Açlık grevleri ve Leyla Güven’in duruşu…

Leyla Güven’le başlayan, zindanlarla devam eden, Avrupa’da “Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi” grubu ile güçlendirilen açlık grevi eylemi hem mutlak tecridi kıracak, hem de Öcalan’a ilişkin oluşan tüm olumsuz algıları yerlebir edecektir…

Türk devleti ve onun başı olan Recep Tayyip Erdoğan açlıkla terbiye etmek istediği Kürt halkı, bugün topyekün açlık grevi eyleminde. 7 Kasım 2018 tarihinde Leyla Güven’in başlattığı süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine bugün binlerce Kürt ve dostları da katılmış durumunda.

Sömürgecilerin yıllardır Kürtlere diz çöktürmek için kullandığı açlık silahını bugün Kürt halkı bu silahı onun elinden alarak büyük bir direniş aracına dönüştürmüş durumda. Açlık grevini büyük bir direnişin, büyük bir başkaldırının, daha da önemlisi Başkan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için büyük bir hamlenin gerekçesi haline getirmiştir. Açlık artık Kürt halkı için bir korku, teslim alınma ve düşmanına boyun eğme aracı değil, büyük bir özürleşme aracı haline gelmiştir. Bu nedenle bugün binlerce Kürt ve dostları zindanlarda, Avrupa’da, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında açlık grevi ile büyük direniyor. Yine Rojhilat, Güney ve Rojava’da yaşayan Kürt halkı olduğu gibi, Beyrut, Kanada, Japonya, Avustralya olmak üzere hemen hemen tüm kıtalar açlık ile başlatılan bu büyük direnişe katılmış durumunda.

AÇLIK GREVİ EYLEMİ 'BEDİNİNİ VER AMA RUHUNU ASLA VERME' EYLEMİDİR

Açlık grevi ve ölüm orucu Kürtler açısından oldukça anlamlı olan bir eylem biçimi. Sadece hak elde etme değil, aynı zamanda sömürgeciliğe karşı büyük bir direniş ve başkaldırı eylemidir. “Bedenini ver ama ruhunu asla teslim etme” duruşu olan açlık grevi ve ölüm orucu eylemi aynı zamanda ölüme yatarak, bedenini vererek, büyük acılar çekerek düşmana asla, ama asla teslim olmama eylemidir. Gün gün erime, hücre hücre ölme, büyük acılarla direnme ve onurla düşman karşısında dik durma, asla ama asla diz çökmeme eylemidir. Açlık grevi-ölüm orucunu, Kürtler ilk kez Diyarbakır zindanında Kemal Pir ve Hayri Durmuş’un önderliğinde başlayan bir eylem biçimi olarak duymuşlardır. Kemal Pir ve Hayri Durmuş’un “düşmanın sert saldırılarına karşı bizim de sert davranmamız ve ölüm ihtimali yüksek olan eylem biçimleri ile karşı koymamız son derece doğru ve yerindedir” demesi ile başlayan açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri, büyük bir direnme ve başkaldırma gerçeğine dönüştürmüştür. Ölüm orucu, açlık grevinden farklı, ama birbirine çok yakın olan her iki eylem biçimi de artık başka çözüm yolunun bulunmadığı, düşmanın sizi nefessiz bıraktığı, yine sonuç alıcı direnme ve hak alma olanağının ortadan kalktığı bir zaman ve mekanda hayata geçirilir. Diyarbakır zindanında gerçekleşen tüm açlık grevi ve ölüm orucu eylemi bu temelde ve bu eksende gerçekleşmiştir. Yaşanan şahadetler de bu nedenle anlam bulmuştur. Ali Erek, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz, Cemal Arat, Orhan Keskin bu sürecin en büyük şahadetleri olmuşlardır. Canlarını, bedenlerini vermiş ama ruhlarını düşmana vermeyen büyük şahadetlerdir…

Özgürlük Hareketi’nin daha sonraki yıllarda da zindanlarda açlık ile direnerek tayın edici sonuçlar yarattığını biliyoruz. Elbette ki açlık grevi ve ölüm orucu eyleminin esas mekanı zindanlardır. Zira zindanlarda başka mücadele aracı, daha doğrusu daha etkili ve sonuç alıcı araç bulmak ve hayata geçirmek oldukça zordur. Çıplak bedenle kavga etmek, mücadelede bulunmak ve direnmek biçimi olarak günümüz koşullarında hala geçerli bir eylem biçimi olduğunu ayrıca vurgulamak gerek. Leyla Güven bu nedenle bu araca başvurmuştur.

