Kobanê savaşında gözümüz kulağımız olan bir savaş muhabiri Dicle Şêxo

Gazeteci Dicle’nin bayramda düğünü vardı. O gün kuşandığı kamuflajlı elbiseleri hem mesleki hem de askeri teçhizatı için “Artık gelinliğim bunlar. Ben de Kürdistan’ın gelini olacağım” diyerek yeni bir hayat yolculuğuna çıktı.

Dicle Şêxo Rojava’nın savaş gazetecilerinden. Savaş gazetecisi diyorum çünkü Kobanê Savaşı’nda ilk sınavını veren Dicle, şimdi Fırat bölgesi olarak adlandırılan Kobanê Kantonu ve çevresindeki 5 özgürleştirme hamlesine de katıldı. Bir omzunda kamerası diğerinde ise keleşi vardı. Sırtında bilgisayarı, belinde ise hücum yeleği. Gülerek “Kobanê özgürleştiği gün ben de mutluluktan hiç kullanmadığım keleşimle bir şarjör boşalttım” diyor. En tehlikeli cephelerde haber takibi yaparken savaşçılar canları pahasına onları korumuş. Ve silahı kullanmasına gerek kalmamış. Genç kadınlara ve yurtseverliğe örnek gösterilecek bir hikayesi var aslında Dicle’nin. Dicle savaş öncesi aile zoruyla nişanlandırılmış. Bayramda evlenecek. DAİŞ’in saldırısıyla bütün öncelikleri değişiyor. O gün kuşandığı kamuflajlı elbiseleri hem mesleki hem de askeri teçhizatı için “Artık gelinliğim bunlar. Ben de Kürdistan’ın gelini olacağım” diyerek yeni bir hayat yolculuğu başlatıyor.

2010’a yani Kobanê savaşından dört yıl öncesine gidip Dicle’nin devrim öncesi hayatına bir göz attıktan sonra savaş hikayelerine girmek daha doğru gibi.

Dicle anlatıyor: Adım Dicle Şêxo. Kor Ali köyündenim. 6 yaşımdan sonra Reqa’ya taşındık orada yaşadık. Okula Reqa’da gittim. 2010’un Newroz’unda rejim güçleriyle Kürtler arasında çatışmalar çıkınca bizim de Reqa’yı terk etmemiz gerekti. Zaten babam üzerinde çok baskı vardı cepheci olarak çalıştığı için. Oradan Minbic’e gittik. İki yıl orada kaldık. Okuluma devam ettim. Tabi o sıralar toplumsal alanda örgütlülük ve meclis çalışmaları oluşuyordu. Kürt kadınları, özellikle de genç kadın azdı. Ben ve babam da meclis çalışmalarına katılmak için gittik. Eşbaşkanlık seçimi oldu en çok oyu ben alarak meclis eşbaşkanı seçildim. İlk iş olarak Halk Evi açtık. Rejim hala oradaydı ve biz gizli çalışmak durumundaydık. Kadın odamız da vardı. Hem kadınların hem gençlerin sıkıntılarını gideriyor hem de basın çalışmalarında yer alıyordum. 2012’ye kadar da bu şekilde çalıştık. 19 Temmuz Devrimi’nin Minbic’e büyük etkisi oldu. Rejim çıktı fakat çeşitli İslami gruplar girdi. Kürt mahallerinde ise YPG örgütlenmesi oluştu.

Biz oradan bu sefer de Kobanê’ye geldik. İlk 3 ay babam çalışmalara girmemi istemedi. Fakat ben gizli gizli basın çalışması için gidiyordum. Günlerce-haftalarca babamla konuşmadım. Bir süre böyle bir baskı oluştu üzerimde. Ama ben aileyi konuşmama pahasına da olsa dinlemedim. Tabi ara ara haberlerim gazete ve TV’lerde çıkmaya başlayınca onlar da yumuşadı. Gelişimimi görünce pek yansıtmamakla birlikte mutlu oluyorlardı. 2012’nin sonlarında Qamişlo tarafında yapılan 15 günlük basın eğitimine gidip dönünce artık tamamen bu işe girdim.”

