Mehmûd: AKP-MHP iktidarı NATO imkanıyla QSD’ye saldırıyor

Türk devletinin Güney Kürdistan, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik düzenlediği saldırıları değerlendiren YPG sözcüsü Nuri Mehmûd, “AKP-MHP hükümeti Türkiye’ye bir cihatçı stratejisi oluşturmuş ve Avrupa ülkelerine şantaj yapıyor” dedi.

Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik düzenlediği saldırıları ANF’ye değerlendiren YPG Sözcüsü Nuri Mehmûd, “Türk devlet iktidarı, Rusya ve ABD garantörlüğünde büyük adımlar attırılmış. Bu ABD’nin defalarca kez kamuoyuna ‘DAİŞ terörüne karşı savaşta Demokratik Suriye Güçlerinin ittifakımızdır’ belirtmesine Türkiye rahatlıkla bu güce saldırabiliyor. ABD, Rusya başta olmak üzere Koalisyondaki tüm ülkelere ve tüm dünyaya QSD ile ortak çalıştığını göstermesine rağmen görüyoruz ki AKP-MHP iktidarı NATO imkanıyla QSD’ye saldırdığını görüyoruz” dedi.

İşgalci Türk devletinin Başure Kürdistan’ın birçok bölgesi, Şengal ve Rojava’nın en uç noktası olan Şehba’ya saldırılarının son günlerde artırmasını YPG Sözcüsü Nuri Mehmûd ile konuştuk.

Garantör bu saldırılara sessizliğinden, yaşanan gelişmeler konusundaki sorularımızı yanıtlayan Nuri Mehmûd, garantör ülkeler ile uluslararası tüm güçlerin Türkiye’nin saldırılarına göz yumduğunu, bir an önce garantörlüklerini hatırlayarak tutum almalarını ya da gerçek tutumlarını ortaya koymaları gerektiğini belirtti.

15 Ağustos’tan sonra işgalci Türk devletinin saldırıları arttı. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye’nin tamamında Kürt halkının öncülüğünde bir adım atıldı. Bu öncülükle hem bölge halkı hem de Kürt halkı rol oynadı. Bu da bölge için yeni olan demokratik bir projeyi ortaya çıkardı. Şovenizm ve ırkçılık esasları üzerine kurulan Türk devleti, her zaman özellikle Kürt ulusu başta olmak üzere diğer ulusların kimliğini, varlığını, kültürünü kendi varlığı için tehlike görmüştür. Bunun için de Efrîn’den Şehba’ya, Til Temir’den Eyn Îsa’ya hatta Rojava modelini kendisi için model gören Şengal’i hedef aldı. Türk devletinin zihniyeti budur. Özellikle son yıllarda AKP’nin yürüttüğü hakiki İslam’dan uzak siyasi İslam zihniyeti, MHP faşizmiyle de birleşince bölgenin, halkların ve hatta Türkiye ile uluslararası güçlerin de çıkarına olmayan politikalar izlemeye başladı. Bu iktidar hiçbir ilke, ittifak ve yasaya bağlı değildir.

Erdoğan, Bahçeli’yi yanına alarak diktatörlüğünü inşa etmeye çalışıyor. Her ikisi amaçları için Türkiye’nin devletliğini ve imkanlarını kullanıyor. Türkiye, jeo-stratejik ve coğrafik konumu bakımından tüm Ortadoğu ve Avrupa için stratejiktir. Uluslararası kamuoyu da Türkiye’nin bu konumunu kullanıyor. Çünkü Türkiye, Avrupa üyesidir, aynı şekilde ordusu NATO içerisinde yer alıyor. Erdoğan ve Bahçeli de Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki kimliğini kullanıyor. ABD, Avrupa, Asya ülkeleri ile dünyada var olan hükümetler, hükümet çıkarlarını daha çok esas alıyor. Bu yüzden yasa, ilke ve var olan ittifaklar ile anlaşmaları esas almıyor. Amerika halkı başka bir şey diyor, Avrupa halkı başka bir şey diyor, Asya halkı başka bir şey diyor. Aynı zamanda Ortadoğu halkı başka bir şey diyor. Ama bakıyorsun hükümetlerin görüşlerinde başka şeyler var. Bundan ötürü gerçek bir karar ortaya çıkmıyor.