Uyuşturulmuş vicdanlara ve deyim yerindeyse ölü ruhlara hitap eden, duyguları derinleştiren ve onu ayaklandıran bir eylem türü olarak başvurma gereğini duyan Leyla Güven, ama aynı zamanda, zamanın ruhunu da iyi okumasını bilmiştir. Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi mekan olduğu kadar zaman da oldukça önemlidir. İç ve dış koşulların doğru tahlil edilmesi, gündemin buna göre oluşturulması ve bu temelde eylemin gerçekleştirilmesi durumunda ancak açlık grevi amacına ulaşabilir. Koşulların doğru tahlili ve gündemlerin isabetli seçimi açlık grevi eyleminin başarıya ulaşmasında anahtar rol oynadığını söylemek doğru olacaktır. Gündemin birinci maddesine oturmayan bir açlık grevi eyleminin başarısız olma riski oldukça yüksektir. Leyla Güven bunu da hesaplayarak eylem sürecine girmiştir….

LEYLA GÜVEN VE EYLEMİNİN ANLAMI

“İmralı’daki tecrit kalkmadan, Öcalan’a uygulanan izolasyon politikası kırılmadan toplumda ne barış sağlanabilir, ne doğru bir sürece giriş yapılabilir. Öcalan’a dayatılan tecrit sadece kişiye değil tüm topluma ve Kürtlere dayatılan bir tecrittir. Kadın iradesini açığa çıkartma anlamda da tecrit aynı zamanda tüm kadınlara uygulanan bir tecrit olduğunu da belirtmek istiyorum” diyen Leyla Güven, eylemini bu iki cümlelik taleple donatarak sürece giriş yapmıştır. Tek talep, ama büyük bir eylem, büyük bir direniş ve büyük bir cesaret! Leyla Güven biliyor ki Öcalan bir kişi değildir. Bir tutuklu da değildir. Öcalan’ın şahsında tecrit edilen bir halk, İmralı adasında tutsak edilen demokratik bir ulus ve onu oluşturan onlarca halk ve inançtır. Leyla Güven, “eğer ben bugünkü konumuma gelmişsem bu, Sayın Öcalan’ın kadınla ilgili geliştirdiği ve pratiğe soktuğu özgür kadın duruşu ve özgür kadınla özgür yaşamı yaratma düşüncesinin bir sonucudur” derken, aynı zamanda kendi eylemini kadın özgürlüğüne adayan bir eylem olduğunu da vurgulamaktadır. Demek ki Leyla Güven’in eylemi bir kişinin şahsında bir halkın, bir önderin şahsında tüm halkların ve aynı zamanda kadınların özgürlüğünü hedefleyen bir eylem biçimidir. “Yer, zaman, içerik ve hedef olarak birbirini tamamlayan ve bütünleşen muhteşem bir eylemdir” demek, abartılı olmayacaktır.

EYLEM YENİ HALKALARLA BÜYÜTÜLMELİ

Açlık grevi eylemi, duygusal ve ruhsal boyutları derin olan bir eylem biçimidir. Hücre hücre erime ve ölüme doğru gitme süreci korkunç derecede duygusallığı yaratır. Bu duygusallık eylemciden ziyade, daha çok eylemciyi takip eden kitlelerde oluşur. Vicdan ile duygusal zekanın ruhsal dünyamızda bıraktığı iz gerçekten de büyük bir içsel depremi yaratacak kadar derindir. Dayanmak ve sarsılmamak mümkün değildir. Zaten bunun için “vicdanlara seslenme, duyguları ayaklandırma eylemi” deniliyor. Ancak duygusal boyut kadar mantıksal, ideolojik ve politik olarak düşünme ve bu bağlamda tutum gösterme boyutu da derindir. Leyla Güven, eyleminin bu boyutunu da bildiğini biliyoruz. Bu nedenle “iki çocuk annesi, sürgünde yaşamış ve büyümüş bir Kürt, ama aynı zamanda politik bilinci oluşmuş bir kadın olarak eylemimi önceden çok düşündüm ve kimseyle paylaşmadım. Ciddi bir eylem olması itibarıyla da son derece kararlıyım” diyerek, eylemin duygusal boyutunun yanında, eylemin mantıksal yanını da ortaya koymaktadır.