Dicle aile zoruyla nişanlandırılıp bir ay sonra ise evlenecekmiş. Tabi devrimin işleri çok. O süreyi 1,5 yıla kadar çıkarmayı başarıyor. Dicle’den dinleyelim detayları: Qamişlo’dan döndüğümde Kongra STAR örgütlenmesi başlamış, YPJ kurulmuştu. Yeniden yapılanma vardı kısacası. Aile de savaşçı olarak katılmamdan çekiniyordu. Bir gün halamlar beni istemeye geldi. Pek de bir şey yapamadım, evet demenin dışında. Nişanlandım. Halamın oğlu Güney’deydi ve aileler o şekilde nişanı gerçekleştirmişti. Hemen sonrası Girê Spî savaşı başladı. Her gün şehitler geliyordu. Şehit haberlerinin takibini de ben yapıyordum. Sürekli bir baskı vardı gidip evlenmem konusunda. Normalde bir ay nişanlı kalacaktım ama ben sarkıtmıştım. Neredeyse 1,5 yıl olmuştu. Artık baskı artmış ben de mecburen ‘tamam’ demiştim. Bayramda düğünümüz olacak. Hazırlıklar tamam. Arkadaşlarım gelinlik, kuaför her şeyi ayarlamıştı…

SAVAŞÇILARIN ÜZERİMDE ÇOK EMEĞİ OLDU, NASIL TERK EDİP EVLENİRDİM!

Bayramda Kobanê Savaşı başladı. Köylerde başlayan savaş 22 gün sonra şehir merkezine varmıştı. Biz de o arada köylerdeki direnişleri takip ettik. Aile bu defa da beni Kobanê’den çıkmam için ikna etmeye çalıştı. Yaklaşık üç yıldı bu işi yapıyordum ve o kadar emek vardı üzerimde savaş zamanında çalışmayacaktım da ne zaman çalışacaktım? Aileye katiyen Kobanê’den çıkmayacağımı söyledim. Tabi nişanlım da zorluyordu ‘gel’ diye. Ben de ona ‘eğer beni seviyorsan sen gel, kalacaksak da gideceksek de birlikte yapalım’ dedim. O ise ‘hayır’ dedi.

Cephelerde bir sürü savaşçıyla tanıştık, Efrîn’den, Kuzey’den birçok farklı yerlerden gelmişlerdi. Üzerimizde emekleri vardı. Ben Kobanêli bir kadın olarak nasıl terk edebilirdim onları! Nasıl evlenirdim! Aslında ailem de savaşın içindeyken evlenmeme karşıydı, onları da en azından şimdilik ikna etmiştim.

ŞEHİR SAVAŞI ÖNCESİ...

Dicle, ilk acı anılarını köylerde yaşanan savaşta ediniyor. Yaralılar, şehitler, fedailer…

“Tehlikeli yerlere de gittik. Şahadetlere şahit olduk. Zordu. Ama savaşçılardan da büyük moral alıyorduk. Bazen de biz onlara moral veriyorduk. Öyleydi ki; bazı savaşçılar günlerce uyumuyordu. Biz de o arada savaş hikayeleri topluyorduk. Bir savaşçı şehit düşmeden önce şöyle bir anısını anlatmıştı: “Bir gün o kadar çok uykusuzum ki üzerine ben de doçkacıyım (uçak savar)! Doçkanın emniyeti açık ve taramanın üzerinde. Bir an dalmışım, elim de tetikte. Tarama sesiyle fırladım. Neyse ki kimseye bir şey olmadı.”

Gazeteci olarak hem sayı hem de teçhizatlarının yetersiz olduğu anlatan Dicle, aslında yaşam tecrübesi ve bilinç itibariyle de yetersiz olduklarını düşünüyor. Buna rağmen ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarının da altını özenle çiziyor. Tabi Dicle hem Kobanêli, hem genç bir kadın hem de gazeteci olarak savaşta bulunduğu için çok yönlü olmanın da zorunluluğunun farkında. 15 Eylül akşamı başlayan şehir savaşını şehitlere öncelik vererek anlatmaya başlıyor:

FEDA EYLEMLERİ...

 “Şehir savaşı başladığında YPG-YPJ savaşçılarının sayısı azdı. Savaşçıların bir bölümü fedai eylemler yaptı. Arin Mirkan, Destina gibi savaşçılar. Destina Qendîl ve 11 savaşçının Kaniya Kurda’daki fedai eylemi mesela çok önemlidir, DAİŞ’in ilerlemesini engelleyen bir eylemdir. Kobanê’nin batısında en yüksek tepe olan Dolê Tepesi’nde Eriş ve Zozan adlı savaşçılarla birlikte 11 savaşçının fedai eylemi var. Şehit Eriş ve Şehit Zozan birlikte oldukları arkadaşlara şunu söylüyorlar: “Hepimiz birer mayın olacak, tanklarında patlayacağız. Çetelerin bu tepeden Kobanê’ye bakmasına müsaade etmeyeceğiz” şahadete bu şekilde gidiyorlar.

