Faşizm en çok özgürlükte mesafe alan kadından korkuyor

Figen Yüksekdağları, Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanakları, arkadaşlarıyla beraber can havliyle zindanlara kapatmış olmaları, sıradan bir durum değildir.

Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının Türkiye’yi yönetme konusunda, başa geldiği günden beri korktuğu en temel iki dinamik var. Bunlardan biri Kürtler, diğeri kadınlardır. Kürtlere karşı yaşadığı korku ve Kürtlere yaptıkları çokça gündemdedir. Ancak kadına karşı yaşadığı korku ve gerçekleştirdiği kadın kırımcı politikalar, yeterince gündemleşmemektedir.

Kadın kırımı ya da kadın katliamı gibi kavramlar, sadece kadınların bedenen öldürüldüğü olaylarla sınırlı ele alınacak kavramlar değildir. Faşizmin pompaladığı şiddet atmosferi içinde, kadınların bedenen de öldürüldüğü olayların neredeyse haddi hesabı yoktur. Her gün bedenen yaşanan bir-iki kadın cinayeti basına yansıyor. Tabi yansımayanlar yansıyanlardan daha çoktur. Ancak bir de kendini örgütlü ve görünür kıldığı için, bedenen ortadan kaldıramadıkları kadınlar var. Faşizme karşı büyük bir cesaretle mücadele eden, direnen kadınlar var. Bedenen ortadan kaldıramasa da; gözaltına alarak, işkencelerden geçirerek, zindanlara kapatarak, siyasetten men ederek, cezalandırıp toplumun dışına iterek, büyük bir katliamdan geçirmeye çalıştığı politik ve örgütlü kadınlar var. Faşizmin, kadınlara karşı bu tür saldırılarını da kadın kırımı veya kadın katliamı kapsamında değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Erdoğan ve AKP’sinin kadın özgürlüğüne karşı yürüttüğü büyük bir özel ve psikolojik savaş var. Geliştirdiği özel ve psikolojik savaş bombardımanı, Kürt Kadın Hareketinin Türkiye kadınlarıyla beraber yıllarca bin bir çaba vererek, yükseltmek istediği kadın özgürlük düzeyini hedefliyor. Erkeğin kadınlığa üstünlüğünü fıtrata bağlayarak, güçlü erkeklik-zayıf kadınlık algılarını tazelemeye ve kadınların bu “kadere” yeniden razı olmasını sağlamaya çalışıyor. Çünkü kadınların mesafe aldığı en önemli konuların başında, “kadercilik” geliyor. Binlerce yıldan beri inandırıldıkları kadercilik anlayışı, kadınların gözünü kulağını hayata kapatmasına ve her türlü köleliğe boyun eğmesine neden oluyordu. Başta siyaset olmak üzere savunmadan ekonomiye, yargıdan diplomasiye, bilimden felsefeye kadar erkeğin tekelinde görülen ve adeta kadına yasaklanmış alanlar vardı.

Son kırk yılda, Kürt Kadın Hareketi öncülüğünde kadınlar, erkeğin tekelinde görülen tüm bu alanlara girerek, egemen erkeğin bu konudaki koca yalanlarını açığa çıkardı. Kürdistan ve Türkiye’de kadının da erkeğin de hakikatini ortaya çıkararak, kadına değişmez “kader” olarak kabul ettirilmiş kölelik zincirlerini, büyük oranda parçaladı. Kadınlar, mahkum edildikleri “kader” zincirini kopardıkça, oluşmuş erkek tekellerini de teker teker parçalamaya başladılar. Özellikle askeri ve siyasi alanlar, binlerce yıldan beri oluşmuş erkek tekellerinin başında gelmekteydi. Yıllarca Kürdistan dağlarında varlık savaşı veren kadın gerilla güçleri, askeri alanda oturmuş erkek tekelini kısa zamanda paramparça ettiler. Bu gelişme yansımasını; Kobanê, Minbic ve Rakka zaferlerinin altına atılan kadın imzalarında buldu. Siyasi alandaki erkek tekeli de benzer bir parçalanmayı yaşadı. Legal siyasete yansıması çok güçlü oldu. 90’lı yılların DEP döneminde, Xuşka Leyla’nın şahsında sembolleşti. Bu gün parlamentoda hem nitel hem de nicel olarak en büyük temsiliyete sahip olan HDP Kadın Meclisine dönüştü.