Saldırılara karşı garantör ülkeler ve uluslararası güçlerin sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidardaki hükümetler var olan yasa, kanun, ittifaklar ile halkının umutlarından çok kabinelerinin-hükümetlerinin çıkarlarını esas alıyor. Türkiye’deki iktidar da siyasi İslam ve Türk ırkçılığı ideolojisine ulaşmak için bu gerçeği kullanıyor. Bunun için diğer uluslara, kültürlere karşı, görüşlere karşı vahşi bir şekilde davranıyor. Türk ordusu birçok destek alıyor. Avrupa Birliği’nden de NATO’dan da alıyor. Ancak bu imkanları onurluca, özgürce demokratik bir yaşam isteyen bölge halklarına karşı kullanıyor. Türk devleti uluslararası güçler arasındaki boşluklardan iyi faydalanıyor. Uluslararası kamuoyunda bir kriz durumu var.

Türk iktidarı farklı kimlikleri ortaya çıkaran dünyanın da rahat bir iletişimde olmasını sağlayan, halkların, kültürlerin etnik yapıların kardeşçe bir arada yaşamasına fırsat veren demokrasiyi tehlike olarak görüyor. Dünya da bölge ile rahat bir iletişim halinde. Bölgeye para ve askerle girmesine gerek olmuyor. NATO’nun milyarlarca dolar harcamasına, binlerce asker veya ileri teknoloji göndermesine gerek yok.

Ciddi bir tecrübe ortaya çıktı ve bu tecrübe de DAİŞ’e karşı mücadelede en doğru sonucu ortaya çıkardı. Türkiye’deki iktidar ülkenin çıkarlarından çok kendi çıkarlarını esas alan politikalar izliyor. Bunu sağlamak için ayrı bir ordu oluşturma peşinde koşuyor. Bu bir çete ordusudur, NATO imkanıyla DAİŞ oluyor, NATO imkanıyla Cebhet El Nusra, El Kaide, İhvan-ı Müslimini (Müslüman Kardeşler) destekliyor, Afganistan’dan da insanları getiriyor. Türkiye’nin yürüttüğü bu siyaset sadece Türkiye’nin değil, bölgenin demografisini de değiştiriyor. Bu politikalar da temelini Amerika, Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki mevcut hükümetlerin zayıflığından alıyor. Türkiye iktidarı için insan hakları, ekolojik denge, koronavirüs salgını çok önemli değil. Onun için önemli olan iktidarını koruyup zalimce bir hüküm yürütmektir.

Garantörler neden sessiz, Türk devleti hangi imkanlarla saldırıyor?

Türk devlet iktidarına, Rusya ve ABD garantörlüğünde büyük adımlar attırıldı. ABD’nin defalarca “DAİŞ terörüne karşı savaşta Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ittifakımızdır” açıklamasına rağmen, Türkiye rahatlıkla bu güce saldırıyor. ABD, Rusya başta olmak üzere Uluslararası Koalisyondaki tüm ülkelere ve tüm dünyaya QSD ile ortak çalıştığını göstermesine rağmen görüyoruz ki AKP-MHP iktidarı NATO imkanıyla QSD’ye saldırıyor.

Türkiye’nin bu saldırılarına ABD, Rusya, koalisyonda yer alan tüm ülkeler tarafından hatta ilkeleri belli NATO tarafından hiç ses çıkarılmıyor. AKP-MHP hükümeti Türkiye’ye bir cihatçı stratejisi oluşturmuş ve Avrupa ülkelerine şantaj yapıyor. Avrupa, Amerika’da ve Asya’daki hükümetlerin zayıflığı Türk iktidarına göz yumuyor. Esas kararlarını-kanunlarını yerine getirmiyor, yasalarını uygulamıyorlar, Türkiye’ye karşı ittifaklarını harekete geçirmiyorlar.