Şehit Revan var mesela. Yine YPG’li birçok fedai eylem yaptı. Serzorî Direnişi tarihidir. DAİŞ’in ilk kırılması burada yaşandı diyebiliriz. Bu fedai eylemleri yansıtma konusunda biz basın olarak yetersiz kaldık diyebilirim. Şu da var; bazı yaşanmışlıklar ne bir fotoğraf ne de bir yazı ile anlatılabilir.

KUZEY’E ZORUNLU GİDİŞ...

DAİŞ’in şehre girmesiyle herkesle birlikte bizim de çıkmamız gerektiğini söylendi. “Kuzey’e gider orada işinize devam edersiniz” dediler. Kabul etmedik ama yine de gönderdiler. 15 gün Suruç’ta gözaltında kaldık. Psikolojik olarak büyük bir işkence gördük. “Sizi DAİŞ’e vereceğiz, özellikle de kadınları” şeklinde sürekli tehdit ediyorlardı. Biz de açlık grevine girdik. Kötü olan; savaşın şiddetini hissedebiliyorduk. Patlama seslerini duyuyorduk. Çıktıktan sonra aile de nişanlım da tekrar gitmemem konusunda çok uğraştılar. Fakat ben savaşçıları bir daha yalnız bırakmayacağımı söyleyerek geri döndüm Kobanê’ye.

ÇOCUKLAR EVLERİNE DÖNEMEYECEKLERİNİ HİÇ DÜŞÜNMEDİLER

Kobanê’deki esas görevim savaşçıların hikayeleri ile Til Şehr’de yaşayan halkın hikayeleriydi. Günlük olarak halkın içine gidiyordum. Yaşam koşulları o kadar zordu ki! Bir taraftan yağmur yağıyor, soğuk, sınırdaki askerler gaz bombalarıyla onlara saldırıyordu. Ayrıca her gün havan atılıyordu kaldıkları yere. Yine DAİŞ çeteleri suikast yapıyordu. Şehitler, yaralılar oluyordu halktan. Orada kalan halk kendi savunmasını da kendileri alıyordu. Akşamları nöbet tutuyorlardı. Çadır filan da yoktu, herkes kendi arabasının yanında küçük bir sığınak yapıyordu. Havan atıldığında çocukları ve yaşlıları korumak için yapmışlardı. Çocuklar vardı, sohbet ediyorduk. Kimi evde küpesini unuttuğunu, kimi de oyuncaklarını… Bir çocuk tavuklarının geride kaldığını ve onlarla oynamak istediğini söyledi. Çocuklar hiç evlerine dönemeyeceklerini düşünmediler mesela. Savaşçılarını seviyorlardı.

Savaşçılar o sıra ellerinde kalan az sayıda mahallede direniyordu. Sokaklara perdeler çekilmiş, pencere önleri kum torbalarla mevzilere dönüştürülmüş, binaların duvarlarında delikler açılmıştı. Öyle bir zaman geldi ki; binanın dairelerinden birinde savaşçılar, diğerinde DAİŞ’liler vardı. Bir bahçenin karşılıklı taraflarında yine aynı şekilde.

SAVAŞÇILARIN KOMİK HİKAYELERİ...

Biz fırsat buldukça savaşçıların anılarını anlatmalarını istiyorduk. Aralarında tabi komik olanlar da vardı. Şehit Hamza bir anısını anlattı: “Bir gün kaldığımız evin diğer odasından sesler geldi. BKC, B7 gibi silahlar ve el bombalarıyla saldırdık. Toz dumanın içinde bir de ne görelim çıka çıka bir kedi çıktı!”

Yine bir gün kesip yiyecekleri bir keçi kaçmış başka bir cepheye gitmiş. Pencereden onun DAİŞ çetesi olduğunu düşünüp ateş etmişler. Sonra fark etmişler ki; keçidir!

Binaların duvarlarını balyozlarla deldikleri bir gün ise; savaşçılar bu taraftan çeteler de meğer diğer taraftan deliyormuş. Delik açıldığında çeteyle karşı karşıya kalmışlar. İlk afallamadan sonra bombasını atıyor, çete bu tarafa o diğer tarafa derken çetenin bulunduğu tarafta patlıyor.