Göründüğü kadarıyla içinde; Türkiye feminist hareketinden, Türkiye sol sosyalist hareketten, Kürt Kadın Hareketinden, Alevi ve Êzidi hareketlerinden, Arap Asuri ve Ermeni kadınlarından milletvekili, belediye eş başkanları ve meclis üyeleri bulunuyor. Parti eş genel başkanlığından il ve ilçe teşkilatlarına kadar, belediye eşbaşkanlıklarından muhtarlıklara kadar, yöneticiliğin her kademesine katılmaktadırlar. Üstelik öyle sadece “vitrine koyalım da biraz demokrat görünelim” seviyesinde görünmüyor. Ya da “biraz çalıştıralım, oyları yükseltelim” gibi kadını araçsallaştıran ve sömüren bir anlayışın oldukça dışında, demokratikleşme kültürü içinde gelişiyor. Demokratik siyasetin içine giren kadınların her biri, faşizmin en acımasız işkence ve soykırımlarına karşı büyük direnişlerin içinden geçerek güçlenmiş ve irade kazanmış kadınlardır. Kendini adeta küllerinden yeniden yaratmış ve artık erkeğe hiçbir konuda papuç bırakmayacak kadınlardır. Dolayısıyla binlerce yıldan beri siyaset alanındaki erkek tekelleşmesini de paramparça etmiş ve katılımlarıyla bu alanı demokratikleştirmiş kadınlardır. Basın medya alanının erkek tekelinden çıkarılıp özgürleştirilmesi konusunda da durum böyledir.

Gurbetelli Ersözlerin, Deniz Fırat ve Nujîyan Erhanların öncülüğünde korkusuz, boyun eğmeyen, başı dik bir özgür basıncılık geleneğini geliştirdiler. Dolayısıyla Erdoğan liderliğindeki AKP-MHP faşizminin geliştirdiği soykırım operasyonlarında, en çok kadınlara saldırması sadece bir rastlantı değildir. Figen Yüksekdağları, Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanakları, arkadaşlarıyla beraber can havliyle zindanlara kapatmış olmaları, sıradan bir durum değildir. En son özgür basına yapılan soykırım operasyonunda bile tutuklayıp zindana koydukları Kibriye, Semiha ve arkadaşlarının tutuklanmasını da normal görmek mümkün değildir. Bu saldırılar, faşist iktidarın, özgürlük yolunda mesafe alan kadınlara karşı yaşadığı korkunun düzeyini gösteriyor.

AKP’nin cinsiyetçi politikalarını belirleyen, şu anda “erk-ek” kral rolüne soyunmuş Erdoğan’dır. Hani “erk-ek” kraldır ya artık, Kadınlar adına her türlü karar verme yetkisini kendi kendine tanıdığı gibi, her kesin yerine de ayrıca her konuda karar verebiliyor. Kendinden menkul, bilim dışı tespitlerde bulunarak, fıtrat felsefesine sığınıyor ve Türkiye toplumunun kafasındaki kadın algısını yeniden “kölelik” sınırlarına çekiyor. Doğrusunu isterseniz, Türkiye toplumunun eskiden kalma sosyolojik, psikolojik ve inançsal yapısı da, buna biraz uygun zemin sunuyor. Yönlendirilmeye açık toplumsal bünyeyi, kullanabileceği kadar kullanmaya çalışıyor. Kadına verdiği biçimle adeta ideolojik birer simge haline getiriyor. Doğuracağı çocuk sayısından, kamusal alanda amaçlayacağı kariyer derecesine varıncaya kadar, her şeyine karışıyor. Ona danışmanlık yapan bazı kadınlar da, “mutfakta bulaşık yıkarken zihnim açılıyor” demekten geri kalmıyor.

Hal böyle olunca, Türkiyeli kadınların hacimsel olarak büyük bir kısmını, kadın hareketinden adeta çalıyor. Kendi ideolojik politik ufkuna hapsediyor. Tüm bunları; özgürlük yolunda mesafe almış kadınları, resmi hapishanelere doldurarak mümkün hale getiriyor. Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan bütün kadınların birleşerek, faşizmin bu kadın kırımına, kadın katliamına artık DUR demesi gerekiyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika