Yasak Çiller-Kohl-Clinton eseri

Almanya’da 25. yılına giren PKK yasağının arkasında devletlerin kirli ittifak ve pazarlıkları yatıyor. Almanya ve Türkiye’nin ekonomik-siyasi-askeri işbirliği arttıkça Kürtlere yönelik kriminalizasyon, baskı, tutuklama ve cezalar da tırmanıyor.

 Almanya’daki PKK yasağının arkasında dönemin Çiller ve Kohl hükümeti arasındaki kirli ittifak ve pazarlıklar yatıyor. Yasak için o dönem Ankara-Bonn-Washington hattında sıkı bir diplomasi vardı. 26 Kasım 1993 günü “Gizli kurye harekatı” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, PKK’nin yasaklanması için Çiller-Kohl-Clinton arasındaki görüşme trafiğini yazdı. Her üç liderin dinlenmeyen telefonlar ve gizli kuryeler aracılığıyla yaptıkları görüşmelerde PKK’ye karşı operasyon kararının alındığı belirtildi.

1972 yılında Filistinli örgütlere yönelik uygulanan yasağın bir benzeri olarak devreye konulan PKK yasağı ve basında yaratılan Kürt karşıtı hava için Çiller’in gizli ödeneklerden Almanya’ya ne kadar para aktardığı tam olarak bilinmiyor. Bu ödeneklerle Çiller’in Kohl’un seçim kampanyasına sponsor olduğu iddia edildi. Zira Kohl ve ekibinin dolandırıcılık ve rüşvete hiç de yabancı olmadığı, yıllar sonra açığa çıkacaktı.

10 yıldır ülkeyi yöneten Hıristiyan demokrat lider Kohl bir kez daha başbakan olmak istiyordu ve 1994’deki seçimler için harıl harıl seçim kampanyaları düzenliyordu. 1999’da patlak veren ve Almanya’yı sarsan CDU’ya bağış skandalında, Kohl’un seçim kampanyalarını silah lobisinden aldığı paralarla sağladığı ortaya çıkacaktı. Örneğin; 1999’da vergi kaçaklığından tutuklanan CDU’lu politikacı Walther Leisler Kiep’in 1991 yılında silah lobisinin en önemli ismi Karlheinz Schreiber’den bir panzer satışında “işlerin tıkırında yürümesi” için 1 milyon Mark rüşvet aldığı belgelendi. Kamuoyunun baskısı karşısında Kohl 1999’ın son günlerinde, 1993-1998 yılları arasında partisine yapılan bağışlardan 2 milyon Markı kişisel hesabına geçirdiğini itiraf etmek zorunda kaldı. CDU kirli işlerini Kanther’e yaptırmıştı. 2000’nin ilk günlerinde Kanther’in CDU’nun Hessen Genel Sekreteri iken 1983 yılında partisinin 20 milyon Markını İsviçre ve Lischtenstein’da akladığı tespit edilince milletvekilliğinden istifa etti. 2005 yılında sonuçlanan davada Kanther 18 ay hapis cezasına çarpıtıldı. Cezası paraya çevrildi ve Kanther 50 bin Euro ödeyerek kurtuldu.

ÇİLLER ÇETESİ ALMANYA'DA

Türkiye’nin Susurluk çetesiyle çalkalandığı günlerde ise Özgür Politika gazetesi 13 Kasım 1996’da “Çiller çetesi” başlıklı manşetle çıktı. Gazete, Özer Uçaran Çiller, Aydın Doğan, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Orhan Karabulut, eroin-silah kaçakçılığından aranan Hüseyin Duman ve Alaattin çakıcı’nın yer aldığı fotoğrafları yayınladı. Fotoğraf, 26 Mayıs 1996 günü Almanya’nın Baden-Baden kentindeki “Brenner” isimli otelde çekilmişti. Görüşmede nükleer madde kaçaklığında ortaklığa gidilmesinin kararlaştırıldığı belirtiliyordu. Buna göre Rusya ve Ukrayna’dan nükleer silah üretiminde kullanılan ve piyasa değeri çok yüksek olan ‘osmium’ uluslararası pazarda satılacaktı. şebekenin faaliyetlerine ilişkin gazete, Interpol ve Alman istihbaratı arasındaki resmi yazışmaları da yayınladı. Interpol’ün ağına katılan şebeke için BND uyarılıyordu. Baden-Baden’deki buluşmanın ayrıntıları 27 Kasım 1996 günü devlet televizyon kanalı ZDF’nin “Kennzeichen D” isimli programında da ekranlara geldi. 1996’nın Eylül ve Ekim’inde ise Frankfurt polisi bir Türk eroin şebekesini çökertti. 11 Türk vatandaşını tutuklayan polis, eroinin Türkiye’den Almanya’ya nasıl ulaştığının ayrıntılı dökümünü çıkartırken, Frankfurt mahkemesinin hakimi 21 Ocak 1997 günü verdiği kararda uluslararası eroin ticaret ağında Tansu Çiller’in rolüne işaret edecekti.

