Öcalan: Amaç toplumun ihtiyaçlarını karşılamak değil maksimum kar

Bir yandan dünyanın büyük kısmı açlıktan kırılacak, diğer yandan üretim fazlası bulunacak! Bir yanda dağ gibi yığılmış mallar, diğer yanda açlıktan kırılan halklar, emekçiler. Nedeni de gayet açıktır: Tekel kârı.

Bazen fazla üretimden kaynaklanan krizler diye bir tanım geliştirilmektedir. Bir yandan dünyanın büyük kısmı açlıktan kırılacak, diğer yandan üretim fazlası bulunacak! Kapitalizmin ekonomi karşıtlığı en çok da bu tür bilinçli olarak yaratılmış bunalımlarda kanıtlanmaktadır. Nedeni de gayet açıktır: Tekel kârı. Yok pahasına üreten emekçi güçlere bırakılan paylar alım güçlerine yetmeyince sözde bunalımlar ortaya çıkıyor. Daha doğrusu çıkarılmış oluyor. Bu durumda hangi sahte rahip, daha doğrusu sözde ekonomist imdada yetişiyor? John Maynard Keynes! Ne diyor? Devlet harcamaları arttırsın. Nasıl? Emekçilerin alım gücünü yükselterek! Oyun bütün iğrençliğiyle nasıl ortaya çıkıyor? Bir yandan bir cebini boşaltacak, diğer yandan diğer cebini dolduracaksın! Bu, bal gibi ölümü gösterip emekçileri ve tüm uygarlık dışı toplumu sıtmaya razı etme politikasıdır. Çok açık ki, burada politik bir ilişkiyle karşı karşıyayız. Demokratik güçlerin uygarlığa karşı eylemi bastırılmak istendiğinde bu güçler önce aç bırakılır. Sonra yalvartılarak karınları doyurulur. En eski savaş taktikleriyle karşı karşıyayız: Bir halkı, bir şehri teslim almak istiyorsan, önce ablukaya alacak, aç bırakacaksın! Sonra teslim olması karşılığında karnını doyuracaksın!

DAĞ GİBİ YIĞILMIŞ MALLAR, BİR YANDA İSE AÇLIKTAN KIRILAN EMEKÇİLER

Kapitalizmin sahte bunalım teorisinin gerçek özünün bu olduğunu yüzlerce örnekle kanıtlayabilirim. Sadece meşhur 1930 bunalımını çözümlersek tüm mantığı sökmüş oluruz. Bu dönemde neler oluyor? İngiltere’nin hegemonyasını kabul etmeyen Sovyetler Birliği kalıcı ve başarılı bir rejim haline geliyor. Hem de kapitalist adı verilen dünyayı tehdit ederek. Avrupa içinde ağır şartlarla teslimiyet antlaşması dayatılan Almanlar ve bağlaşıkları sağı ve soluyla direniş halindedir. Mao, Çin’de önderlik ettiği büyük bir köylü başkaldırısını yönetiyor. Başta Anadolu olmak üzere sömürge ve yarı sömürge ülkeler ulusal diriliş mücadelesiyle dünya çapında İngiliz hegemonyacılığına karşı başkaldırmaktadır. Dünya hegemonu İngilizlerin bunlara verdiği yanıt, 1929-30 bilinçli bunalımıdır. Bir yanda dağ gibi yığılmış mallar, diğer yanda açlıktan kırılan halklar, emekçiler. İngiliz Keynes’in ilacı her şeyi açığa vuruyor: Dünya emekçilerine ve halklarına kırıntılar kabilinden ayakta kalma şansı tanımak! Sözde sosyal devlet politikaları. Sonucu ne olmuştur bu ‘kapitalist sosyal devlet politikalarının’? Ekim Sovyet İhtilali ile başlayan dünya demokratik toplumunun uygarlığın yeni hegemon gücü karşısında adım adım geriletilmesi, çarpıtılması ve asimile edilmesi; 1990’larda Sovyet sisteminin çok önceden başlatılan (1930’larda Stalin’in antidemokratik politikaları, yani diktatörlüğü: Niçin? 1929-30 bunalımının etkisini bertaraf etmek için. Kim bertaraf oldu? Stalin ve ekibi, Sovyet ekonomisi) içten çökertme politikalarıyla resmen ortadan kaldırılmasının ilanı. Ulusal kurtuluş mücadelelerini başarıya ulaştırmış devletlerin sosyal (demokratik devrim ve toplum) içeriğinden boşaltılarak hegemon kapitalist sisteme entegre edilmesi. Tüm bunalımların ana amacının bu olduğu, bilinçli devlet politikalarıyla hegemonik sistemin varlığının sürdürülmesiyle bu amaca erişildiği, en azından kritik bir aşamanın geride bırakıldığı.