Çok içine geçildiği için tuhaf olaylar da yaşamışlar. Yolunu kaybeden iki çete, savaşçıların olduğu tarafa gelmiş. Tabi o zamanlar elbiseler birbirine benziyor. O sırada Ezda adlı savaşçı da kimin nereye gideceğini gösteriyor. Bu ikisi de geliyor “siz de şu tarafa doğru gidin” diyor. O sırada arkadaşlar da çeteler de fark ediyor bir yanlışlık olduğunu. Çetelerden önce savaşçılar silahlarına davranarak öldürüyorlar iki çeteyi.

İRADENİN ÜSTÜNLÜĞÜ...

Tabi çetelerin Musul’dan getirdikleri ağır silahları var. Bizim savaşçılarda en ağır silah 14,5’luk dedikleri uçak savar. Onu da üç cephe arasında gezdiriyorlardı. Tabii ki irade gücü üstünlüğü vardı. Başarının sırrı da oradaydı.

KOBANÊ’NİN SUYUNU DAHİ İÇMEDEN ŞEHİT OLANLAR...

Seferberlikle gelen savaşçıların bazıları 10 dakika bazıları sırtlarında çanta ile şehit düştüler. Kobanê’nin suyunu dahi içememişlerdi. Cephedeki mevziisine yeni girmiş, yanı başındaki mevzide omuz omuza savaştığı savaşçının ismini öğrenemeden şehit düşenler vardı. Büyük bir savaş ve aynı büyüklükte direniş yaşandı. Kobanê işte bu direnişle dünyaya adını duyurdu. Koalisyon ondan sonra devreye girmeye başladı ve DAİŞ çetelerini vurmaya başladı. Son demdi, bir mahalle kalmıştı savaşçıların elinde. Tüm cepheler artık bir hatta savaşıyordu. Ve artık günlük olarak savaşçılar büyük darbeler vurmaya başladı.

DAİŞ bu sefer de evleri yakmaya başladı. Keşif uçaklarının onları görmemesi için yapıyorlardı. Ayrıca bomba yüklü araçlarla savaşçıların bulunduğu bölgelere girmeye çalıştılar. Onlarca savaşçı şehit düştü bu bombalı saldırılarda. Tüm bunlara rağmen savaşçılar işgalden kurtarma operasyonu başlattı. Ellerindeki keleşlerle ve iradeleriyle inatla ilerliyorlardı.

CEPHEYE GİTTİĞİMİZDE BİRBİRİMİZLE VEDALAŞIYORDUK...

Savaşı takip ettiğimiz sırada biz 5 kadın arkadaştık. Alt katta da erkek arkadaşlar vardı. Tabi akşamları nöbetimizi de tutuyorduk ortaklaşa. Kaldığımız yer hem sınıra hem de cepheye yakındı. Mesela sabahları biz cephelerimize gittiğimizde birbirimizle vedalaşıyorduk, savaştaydık. Kimin dönüp kimin dönmeyeceği belli değildi. Hepimiz kendi cephelerimize gidiyorduk. Ben Doğu cephesindeydim. Halep grubundan savaşçılar vardı. Cepheye geçene ve cepheden çıkana kadar anı anına bizim güvenliğimizi alıyorlardı. Korumasız hiç göndermediler. O kadar ki; bizi korumak için kendilerini feda edecek savaşçılardı.

YÜREĞİNDE ŞEHİT BİRİKTİRMEK...

Cephelerde röportajlar yapıyorduk, ertesi gün gittiğimizde şehit düştüğünü söylüyorlardı. Zordu. Öyle olmuştu ki “artık röportaj yapmayacağım, her röportaj aldığım arkadaş sonraki gün şehit düştü” diyordum. Şehit Xemgin, Şehit Cudî, Şehit Rızgar, Şehit Hamza, Şehit Silava, Şehit Hasret, Şehit Ebû Leyla, Şehit Nefel, Şehit Beritan ve daha adını sayamayacağım savaşçı-komutan şehit düştü. Mesela Şehit Xemgîn “YPG bayrağını Kaniya Kurda tepesine dikeceğim” diyordu. Kobanê özgürleşmeden 3 gün önce şehit düştü! Birçok savaşçı Miştenûr’un tepesinde çay içme hayalleri kuruyordu. Maalesef şehit düştüler. Şehit Cudî “Kobanê özgürleştikten sonra Şengal’in özgürleştirme hamlesine de katılacağım” diyordu. Baxdikê’nin özgürleştirilmesi hamlesinde şehit düştü Cudî!