SAVAŞ ŞİDDETLENİYOR

Bu arada 1990 yılıyla birlikte hem Kürdistan’daki savaş şiddetlenerek yayılmış, hem de Almanya’ya sığınan Kürt savaş mağdurlarının sayısında patlama olmuştu. Almanya’da Kürt nüfusu yarım milyona dayanıyor, açılan dernek, kurum ve organizasyon sayısı her geçen gün artıyordu. Kürt sorunu, Kürtlerin statüsü ve Almanya’da yaşayan Kürtlerin durumunu Federal Meclis’e taşıyan Yeşiller Partisi, meclisten 8 maddelik karar metnini çıkartmayı başarmıştı. Federal Meclis’in 9 Ekim 1991’de kabul ettiği metnin özeti şöyleydi: ”Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Sovyet ülkelerinde yaşayan Kürtlerin bütün kültürel ve siyasi hakları verilmedir. Alman hükümeti, muhatap yönetimlerin bu hakları vermesi için BM ile Avrupa Konseyi’nde sorumluluk almalı ve Kürt sorununun çözülmesi için bir barış konferansına öncülük etmeli. Savaş mağduru Kürtlerin sığınma talepleri kabul edilmeli. Türkiye’nin Kürtçe yasağını kaldırması önemli bir adım, fakat Kürtçe okullarda öğretilmeli. Ayrıca Federal Almanya’da da büyük bir Kürt nüfusu var ve bunların da kültürel kimlikleri tanınmalı.”

KOHL HÜKÜMETİNİN SİLAH KARDEŞLİĞİ

Ancak Helmut Kohl hükümeti meclisin Kürtlere ilişkin bu kararını duymazlıktan geliyordu. üstelik dönemin Alman hükümeti Türkiye ile siyasi ve ekonomik dostluğun tepesine de Kürdistan’daki savaşın rantını koymuştu. 1990’da iki Almanya’nın birleşmesinin ardından, soğuk savaşın askeri rekabet çılgınlığının eseri olarak ülkenin hem doğusu ve hem batısındaki silah depoları yerindeyse tıka basa doluydu. Bu durum şüphesiz Almanya’nın Kürdistan’daki savaşta “silah tüccarlığına” soyunması için fevkalade bir ortam sunuyordu.

1991 yılına kadar Türkiye ile yapılan silah anlaşmaları çerçevesinde Almanya 6,3 milyar Mark değerinde silah satmıştı. Bunun yarısı Kürdistan’daki gerilla savaşının başladığı 1985’ten sonrasına tekabül ediyordu. 1990 yılında ise soğuk savaş sonrası Türkiye’ye biçilen “Yeni Ortadoğu’nun jandarması” görevi çerçevesinde, Avrupa’nın güvenlik anlaşmalarını gerekçe gösteren Almanya, Türkiye’ye 100 Leopord tankını, 187 M-113 panzeri, 45 Phantom uçağı ve 131 ağır silahı hibe etti.

Türkiye’ye ile yapılan silah anlaşmalarında dönen para ise Alman politikacıların iştahını kabartıyordu. Dönemin Savunma Bakanı Gerhard Stoltenberg’in 15 Leopard panzeri Türkiye’ye yasadışı yollarla sattığı ve kişisel kar ettiği ortaya çıktı. Skandalın patlak vermesiyle Stoltenberg 31 Mart 1992’de istifa etmek zorunda kaldı.