HASTALIK VE AFETLER KARŞISINDA İNSANLARIN YAŞADIĞI ÇARESİZLİK

Kıtlığa dayalı krizleri de aynı kategoride değerlendirebiliriz. Bilinçli mal üretiminden vazgeçilmesi veya hastalık ve afetler karşısında insanların çaresizliğinden medet umulması. Mevcut teknik ve donanımlar harekete geçirilirse ciddi bir açlık ve kitlevi hastalıklar düşünülemez. Amaç hegemonik sistemin varlığını korumak olduğunda bu yapay bunalım türüne başvurulmakta, hastalık ve afetler koz olarak kullanılmaktadır. Bir kez daha ‘kapitalist ekonomi ve toplumu’ denilen aygıtın resmi hegemonik uygar güçle bağlantısını netçe görüp yorumlayabiliyoruz. Metot aynıdır: Aç bırak, hastalığını ve felaket halini kullan! Üstüne üstlük kurtarıcı melek ve hatta tanrısı olduğunu kanıtlamış olursun. Kulların sana bol bol şükretsin!

Kapitalizmin sadece ekonomi karşıtlığı değil, toplum karşıtlığı olduğunu da iyi anlamak gerekir. Toplumun bir bütün olarak kapitalistleşemeyeceğini, bunun imkânsız olduğunu Rosa Luxemburg çok önceden teorik olarak kanıtlamaya çalışmıştır. Bence bunun için ince teorilere pek gerek yoktur. Herkes, her toplum işçi ve kapitalist olarak ikiye bölünse, kâr amacıyla satılacak mal üretilemez! Kaba bir örnek verelim. Yüz işçinin çalıştırıldığı bir fabrika varsayalım. Bunlar toplam yüz araba üretsinler. Toplum da bir kapitalist fazlasıyla 100+1 kişiden oluşsun (Çünkü toplum sadece işçi ve kapitalistlerden oluşmaktadır. Saf kapitalist toplum denilen olay budur. Tabii bu en azından Marksistlerin bir kısmının büyük yanlışıdır). Yüz araba elden çıkarılsın ki kâr elde edilsin. Yüz işçi ücretleri ile arabaları aldılar diyelim. Geriye patrona ne kaldı? Sıfır. Demek ki, daimi olarak kapitalistleştirilmeyen ve benim sistem analizimle ‘uygarlık karşıtı demokratik toplum’ her zaman var olmalı ki uygarlık toplumu sürdürülebilsin. Yeni hegemon güç olarak ‘kapitalist uygarlık’ da diğer uygarlıklar gibi ancak demokratik toplum karşıtlığı, çatışma zamanlarında daha da azgınlaşarak demokratik toplum düşmanlığı temelinde var olabilir: Ya savaşlar ya da barışlarla varlığını sürdürebilir. Tüm uygarlık tarihinde olduğu gibi, kapitalist uygarlık tarihinde de bu anlatımı doğrulayan sayılamayacak kadar çok olay ve savaş vardır.