 O günleri asla unutamam. Tüm şehitler benimle yaşıyor. Birlikte olduğumuz ölüm-kalım savaşı verdiğim şehit ya da yaşayan tüm arkadaşlarım, savaşçılar benimle yaşıyor, hissediyorum. Bazen o günleri beraber yaşadığımız arkadaşlarımla bi raraya geliyorum ve o günleri yaşıyoruz.

EN MUKADDES ŞEY ÖLÜMÜNE YOLDAŞLIKTI...

Kobanê’de öğrendiğim en temel şey ‘yoldaşlık ruhu’ydu. Gazeteci arkadaşım Xeznê vardı benimle. Saldırı grupları çıkınca biz de çekimler için her grupla birimiz gidiyorduk. Ben ‘ben gideceğim’ diyordum, o ‘ben gideceğim’ diyordu. O beni, ben de onu korumak istiyordum. YPG ve YPJ’li savaşçılar ise “siz gelmeyin, tehlikelidir. Kamerayı bize verin biz çekeriz” diyorlardı. Biz tabi kabul etmiyorduk. Buradaki en mukaddes şey ölümüne yoldaşlıktı. Daha değerlisinin olduğunu düşünmüyorum.

Manevi olarak çok zordu o kadar şahadetin içinde. Ama üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Birçok gazeteci yaralandı, şehit düştü. Sadece bir fotoğraf için bile gelen gazeteciler oldu. Bunlar değerliydi. Tabi sınır hattında olan gazeteci kimlikli tipler çarpıtma haberler de yapıyordu. Özgür basın geleceğinin takipçileri olarak elimizdeki az imkana rağmen kamuoyuna Kobanê’deki direnişi aktarmaya çalıştık. Koalisyon devletlerinin Kobanê için harekete geçmesinde belki de bizim rolümüz de vardır, kim bilir.

KADIN SAVAŞÇILARIN ROLÜ...

Özellikle kadın savaşçıların Kobanê’nin özgürleştirilmesinde büyük emeği olduğunu belirtmek isterim. DAİŞ’liler kadın sesi, zılgıtı duyduklarında korkuyorlardı. Kadın savaşçıların onları vurması halinde cennete gidemeyeceklerine inanıyorlardı. YPJ Kobanê’de tarih yazdı diyebilirim. Öncülük, fedailik, direniş YPJ’nin açılımı olmuştu.

KOBANÊ’NİN ÖZGÜRLEŞTİĞİ GÜN...

Biz cephede uyumuştuk o gün, kendi yerimize dönmemiştik. Çeteler son bir-iki gündü kaçıyordu zaten. Ama savaşçılar arasındaki hareketlilik görülmeye değerdi. Büyüklü-küçüklü bayraklar hazırlanmış, kim nereye asacaksa onu birbirine söylüyordu. Ben ve Xeznê yine birlikteydik. Son bir temizlik operasyonu yapılıyordu Xeznê onlarla gitti. Gizli-saklı kalmış çeteler olabilirdi. Yalnız kalınca ben de arkalarına takıldım. Çatışma olmadı. Sokağa girdim hiç kimse yok. Sadece çetelerin cenazeleri var. Ürkütücü bir sessizlik vardı.

Kaniya Kurda’ya yetiştiğimizde savaşçıların yaşadığı o mutluluk paha biçilmezdi. Her yerde kadın savaşçıların zılgıtları yükseliyordu. Sevinç mermileri havaya atılıyordu. Sonra savaşçılar tepeye bayrak dikmek için koştu. Aslında DAİŞ tepeyi mayınlamıştı, komutanlar kimseyi durduramadı ve savaşçılar o büyük YPG ve YPJ bayraklarını astılar. Benim de küçük bir keleşim vardı. Tabi ki savaş sırasında emniyetimiz için yanımızda taşımıştık. Ama hiç kullanmamıştım. Benim için de bir fırsat olmuştu, mutluluktan ben de bir şarjör mermi sıktım. Savaşçıların, komutanların mutluluğunun altında gizlenen hüznü de görebiliyordum. Çünkü aynı duyguları yaşıyordum.

