PKK yasağının boyutları

Geçtiğimiz 25 yılda Almanyla'daki PKK yasağından dolayı çok sayıda eylem ve etkinlik iptal edildi. Bu cezalandırılmaların sonu görünmüyor; aksine PKK yasağı giderek PYD, YPG ve YPJ ve sembollerinin yasaklanmasına kadar uzanıyor.

Amed’in Lice ilçesi, 22 Ekim 1993’te Türk ordusunca ateş altına alındı. Lice’de sergilenen vahşet, Avrupa’daki Kürtleri harekete geçirdi.

Öfkeli Kürtler, Avrupa’nın birçok kentinde Türk temsilcilikleri, ülkücü dernekleri ve bazı seyahat acentaları ile işyerlerine yöneldi. Bu protestoların PKK tarafından yapıldığı netleştirilmese de 26 Kasım 1993’te dönemin Federal İçişleri Bakanı Manfred Kanther (CDU) tarafından yasaklanmasına gerekçe yapıldı.

Geçtiğimiz 25 yıl içerisinde bu yasaktan dolayı çok sayıda eylem, etkinlik, kutlama; Newroz ve hatta futbol maçları, düğünler bile iptal edildi. Dernek ve kültür evleri ile yüzlerce ev polis baskınına maruz kaldı. Binlerce kişiye, bağışta bulundukları, Öcalan’ın bayrağını taşıdıkları veya gerilla şarkıları söyledikleri için hapis veya para cezası verildi. Onlarca Kürt siyasetçi “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla hapis cezalarıyla yargılandı. Bu cezalandırılmaların sonu görünmüyor; aksine PKK yasağı giderek PYD, YPG ve YPJ ve sembollerinin yasaklanmasına kadar uzanıyor.

BİRİNCİ BOYUT; 150 YILLIK KİRLİ İŞBİRLİĞİ

PKK yasağının farklı boyutları var; ilk olarak bunu Alman ve Türk egemen sınıfların 150 yıllık stratejik-ekonomik ve jeopolitik silah kardeşliği çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Hürriyet gazetesinin haberine göre bu yasak, dönemin başbakanları Helmut Kohl ve Tansu Çiller’in yakın işbirliği ile hazırlandı. Dış politikanın bu boyutu, yasağın karar metninde netleşti; PKK tarafından yapılan eylemlerin sadece iç ve asayişin güvenliğini tehlikeye atmadığı, aynı zamanda Alman hükümetinin dış politika ilişkilerini de tehlikeye attığı yazılı. Karar metninde şöyle yazılı: “PKK ve yakın örgütlerinin siyasi ajitasyonları artık dış politikada kabul edilemez bir düzeye ulaştı […] Alman ve Batı’nın dış politikası, Avrupa’nın barışı için NATO, Batı Avrupa Birliği (BAB) ve Avrupa partnerlerinin bütünlüğünü savunuyor. Almanya’da PKK’nin faaliyetlerine tolerans tanımak, Alman dış politikasının inandırıcılığını kaybetmesine ve değer verilen, önemli ittifakların güveninin sarsılmasına neden olur.”

Dikkat edilirse burada, PKK’ye atfedilen şiddetten çok, genel politik ajitasyondan söz ediliyor. Bu da 1990’lı yılların ortasında Öcalan’ın Avrupa’ya şiddet eylemlerinin olmayacağı sözünden sonra yasağın kaldırılması yerine gevşetildiğini ortaya koyuyor. Yasağın 53 sayfalık karar metninde, hiçbir şekilde Türk devleti tarafından baskı altına alınan Kürtlerin yasaklanan dilleri, kültürleri, askerler tarafından yakılan köyleri, ölüm mangaları tarafından Kürt aydın ve siyasetçilerine işlenen cinayetleri ve uygulanan işkenceden söz edilmiyor. PKK, 1993 baharında bağımsız devletten feragat ederek ortak bir çözüm kararını vermesine rağmen Federal İçişleri Bakanlığı, Türk hükümetinin PKK’nin “bölücü” olduğu görüşüne katıldı.

İKİNCİ BOYUT; NATO MERKEZLİ STRATEJİ

PKK yasağı yalnız Türk-Alman kirli ittifakının sonucu gelişmedi, bunun ötesinde uluslararası boyutu var; 1980’lerin ikinci yarısında NATO tarafından başlatılan PKK’ye karşı kontrgerilla programının bir parçasıydı. Bu, Batı’nın Ortadoğu köprüsünün başına diktiği Türkiye statüsünü korumaya yarayacaktı. Alman hükümeti, gönderdiği silahlarla Türk ordusunun Kürdistan’da gerillalara yönelik saldırısını desteklemesi, Avrupa’da siyasi önlemlerle genişletildi. Bir yandan büyük bir Kürt diasporasına sahip olan Almanya, diğer yandan kısıtlayıcı Devlet Koruma Hakkı/Kanunu (Staatsschutz) burada kilit rolü oynuyor. Böylece 1989’da Düsseldorf’ta Özgürlük Hareketi’ni “terör örgütü” olarak damgalamak için 20 Kürt siyasetçiye karşı (Düsseldorf Davası olarak adlandırılan) göstermelik bir mahkeme kuruldu.