Leyla Güven, “ben bir halkayım ve bu halka büyütülmeli, ki ancak o zaman Sayın Öcalan’a dayatılan tecrit kırılabilir” diyor. Evet, Leyla Güven’in eylemi birinci halkayı oluşturuyor. İkinci halka zindanlarda ve Avrupa’da süresiz ve dönüşümsüz açlık grevinde bulunan eylemcilerdir. Ancak iki halka yetmez. Halkları büyütmek, büyüdükçe yeni halkaları eklemek, giderek tüm toplumu halkalar içine alacak tarzda derinleştirmek en büyük görev olmalıdır. Göle atılan küçücük bir taşın oluşturduğu halka nasıl ki genişliyorsa, Leyla Güven’in gerçekleştirdiği eylem halkasını da büyütmek eylemin başarısı için elzemdir…

43.GÜN

Açlık grevine girmiş bir kişi için 43 gün az değildir. Ölüm sınırına varılmış bir rakamdan bahsediyoruz. Evet, Leyla Güven bugün tamı tamına 43 gündür açtır, açlık grevinde ve direniyor. Beyniyle, iradesiyle, düşüncesiyle, hücreleriyle, ruhuyla ve aynı zamanda bedeniyle direniyor. 43 gündür soluksuz bir biçimde aç kalarak herkese, her topluluğa, her inanca, her halka özgürlük istiyor. Çünkü o biliyor ki Başkan Abdullah Öcalan’a dayatılan tecrit son bulur ve Öcalan özgür olursa, işte o zaman gerçekten de Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarına da demokrasi ve özgürlüğün kapısı aralanmış olacaktır.

İMRALI TECRİDİ KIRILMAK ZORUNDABaşkan Abdullah Öcalan’a dönük tecrit büyük bir sorunun kaynağı. Savaşın da barışın da gerekçesi olan bu süreç mutlak anlamda kırılmalı, İmralı tecridi parçalanmalı, faşizm mutlak anlamda yıkılmalı, Kürt halkı özgür olmalıdır. Bunun dışında başka çözüm yolu yoktur. Türk devleti ve Erdoğan bunu bilmek, anlamak ve buna göre tutum belirlemek durumunda. ABD de, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi de, CPT de bu gerçeğe göre yaklaşma gibi bir sorumluluğu vardır. Başkan Abdullah Öcalan’a yapılan uluslararası komplonun bir devamı olan İmralı tecridi hiç kimsenin çıkarına değildir. CPT görevini-sorumluluğunu yerine getirmek zorunda. Türk devletinin estirdiği teröre destek sunmak, Kürtlere karşı uyguladığı soykırım politikasına omuz vermek CPT’nin, AK ve AB’nin işi de, görevi de değildir.

AK, AP, CPT gibi kurum ve kuruluşlar Leyla Güven ve açlık grevinde bulunan binlerce eylemcinin sesine kulak vererek İmralı’da uygulanan katı tecridi ortadan kaldırabilir. CPT için bir haftalık değil, tek günlük bir çalışmadır. İsterse İmralı adasına gidebilir, avukatlarıyla, ailesiyle de görüştürme ortamı yaratabilir. Türkiye’yi ve Erdoğan’ı şımartıp kabadayı konumuna getiren, her tarafa saldırtan ve Kürt halkına soykırım dayatmasına vesile olan bu kurumların yanlış tutumu olduğunu artık herkes biliyor. Kürt halkının, zindanlarda bulunan tutsakların ve Leyla Güven’in açlık grevine sürükleyen de bu kurumların kör-sağır ve duyarsız tutumlarıdır. Leyla Güven’le başlayan, zindanlarla devam eden, Avrupa’da “Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi” grubu ile güçlendirilen açlık grevi eylemi hem mutlak tecridi kıracak, hem de Öcalan’a ilişkin oluşan tüm olumsuz algıları yerlebir edecektir…