KOBANÊ ÖZGÜRLEŞTİĞİ GÜN NİŞANI ATTIM

Başlarken anlatmıştım; evleneceğim günlerde DAİŞ Kobanê’ye saldırmıştı. Ben de artık hücum yemeğimi kuşanmış ve arkadaşlarla kalmıştım. Aslında o gün şöyle bir anımız da var.

Arkadaşlarım benim düğünüm için kendilerini hazırlıyorlardı. Gelip beni öyle görünce “güya evlenecektin” demişlerdi. Ben de “Bu elbiseler benim gelinliğim, ben de Kürdistan’ın gelini olacağım” demiştim. YPG’li amcam vardı. Beni askeri elbiselerin içinde bir kolumda keleş, diğer kolumda kamerayla görünce çok mutlu olmuştu.

Kobanê özgürleştikten sonra ben de nişanı attım. Aileme de söyledim. Onlar kararın bana ait olup olmadığını netleştirdikten sonra ‘sen bilirsin’ demişlerdi. Tabi Kobanê’deki adetlere göre bir kadının nişanı atması aile için ağır bir utanç oluyor. Aile bir iki hafta konuşmadı benimle. Ama savaşta kalmış olmam aileyi zaten gururlandırmıştı. Onlarca arkadaşım şehit düşmüştü, birçok şeye tanık olmuştum. Böylesi bir zamanın ardından kabulleneceğim bir durum değildi evlilik.

Bu arada köyleri kurtarma hamlesi sırasında arabalar yoktu. Bütün köylere neredeyse yürüdüm. Sırtımda bilgisayar, kamera belimde hücum yemeği, kolumda silah. Aç da kaldık, susuz da çok üşüdük. Zordu gerçekten ama inanın çok güzel günlerdi.

4 HAMLEDE DAHA HABER PEŞİNDEN KOŞTU

Kobanê tamamen özgürleşince ben de gazetecilik eğitimine gittim 4-5 ay kadar sürdü. Döndüğümde Silûk ve Serêkaniyê arasındaki bölgeyi özgürleştirmek için “Cudî ve Helin hamlesi” başlatılmıştı. O hamlenin tümünde yerimi aldım. Orası özgürleştirildikten sonra Tişrin Barajı Hamlesi, Minbic Hamlesi’ne katıldım. Aslında Minbic Hamlesi öncesi meclis kurulmuştu ben mecliste yerimi alıyordum. Daha önce de orada kalmıştım. Yani Minbic Meclisi kurucu üyelerinden sayılırım. Minbic Hamlesi de manevi açıdan benim açımdan çok zor geçti. Çok güzel insanlarımızı şehit verdik. Ebû Leyla orada şehit düştü mesela.

‘SİZİ ÇOK BEKLEDİK, NEDEN GECİKTİNİZ?’

Onun dışında köylere gidiyorduk. DAİŞ özellikle Arap bölgelerinde kadınlar üzerinde çok büyük bir zulümdür yapmıştı. Kürt bölgesi o konuda biraz daha avantajlıydı. Arap kadınlarına yapmadıklarını bırakmamışlardı. Her kız çocuğu, her kadın, her annenin büyük acıları birikmişti. O annelerin gözlerinin önünde çocuklarının kafalarını kesmişler, ellerini koparmışlar! Sadece eli, yüzü biraz göründüğü için işkence gören kadınlar vardı. Umutlarını yitirmemişler ama. “Neden geciktiniz?” diye soruyordu kadınlar savaşçılara ve “sizi çok bekledik” diyorlardı. Gözyaşları hem sevinç gözyaşlarıydı hem de acınınki, birbirine karışmıştı. Kadınları kafeslere koyup meydanlarda, kesik başları sokaklardaki korkuluklarda günlerce bekletmişler. Bunun acısı vardı o kadınların gözlerinde.

Reqa Hamlesi’ne hem arkadaşlar “yeter 5 hamleye katıldın” dediler hem de ben manevi olarak zorlanıyordum. Çok şahadet gördüm. Ama Kobanê savaşındayken şimdiki deneyime sahip olsaydım, çok daha önemli çalışmalar yapabilirdim.

Gazeteciliğe ilk ANF’de başlamıştım. ANHA’nın kuruluşuyla birlikte ANHA’ya geçtim. O gün bugündür de çalışıyorum. Şehit Mustafa, Şehit Dilişan arkadaşlar bizimleydi hamlelerde onları da bu vesileyle anmak isterim. Onların bayrağı bizim elimizde ve onların izinde yürüyoruz.