İŞSİZLİK BİLİNÇLİ YARATILIYOR

İşsizlik kapitalizmin ekonomi olmadığına ilişkin bir başka veridir. Kapitalizm sistem olarak artık-değerden kâr oranını yüksek tutmak için daima bir yedek işsizler ordusunu devrede tutmak, hatta yoksa yaratmak zorundadır. İşsizlik bilinçli yaratılan bir süreçtir. En sıradan canlı hayvan ve bitkiler işe yararken, insan gibi bir varlık nasıl işsiz bırakılarak yararsız kılınsın? Örneğin işsiz karınca olabilir mi? Karınca bile işsiz kalmıyorsa, insan gibi gelişmiş bir varlık nasıl işsiz olsun? Evrende işsizlik kavramına yer yoktur. Ancak analitik zekânın sapık bir ürünü olarak, toplumsal yaşamın en vahşi eylemi olarak işsizlik yapay olarak yaratılmakta ve canlı tutulmaktadır. Hiçbir olay ‘işsizlik’ kadar kapitalist sistemin ekonomik yaşama karşı en amansız düşmanlığını açığa çıkaramaz.

KAR YASASI, İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASINA ENGELDİR

Mevcut bilim ve tekniğin düzeyi, adına ister ‘refah toplumu’ ister ‘cennetteki toplum’ diyelim, herhangi bir toplumun hem siyasi sistem olarak demokratik toplum biçiminde varlığını rahatlıkla sürdürebileceği, hem de ekonomik olarak sorunlarını çözebileceği bir tarzda gelişmiş bulunmaktadır. İnsan ihtiyaçlarına bu bilimsel ve teknik düzeyin optimum ölçüde uygulanmasına kapitalist sistemin ‘kâr yasası’ engel oluşturmaktadır. Kâr yasası olmazsa, bilim ve tekniğin mevcut düzeyi sadece insanın beslenme ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş bir ekonomiye rahatlıkla gerekli her çözümü bulabilecek kapasitededir. Bu kapasite hiçbir zaman tam kullandırılmamakta; bilakis sürekli krizler, işsizlik ve toplumsal şişkinlikler yaratılarak kapitalist uygarlık sürdürülmek istenmektedir. Demek ki kapitalizm sadece ekonominin değil, ekonomiyi optimal düzeyde gerçekleştirebilecek bilim ve tekniğin de düşmanıdır.

Kapitalizm ekonomiyi en son küresel aşamasında zirveye çıkarttığı ‘borsa, kur ve faiz’ piyasası denilen para-kâğıt oyununa çevirerek düşmanlığını, gerçek ekonomiyle ilgisizliğini fazlasıyla ve tüm toplumun gözüne sokarcasına kanıtlamaktadır. Tarihin yine hiçbir döneminde ekonomi bu tür kâğıt oyunlarına, sanal bir sisteme dönüştürülmemiştir. K. Marks'ın haklı olduğu bir nokta olarak, toplumun tüm alanlarını etkileyecek özelliklerin toplam ifadesi olacak kadar önemli olan ekonominin, duygusal ve analitik zihnin yoğunluk alanı olmaktan çıkarılıp para-kâğıt oyunlarına bağlanması ve analitik-spekülatif zihniyetin en sorumsuz, gerçek yaşamdan kopuk alanına dönüştürülmesi kapitalist ekonominin gerçek niteliğini ortaya koymaktadır. Hiçbir emek harcamadan kur, faiz ve senet fiyatlarıyla oynayarak, küresel çapta saatlik süreler içinde milyarlarca Dolar (küresel para) el değiştirmektedir. İnsanlığın yarısı açlık ve yoksulluk sınırlarında gezinirken, bu tür değer transferleri kadar ekonomiye zıtlığı yansıtacak bir sistemi tasavvur etmek zordur. Kapitalizm, finans çağı da denilen son evresinde, sadece bu yüzüyle bile ne kadar gereksiz, ekonomi dışı ve düşmanca bir sistem olduğunu gayet iyi kanıtlamaktadır.

