneldi. İçlerinde dünyanın birçok yerinden gelen gazeteciler, hukukçular da vardı. Serêkaniyê’deki durumu takip etmek için bölge halklarıyla birlikte geldiler.

Halk kent merkezine geldiği zaman biz de oradaydık. Zaten canlı yayın vardı. Çok gizli yapılan bir şey yoktu. Tüm kamuoyu halkın yönünü Serêkaniyê’ye verdiğini biliyordu. Özellikle o gün yapılan saldırı ve yaşanan acı anlatılamazdı. Diğer günlerin atmosferi bize o günün atmosferi kadar ağır gelmemişti. Yüzlerce binlerce anne, çocuk, kadın, yaşlı, genç büyük coşkuyla oraya gelmiş ve eğilerek kentlerinin toprağını öpüyordu. Bir kez daha kentlerine girmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Bu yürüyüş halen devam ediyordu. Konvoyun yarısının şehir dışında olduğunu da söyleyebiliriz. Bu doğrultuda yönümüzü direkt oraya verdik. Halkın Serêkaniyê’ye geldiğini görünce biz de oraya gittik.

Gazeteci arkadaşlarım Gulan ve Ersin de oradaydı. Birçok gazeteci arkadaşımızla orada karşılaştık. Kuzey-Doğu Suriye dışında dünyanın birçok yerinde gelen gazeteci vardı. Hepimiz bu tarihi ana tanıklık ettik. Gelen konvoyun büyüklüğünü ve isteklerini kamuoyuna aktarmak istiyorduk.

Konvoya yapılan saldırıya da tanıklık ettiniz mi?

Bir an da arkamızda büyük bir ses duyduk. Aramızda çok da bir mesafe yoktu. Bir döndüğünde insanların parçalarını görüyorsun. Bir dönüyorsun sana konuşan annelerin cenazelerini yerlerde görüyorsun. Dönüp baktığında gazeteci arkadaşlarının baştan aşağıya kadar kan içinde kaldığını görüyorsun. Gazeteci arkadaşımız Mihemed saldırının olduğu an şehit düştü zaten. Yine öncesinde savaşı ve direnişi belgelemek ve tarihe bırakmak isteyen arkadaşımız Vedat Erdemci bilinçli olarak hedef alındı. Zaten konvoya dönük saldırıyla hem bölge halkına hem gazetecilere hem de oradaki savaşı ispatlamak için gelen hukuk örgütleri bilinçli olarak hedef alındı.

Bu Türk devletinin vahşiliğini bir kez daha gösteriyordu. Uluslararası güçlerden sonuna kadar her şeye izin verilmişti. Bu doğrultuda çocuk, kadın, yaşlı demeden her şekilde saldırdı. Herkesi hedef aldı. O anları şok içinde biz de takip ettik. Yüzlerce insan gözümüzün önünde yere düştü parçalandı. Şehit oldular. Canlarını verdiler. Savaşı durdurmak için çağrı yapmaya gelmişlerdi. Bunlardan biri de Eqîde Ana’ydı. Bölgede direniş annelerinin sembolü olarak adlandırdılar. Onun gibi yüzlerce anne vardı. Onun gibi yüzlerce genç vardı. Silahsız, savunmasızlardı. Sadece bir mesajları vardı. O da bir kez daha topraklarına dönmekti. Böylesi büyük bir vahşilikle karşılaştılar.

Türk devletinin tüm teknik olanaklarına ve vahşi saldırılarına rağmen nasıl bir direniş vardı?

Bütün cephelerde büyük direnişler vardı. Bizi de etkileyen şey o savaşçıların, o gencecik yaşta canlarını toprakları için feda etme kararıydı. Tereddüt ve korku olmadan fedaice rollerini oynadılar. Orada Nuhal, Dilvin Qamişlo ve Savuşka gibi YPJ savaşçılarını tanıdık.

Şehit Savuşka füzeciydi. Ancak tüm mevzilerde savaştı ve direndi. Son ana kadar yaralı arkadaşlarını kurtarma, coşkusu, heyecanı... Saldırılar o kadar ağırdı ama savaşçıların heyecanı ve coşkusu etkiliyordu. Sonuna kadar ağır teknik saldırılar, kimyasal silahlar kullanıldı.

Serêkaniyê’ye bağlı Zirgan hattında da birçok aile öyle hedeflendi. Tüm bunlara karşı verilen direnişler içerisinde bazen bir savaşçının hikayesini dinlerken etkilenmemek mümkün değildi. Arap bir savaşçı ta İdlib’den gelmiş ve Serêkaniyê için savaşıyordu. Doğu Kürdistan’dan gelen bir savaşçı Serêkaniyê için savaşıyordu. Serêkaniyê halklarından olan bir Ermeni savaşçı toprakları için savaşıyordu. O topraklarda yaşayan halk bileşenleri mevzilerde de QSD içerisinde o rengarenk özellikleriyle aktif rol oynuyordu. Bunlara tanıklık etmeye çalıştık.

DEVAM EDECEK...