Türkiye NATO’ya karşı bir NATO ordusunu DAİŞ, Müslüman Kardeşleri, El Kaide’yi hizmetine sunmuştur, Amerika ve Rusya’nın bölgedeki varlığı mevcut hükümetin çıkarınadır. Rusya ve Amerika uluslararası bir ittifak olmasına rağmen bölgede garantörlüklerini gösteren madde 1, madde 2, madde 3’e göre Türkiye’nin hareket etmesi gerekiyor. Ancak görüyoruz Türkiye, Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye hava sahasını kullanıyor, uçaklarla saldırıyor. Uçaklar ve Türkiye’deki teknik bildiğiniz gibi NATO’nun gelişmiş teknolojisidir. Yine çete grupları, El Kaide ve DAİŞ’i orada örgütlüyor. Erdoğan zaten bir dönem bunu ‘Muhammed Ordusu’ olarak tanımlıyordu. Bunların ‘Muhammed Ordusuyla’ hiçbir alakaları yok. Erdoğan bugün de bu grupları açıkça kullanıyor. Ama bu gruplara verdiği imkanlar NATO ve Avrupa, Amerika’nın imkanlarıdır. Erdoğan, Türkiye’nin devletleşmesi adına böylesi bir ordu oluşturuyor. İslam sloganları atarak hakiki İslam’dan uzak siyasi İslam’ı kullanıyor. Aynı şekilde gruplar oluşturuyor ve saldırtıyor. Tüm bunlara karşı büyük bir sessizlik var. Aynı şekilde Amerika ve Rusya’nın QSD gibi Kuzey ve Doğu Suriye’deki güçlere vermiş olduğu dost ve muhalif sözler var, ancak Türk devlet iktidarının adaletsizliğinin karşısında hiçbir doğru duruş gösterilmedi, gösterilmiyor.

YPG olarak şüphesiz Amerika ve Rusya’ya her zaman “QSD ve Türkiye arasında yapılan ittifakla belirlenen maddeler üzerinde durulmalıdır” diyoruz. Tarafların maddeler üzerinde, Türkiye’nin tüm dünyanın gözü önünde her gün bu bölgeye saldırmasını tartışması gerekiyor. Amerika ve Rusya garantörlük prensiplerine göre hareket etmiyor ve buna da bir şey söylenmiyor.

Türkiye’nin işgalci saldırılarına garantör güçlerin sessiz kalmasına halk ve bölge nasıl değerlendiriyor?

Rusya ve Amerika bölgede olduğu zaman ve ittifaka göre hareket etse bile Türk devlet iktidarının çete gruplarıyla ve NATO tekniğiyle yaklaşımlarından her iki ülkenin çaresizliğini görüyoruz, her iki ülke de yavaş yavaş prestijini kaybediyor.

ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon ile yer yer Rusya ile DAİŞ’e karşı savaştık. Sadece halkımızı savunmadık, Paris, Berlin, ABD, Moskova’daki DAİŞ saldırıları Reqa’da örgütleniyordu. DAİŞ’e karşı, QSD, YPG, YPJ ve bölgedeki diğer güçler dünyaya hizmet için mücadele ettiğini tüm dünyaya ispatladı. Bu askeri strateji, genel kamuoyuna defalarca açıklandı. Türkiye cumhurbaşkanı dünyanın gözü önünde ‘Ülkemin güvenliği tehlikededir’ gibi bahanelerle Suriye topraklarını işgal ediyor, Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye’deki devrim kazanımlarına saldırıyor. Bu bölgede yaşayan diğer uluslara, demokrasiye saldırıyor. Ancak Rusya ve Amerika dünya kamuoyunun görüp katıldığı bu devrime dönük saldırılara karşı sessiz. İnsani bir mücadeleydi, sonuçlarını Hol Kampı ve cezaevlerindeki en tehlikeli DAİŞ’lilerle dolu olmasından görüyoruz.