‘İNSANLIK SÜRÜKLENİYOR’

Özgür Gündem gazetesi 16 Ekim 1992’de “İnsanlık sürükleniyor” manşetiyle çıktı. Manşetin altında verilen fotoğraflar; çatışmada öldürülen bir sivilin Alman yapımı BTR-60 adlı askeri araca bağlanarak sürüklendiğini gösteriyordu. Olay ise 6 Eylül 1992 günü Cizre ilçesi şeyh Değirmenci Köyü’nde yaşanmıştı. Fotoğraflar ve araçların seri numaraları Almanya’yı işaret ediyordu. Zira 1990 yılında Almanya, NATO’nun anlaşmaları çerçevesinde Türkiye’ye 300 adet BTR-60 tipi askeri aracı satmıştı. Fakat hem Türkiye hem de Almanya NATO’nun anlaşmasını ihlal etmişti. çünkü NATO her iki ülkeye bu askeri araçların sadece “dış güçlere karşı” kullanabileceğini ve ancak ülke savunmasında kullanılmasını belirtiyordu. Ancak Türk ordusu söz konusu bütün askeri araç-gereçleri Kürt sivillere karşı ölüm makinesine dönüştürmüştü.

Kohl hükümeti büyük baskı altındaydı. Yeşiller Partisi’nin konunun peşini bırakmamasıyla da 8 Nisan 1994’ten itibaren geçerli olmak üzere Almanya ile Türkiye arasındaki silah ticareti durduruldu. Devreye bu kez Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel girdi ve 4 Mayıs 1994’te silahların sivil halka karşı kullanıldığına dair iddiaların ispatlanmadığı öne sürüldü.

Kinkel’in açıklamasından sonra toplam 24 gün ara verilen Türkiye ile duran silah satışı yeniden başladı. Bu kez ‘Türkiye ile silah kardeşliği’ daha da katlandı. Hatta G3 silahlarını üreten Alman Heckler & Koch firması Türkiye’ye silahları üretmesi için lisans hakkı bile verdi. 1995 yılında ise bakan Kinkel, Cizre’de Kürt sivillerinin bağlanarak sürüklediği belgelenen BRT-60 için “O araçlar bizim değil, Rusya’nın olabilir” dedi.

ALMAN PANZERLERİ ROJAVA'DA

Almanya-Türkiye arasındaki siyasi, askeri ve ekonomik işbirliği günümüzde de devam ediyor. Son dönemde yaşanan ekonomik kriz ilişkileri etkilese de Almanya hala Türkiye’nin en büyük ticari ortaklarından. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmair’le geçtiğimiz Ekim ayı sonunda bir araya gelmiş ve 2017’de ikili ticaret hacminin 36.4 milyar Dolara ulaştığını söylemişti. Dönmez, Almanya’nın 15.1 milyar Dolarla Türkiye’nin ihracatında birinci sırada, ithalatında ise yaklaşık 21-22 milyar dolarla çin’den sonra ikinci sırada yer aldığını dile getirmişti. Yeni hükümetin göreve başladığı 14 Mart’tan bu yana Türkiye’ye silah ihracatında azalma görüldüğü belirtilse de Ekim ayı itibarıyla Alman hükümeti Türkiye’ye 916 bin 902 Euro değerinde 16 silah ve teçhizat satışana onay verdi. 1 Ocak-14 Mart arasındaki sürede ise Türkiye’ye 9 milyon 700 bin Euro değerinde 34 ihracata onay verilmişti.

Alman silahları ise Türk devletinin Kürtlere yönelik kirli savaşında kullanılmaya devam ediliyor. Türkiye’nin ‘Zeytin dalı’ ismiyle gerçekleştirdiği Efrîn işgalinde de Alman yapımı Leopard 2 tankları kullanıldı. Alman tanklarının Efrîn’de kullanıldığının ortaya çıkması Almanya kamuoyunda Türkiye’ye silah ihracatına ilişkin ciddi tartışmalara neden olmuştu.

YASAĞA KÜRT SEMBOLLERİ DE EKLENDİ!

Almanya 93’te ilan ettiği PKK yasağına 2017’de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın resminin de olduğu 33 sembolü ekledi. Dönemin İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, eyalet içişleri bakanlıklarına ve senatörlüklerine gönderdiği bir genelge ile aralarında PYD, YPG, YPJ, PJAK, YXK ve NAV-DEM’in de bulunduğu çok sayıda Kürt parti ve kuruluşun bayrak ve flamaları ile Öcalan posterlerini yasakladı. Bakanlık genelgeyi 1993 yılından itibaren Almanya’da yürürlükte olan PKK yasağının ‘güncellenmesi’ olarak savundu. Söz konusu yasak ardından sadece Kürtler değil Kürtlerle dayanışma içinde olan yabancılar da soruşturmalık oldu, haklarında davalar açıldı, kimisine ceza kesildi.