AMAÇ TOPLUMUN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK DEĞİL MAKSİMUM KÂR

Kapitalizm ekonominin en temel iki alanı olan üretim ve tüketime el atıp kontrol altına alarak, toplumların gerçek besin, giyim, barınma ve dolaşım ihtiyaçlarıyla ilgisi bulunmayan, sadece kârını maksimize etmeyi hedefleyen politikalara ağırlık vererek ve daha önce belirttiğimiz gibi üretim ve tüketim krizleri yaratarak yapılarını kökten bozmaktadır. İnsanlık emeğinin gerçek üretim ve tüketim yapılarıyla ilişkisi bulunmayan veya öncelikli olmayan, bilakis büyük sakıncalar içeren nükleer silahlar başta olmak üzere korkunç boyutlarda silahlanma, çok kâr getirdiği için çevreyi felakete götüren karbon kökenli enerji kaynaklarına yatırım, genetiği değiştirilmiş tarım, uzay teknolojisi, kara, deniz ve hava ulaşım hatlarına çok pahalı olmak kadar yol açtığı kirlilik bilindiği halde yapılan büyük yatırımlar, moda çılgınlığının sonucu olan aynı tür malın yüzlerce versiyonu için yapılan hesapsız yatırımlar bu konuda sunulabilecek örneklerden sadece birkaçıdır. Bir yandan çılgınca ve gereksiz alanlarda dağ gibi yığılan eşyaların pazar bulamamaktan tüketim niteliğini yitirip çürümeye terk edilmesi, diğer yandan tüketim gücü olamamaktan kaynaklanan açlık ve hastalıktan kırılmalar, işsizlik orduları! Tarihte hiçbir savaşın, doğal felaketin insan toplumuna yapamadığı kötülüğü ve düşmanlığı kapitalizm denilen ekonomik biçim hem de ekonominin can damarlarına basarak, sıkıştırarak, kopartarak, suni damarlar takarak gerçekleştirmektedir.

KAR AMAÇLI OLMAYAN ÜRETİM

Sermaye düzeninin aksine, ekonomi toplumun maddi ihtiyaçlarının temin alanıdır. Ekonominin uzun süre kullanım değeri sınırında kalması komünal düzenle bağlantılıdır. Toplumsal bütünlük herkese yaşamını garanti edecek tarza dayanan bir ilkeyle yönetilir. İnsan türünün doğası da bunu gerektirir. Üretim hiçbir zaman kâr amacıyla düşünülmemiştir. Armağan ekonomisi esas iken, uzun tereddütlerden sonra, toplumda artan işbölümünün de sonucu olarak, değişim ekonomisi kendine yer bulmuştur. Kullanım değerine ilaveten değişim değerinin oluşumu kâr amaçlı değildir. İhtiyaçların artan çeşitlilik ve karşılıklı bağımlılık temelinde giderilmesini bağrında taşır. Metalaşma, pazar ve para ilişkisi başlangıçta kâr amaçlı değil, bu ihtiyaç çeşitliliğini ve bağımlılığını gidermek için geliştirilmiştir. Pazar ekonomisi denilen olgu sanıldığı gibi bir sermaye-kâr ekonomisi değil, değişimin yoğunca devreye girdiği ekonomidir. Ticaret belli bir çaba karşılığında dolaşım payı olarak bir karşılık bulduğunda faydalı ve gerekli olan bir ekonomik faaliyettir. Fiyatların tekel dışı rekabetle belirlendiği pazar da ekonominin nabzının attığı alan haline gelir. Para sadece değişimi kolaylaştıran bir araçtır. Küçük esnaf ve meslek sahipleri dediğimiz her türlü zümre de, pazar sürecinde istismara yönelmedikçe gerekli, faydalı ekonomik unsurlar olarak rol oynarlar. İhtiyaçların besin, giyim, barınma, ulaşım, eğlence gibi çeşitli sektörlere ayrışması ekonominin geliştiğinin göstergesidir. Tüm bu sektörlere ilişkin çabalar ekonomik faaliyet olarak anlam bulur. Toplum için tüm bu hususlar normalinde anlaşılır, değerli ve etiktir.