Garantör Rusya ve ABD gibi ülkelerin prestijlerini koruması gerekiyor, hükümetlerinin günlük çıkarlarını düşünmesinler. Onlara biçilen misyona göre bir görüntü ortaya çıkarmaları gerekiyor. Kobanê’deki 3 kadının şehadeti, Til Temir komutanlığımızın şehadeti, aynı şekilde Şengal ve Alifero yolu üzerindeki korsan saldırı ve yaklaşımlar ne kadar birbirinden kopuk bir askeri yaklaşımın olduğunu gösteriyor. Birbirinden uzak, uluslararası askeri yaklaşım var. Bütün bunlar NATO adıyla yapılıyor. Türk devleti gibi bir devlet bunu NATO adına yapıyor. Bunlarda NATO’nun prensipleri dışındadır. Kobanê’de katledilen 3 kadın sivildi, Eyn Îsa’da şehit edilen çocuklar sivildi, Zirgan’da Til Temir’de hedef alınanlar sivildi.

Bu kullanılan silahlar kimin? NATO ordusu olan bir orduya ait. NATO ordusu silahları nereden alıyor? NATO’nun elindeki silahlar NATO prensiplerine göre kullanılmalıdır, siviller hedef alınmamalıdır. DAİŞ de korku oluşturmak için sivilleri hedef aldı. Türkiye’deki mevcut hükümet de bunları DAİŞ, Müslüman Kardeşler, El Kaide, Cebhet El Nusra gibi çete grupları yoluyla yapmak istedi. Türkiye tüm bu imkanları kullanarak kurulan insani sistemi yok etmek istiyor. Çünkü bu devrimin esas gücünün toplum olduğunu bildiğinden dolayı toplumu hedef alıyor.

Bölgeye neden ve kimler tarafından ambargo uygulanıyor bundan amaç nedir?

QSD ve YPG’nin özgürleştirdiği coğrafya Suriye’nin üçte biridir. Suriye halk bileşenlerinin % 40’ı bugün bu bölgelerde kavuşturulan sistemle yaşıyor. Ancak görüyoruz ki uluslararası toplumun aldığı kararlar ya Türkiye’nin ya da İran’ın çıkarına. Bab El Hawa sınır kapısı açılıyor, Akdeniz’den rejim bölgesine destek geliyor ama bizim bölgelerimize büyük bir ambargo uygulanıyor. Suriye halklarının % 40’ı bu bölgelerde yaşamasına rağmen Til Koçer Sınır Kapısı açılmıyor, yol verilmiyor. Bu da başka çare arayışlarının önünü açıyor. Şimdi Kuzey ve Doğu Suriye’de birçok insan kaçakçılık yapabilmek için her türlü imkanı kullanıyor.

Bu kaçakçılık ne tarafa karşı yapılırsa yapılsın bölge için bir kapan-pusu konumunda. Bu toplumda kim onlarla temasa geçerse her türlü yöntemle MİT ya da rejim ajanı yapmaya çalışan bir girişim var. Onun için bugün bu bölgelerde yapılan ajanlık esas temelini uluslararası toplumun Suriye halklarının büyük kesiminin yer aldığı ve Suriye toprağının %35’ini oluşturan bu bölgeye yaklaşımından alıyor. Devrim sürecini gözden geçirirsek, toplumu en çok savunan bölge ve burada oluşturulan gücün olduğunu görürüz. Bölgeye gelen gazeteci, araştırmacı, siyasetçi, stratejiysen, diplomatlar, kendinden çok toplumu savundu. Hatta bölgeye gelen uluslararası güçler başka yerlerde verdiği kayıpları burada vermedi. Amerika bile Irak ve Afganistan’da verdiği kayıpları burada vermedi. Aynı zamanda bu bölgede yaşamak isteyen her insan güvenli bir şekilde yaşamını sürdürdü, sürdürüyor.

Bölgede çok dillilik, çok renklilik ortaya çıktı. Ancak bu istihbarat çalışmaları ile bitirilmek isteniyor, neden?

Bahsini ettiğimiz yaklaşımlar, birçok kanıtın ortaya çıkmasına rağmen, bir ambargo oluşturuyor. Yapılması gereken, ambargoyu kırmak için kanun yollarının kullanılması. Ancak Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye’ye düşmanlık niyetli ambargo uygulanıyor. Bu projeyi engel gören güçler, kişileri hedef alıyor, zayıflatıyor ve MİT üyesi, ajan yapmaya çalışıyor.