Kürdistan’da 1990’da halk ayaklanmasının patlak vermesiyle birlikte Almanya’da yaşayan işçi Kürtlerin de daha geniş desteğini kazandı. Düsseldorf Davası, Hareket’in kadrolarını hedef aldı. PKK yasağı, Hareket’in temel destekçilerini kriminalize ve sindirmeye yaraması içindi. 1993’te bayrağında orak-çekiçli komünist amblemini bulunduran PKK’nin sosyalist bir örgüt olmasının anti komünist bir boyutu vardı ve yasak kapsamında psikolojik bir rol oynandı. Bilindiği gibi Federal Almanya, kuruluşundan beri anti komünizmin Soğuk Savaş’taki cephe devleti. Bu noktada hatırlatalım; Alman Komünist Partisi (KDP) 1956’da Federal Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklandı ve bu yasak devam ediyor. Polis, yargı ve Anayasayı Koruma Dairesi için geçerli olan şudur: Düşman, soldur. Bu, göçmenlerin kaygıları/endişeleri için örgütlendikçe daha çok geçerli sayılıyor. PKK yasağının bu ırkçı boyutunun gizlenmemesi gerekir.

ÜÇÜNCÜ BOYUT; BÜROKRATİK EZBER

PKK yasağının bir de bürokratik boyutu var; yüzyılın çeyreğinden sonra, tüm savcı, hakim, polis ve istihbarat personelince rutin bir şekilde sürdürüldü. Kovuşturma/İzlemelerdeki bu rutin, güvenlik makamlarında daraltılmış iç politika içerisinde at gözlüğüyle bakılmasına neden oldu. Türkiye’de sonlandırılan barış süreci, Kürt örgütlerinin Irak ve Suriye’de DAİŞ’e savaşı, Rojava Devrimi ve Efrîn’in Türk ordusu tarafından işgal altına alınması gibi gelişmeler görmezden geliniyor. CDU bile 2014 yazında PKK’ye silah gönderilmesi fikrine sıcak bakarken, polis ve Anayasayı Koruma Dairesi, Kürt eylemcileri, iç güvenlik için olası tehlike olarak gördü. Federal Hükümet tarafından Sol Parti’nin (Die Linke) soru önergesine verilen cevapta 2014-2015 kışında Kobanê mücadelesi esnasında yapılan yüzlerce eylemin sakin geçtiği teyit edildi. Ancak hükümet, tam da bu “sakin eylemleri”, PKK’nin Kürt göçmenler üzerindeki etkisinin bir göstergesi olduğunu savunuyor. Sakin ve barışçıl geçen Kobanê eylemlerine rağmen hükümet, PKK yasağına ihtiyaç duyduğu için sempatizanlarını barış içinde protesto etmeye çağırması dikkat almadı, aksi davranabileceğini savundu.

DÖRDÜNCÜ BOYUT; GÜVENLİKÇİ DEVLET

Son olarak PKK yasağının bir de demokratik boyutu var. Öncelikle Almanya’da yaşayan yüz binlerce Kürt’ün, temel demokratik hakları olan ifade, toplanma ve örgütlenme/dernekleşme özgürlüğü kısıtlandı. Kürt Özgürlük Hareketi’ne getirilen baskı ve kısıtlamalar, aynı zamanda Almanya’daki demokratik temel haklarının parçalanmasına yol açıyor. Türkiye’de Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişimine reaksiyon olarak kısıtlanması ve kriminalize edilmesi, Almanya’da 1980’lerin ortalarında “terörle mücadele” kisvesi altında gerçekleştirildi. Bu kriminalizasyon, 1990’larda Soğuk Savaşı’nın sonunda insan, vatandaş ve özgür haklara karşı davranış biçimi adı altında pilot proje olarak geliştirildi. ‘Demokratik hukuk devleti’ söyleminin aksine gerçekte giderek polis devletinin temel metodlarıyla, “Güvenlikçi Devlet” modeli geliştirildi. Bu gelişim yeni binyılda hızlandırıldı; her ne kadar demokratik hakların kısıtlanmasında eski düşman “Kürt terörü” yerine evrensel düşman “İslami terör” ikame edilse de…

Yasaların sertleştirilmesini böyle gerekçelendirmesi, elbette Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir savunma biçimidir. PKK’nin 25 yıllık yasağına karşın Anayasayı Koruma Dairesi’nin raporunun rakamlarına göre üyelerini daha da artırabilmesi, hükümet yetkililerine yasağın gereksizliğini gözler önüne sermesi gerekir. Bu yasak, elbet bir gün tarihin çöp sepetine atılacaktır. Bunu, ısrar ve inatla Almanya sokaklarında protesto edenlerin yanı sıra Ortadoğu’da büyük bedellerle kazanımlar elde eden Kürt Özgürlük Hareketi sağlayacak.

* Tarihçi-yazar

Kaynak: Yeni Özgür Politika