KAPİTALİZM SINIRLANDIRILIP DURDURULAMAZSA…

İnsanlık ancak ahlaki ilkeyle ekonomik ihtiyaçlarını düzenleyebilir. Aksi halde örneğin karıncalar gibi çoğalabilir ki, buna dünya gibi on tane gezegen bile yetmez. Ahlâk olmazsa toplum ‘aslan toplumuna’ dönüşebilir ki, geriye yenilecek sığır, hayvan kalmaz. O zaman aslana da dünya kalmaz. Yani kapitalizm sınırlandırılıp durdurulamazsa, ya toplumu ‘karıncalar toplumuna’ (örneğin Çin ve Japonya’nın durumu) dönüştürerek yıkımın eşiğine getirecek, ya da ‘aslanlar toplumu’ (örnek ABD toplumu) durumuna dönüştürecektir. Her toplum ABD, Çin ve Japonya’daki gibi olursa, insan toplumunun sürdürülebilirlik şansının gittikçe azalacağı açıktır. Burada kapitalizm esasta ahlaki ilkeyi sözde ‘kapitalist ekonomiye’ kurban etmiştir. Bir dönem çocuklar, kız çocukları da fazlalıktır diye kurban edilirdi. Varsa ancak böyle bir ahlâkla insan kurban edilerek toplum sürdürülebilir. Nitekim tüm kapitalist damgalı savaşlara ‘insan kurban etme ayinleri’ olarak bakarsak, nasıl bir ‘kapitalist ekonomi ilkesi’ ya da ahlâksızlığıyla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız. Yalnızca toplumun iç sosyal dokularını tahrip etmiyor bu ahlâksızlık. Çevreyi ve doğayı da ilk defa hükmü altına alarak, büyük bir katliam sürdürerek sadece insan yaşamını değil, tüm canlı yaşamı da tehdit edecek boyuta varıyor. Bundan daha büyük ahlâksızlık ve canlı düşmanlığı olabilir mi?

EKONOMİSİZ KILINMIŞ KADIN

Kapitalizm ekonominin ana gücü, yaratıcısı kadının da düşmanıdır. Çözümlememizin tümü kadının toplumsal yaşamdaki yeri ve ekonomik değerinin birincil düzeyde ve yüksek seviyede olduğunu kanıtlamaktadır. Tüm uygarlık tarihinde yaşamdan dışlanan ve en acımasız dönemini kapitalist uygarlık aşamasında yaşamaya başlayan ‘ekonomisiz kılınmış kadın’ gerçeği, en çarpıcı ve derinlikli toplum çelişkisi haline gelmiştir. Kadın nüfusu ezici olarak işsiz bırakılmıştır. Ev işleri en zor işler olduğu halde beş metelik değer ifade etmemektedir. Çocuk doğurma ve yetiştirme hayatın en zor işi olduğu halde sadece değer ifade etmemekle kalmamakta, giderek başa bela olarak düşünülmektedir. Kadın hem ucuz işçi, işsiz, çocuk doğurma ve bin bir zahmetle büyütme makinesi, hem de ücretsiz ve hatta suçludur! Kadın uygarlık tarihi boyunca toplumun zemin katına yerleştirilmiştir. Ama hiçbir toplum sistemi kadın üzerinde kapitalizmin yürüttüğü ve çok sistemli hale getirdiği istismarı geliştirme gücünde olamamıştır. Bu sefer kadın sadece zemin katta değil, tüm katlarda eşitsizliğin, özgürlüksüzlüğün, demokrasisizliğin nesnesidir! Daha da vahimi, kapitalist sistem tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak şiddette ve yoğunlukta bir cinsiyetçi toplum iktidarını geliştirerek, bu iktidarı insanın en mahrem organlarına kadar genişletip çoğaltarak, kadını bir seks endüstrisine dönüştürerek, işkenceyi toplumun tüm katmanlarına yayarak, uygarlığın bu döneminde ‘erkek egemen toplumu’ azamiye çıkartarak, ‘ekonomos’tan, ekonominin yaratıcısı özneden intikam alırcasına kadın ve ekonomi düşmanlığını her yerde ve her zamanında kanıtlamaktadır!

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Kapitalist Uygarlık’ adlı kitabından derlenmiştir.