Mafyavari yaklaşımlar, uyuşturucu, fuhuş, para kullanılarak, insanlar düşürülmeye çalışılıyor. Şüphesiz gücümüz bu durumun farkında ve mücadelesini yürütüyor. Aynı şekilde Özerk Yönetim’deki kurumlar da ambargoyu kırmak için en üst düzeyde çalışma yürütüyor. Bugün de eğer, MİT veya diğer istihbaratlar bu tarz saldırılar yapıyorsa ve bölge üzerinde çalışıyorsa esas olarak sıkıştıkları içindir.

Suriye’deki çözümü hangi güçler engelliyor, neden?

DAİŞ’ten sonra Suriye’de siyasi çözüm gelişmeliydi. Cenevre, Astana ve Soçi vb. görüşmelerine rağmen şimdiye kadar hiçbir çözüm geliştirilmedi. Ancak son yıllarda Suriye’deki çözüm meselesinin artık Suriyelilerin elinden çıktığını, AKP-MHP iktidarının eline geçtiğini görüyoruz. İşgal altındaki bölgelerde çete grupları Erdoğan’ın yanında çete olarak çalışarak uluslararası kamuoyuna “Libya’ya gitmeye hazırız, Ermenistan’a bilmem nerede savaş varsa oraya gitmeye hazırız” diyor.

Tüm dünyanın gözü önünde o bölgelerde Osmanlı hilafeti sürdürülüyor. Bölge bunların etkisi altında olduğu için çözüm gelişmiyor. Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt, Arap, Türkmen, Çerkez, Süryani halklarının, Müslüman, Hristiyan, Êzidî inancının rahat bir şekilde birlikte yaşadığını görüyoruz.

Şehitliklerde her dil ve her dinden şehitlerin olduğunu görüyoruz. Peki Suriye halkları olmadan Suriye için bir çözümün olması mümkün mü? Türk devleti ve çete grupları Suriye’yi çözümden uzak tutuyor. Uluslararası toplum bu gerçeği görmelidir. Ancak Rusya ve Amerika gibi garantörler Türk devlet iktidarının görüşlerini, AKP-MHP’yi esas alıyor. Ayrıca Türkiye sözde “iç güvenliği” için Suriye’de bulunuyor biçiminde söylemler dillendiriliyor, bunlar doğru değil. Türkiye bizim için çok önemli ve stratejik bir devlettir, gerçekten Türkiye içerisinde güvenlik ve demokrasi olsa çok iyi bir komşuluk yürütürüz.

Etkili olduğunuz alan ne kadar, Suriye nüfusunun ne kadarı bu alanda yaşıyor, uluslararası güçler neden bunu görmezden geliyor?

Suriye, Türkiye arasında 700 kilometre sınır var. 500 kilometrenin üzerindeki sınır ile en büyük kısım QSD, YPG, YPJ ve diğer güçlerin olduğu bölgemizdir ve Türkiye’nin güvenliğinin olması bizim de çıkarımızadır. Türkiye demokratik bir devlet olsa, bizimle demokratik bir şekilde alıp verirse, Türkiye coğrafyası Avrupa için ne kadar önemliyse bizim için de o kadar önemlidir. Ama Türkiye bunun yerine saldırmayı tercih ediyor. Bu da çözüm getirmez. Bu sadece Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye’yi etkilemiyor, bugüne kadar Türkiye’nin siyasetine göz yuman ülkeleri de etkileyecektir. O ülkelerde yaşayan halkı da etkileyecektir. Türkiye’nin yaptığı sadece Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye için değil tüm Ortadoğu için büyük tehlikedir.

Bu sadece Kuzey ve Doğu Suriye-Suriye’nin meselesi değil uluslararası bir meseledir. Çünkü Suriye şimdi birbirinden kopuk bir ülkedir. Suriye, var olan rejim ve İdlib’den Golan tepelerine Efrîn, Bab, Ezaz, Cerablus’a yerleşen Ebu Bekir Bağdadi’den El Kaide, İhvan-ı Müslimin gibi çete gruplarına kadar, hatta dünyanın onun hakkında ceza alarak Suriye’de ambargoya neden olan bu rejime kadar bir kaos içerisindedir.