Söz konusu genelgeyle ilgili Sol Parti’nin verdiği önergeye Federal İçişleri Bakanlığının verdiği cevaplarda ise yasağın genişletilmesi hazırlıklarının Nisan 2016’da başlatıldığı ortaya çıktı. Bu da Kürdistan’daki savaşın şiddetlendiği ve Erdoğan rejiminin terörünü artırdığı döneme denk geliyor. İçişleri Bakanlığı hem yasağın genişletilmesinin hem de 93’te ilan edilen PKK yasağının ”Almanya iç güvenliği” nedeniyle alındığını savundu. Oysa 93 yılında dönemin Helmut Kohl hükümeti tarafından açıklanan 53 sayfalık PKK yasağı bülteninde, PKK’nin dış çıkarlar nedeniyle yasaklandığı belirtilmişti.

Bakanlık DAİş’e karşı savaşta öncü rol üstlenen YPG, YPJ ve PYD bayraklarının yasaklanmasına ilişkin ise çelişkili cevaplar verdi. ”YPG Almanya’nın iç güvenliğini tehdit etmiyor” diyen bakanlık; PYG, YPG, YPJ bayraklarıyla PKK propagandası yapıldığı gerekçesiyle söz konusu sembollerin listeye eklendiğini savundu. Bakanlık ”Listede yer alan sembollerin taşınmasına ilişkin verilecek cezalara bağımsız mahkemeler karar verecek” dedi.

129-129/a-129/b YASALARI

PKK yasağı sadece dernek kapatmalarla, sembol yasaklarıyla değil, yapılan yasa değişiklikleriyle de uygulandı. 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrasında Alman ceza kanununa eklenen 129/b maddesiyle Kürt halkına yönelik baskı ve sindirme davaları, soruşturmaları açıldı.

Almanya’nın Ceza Kanunu’nda “terörle mücadeleyi” kapsayan 129/a-b yasasının kökleri, 1878 yılında Weimar Cumhuriyeti Başkanı Otto von Bismarck’ın çıkardığı “Sosyalistler Yasası”na dayanıyor. 129. madde, 1970’li yıllara kadar “suç örgütü kurmak, yönetmek ve üyesi olmak” suçlamasını kapsıyordu; yani fiil “terörist” değil “kriminal” olarak değerlendiriliyordu. Almanya solunun 1970’li yıllarda radikalleşmesi ve ev işgalleri ile Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), 2 Haziran Hareketi (Bewegung 2. Juni), Devrimci Hücreler (RZ) ve Rote Zora gibi örgütlenmelerin ortaya çıkması gerekçe gösterilerek yasa genişletildi; 129 maddeye a bendinin eklenmesiyle “terör suçlarını“da kapsar hale getirildi.

Yasa 11 Eylül saldırılarının ardından revize edilerek maddeye bir bend daha eklendi. Ceza kanununun “yabancı radikal İslamcı örgütleri” de kapsaması için başlatılan çalışmalar 129. maddeye b bendinin ilave edilmesiyle sonuçlandı. El-Kaide saldırıları gerekçesiyle bu madde çıkarılmış olsa da, Almanya’daki Kürtlere ve Türkiyeli sol örgütlere bu madde gerekçesiyle onlarca dava açıldı, tutuklamalar gerçekleşti ve cezalar verildi.

Alman hükümetine sorulan bir soru önergesine verilen cevapta, sadece 2001-2012 yılları arasında Dernekler Yasası’na muhalefetten 3 bin 411 dava açılmış durumda. Bu yıllar arasında 129’uncu madde gerekçesiyle 200 dolayında Kürt tutuklandı.

Azadî raporlarına göre de 2013-2017 yılları arasında farklı kategorilerde 4 bin 117 suç doğrudan PKK’ye atfedilmiştir. Bu kategorilerde belirtilen suçların çoğu var olan baskılar nedeniyle demokratik eylem ve protesto hakkını kullanan kitleye yönelik uygulamalar olarak karşımıza çıkmakta.

Kürt siyasetçiler 1980’li yılların sonlarından bu yana 129a (terörist bir yapılanmaya üye olmak), 129 (kriminal bir yapılanmaya üye olmak) ve 2010’un Ekim ayından bu yana ise 129b (yabancı bir ülkede terörist yapılanmaya üye olmak) maddelerine dayandırılan suçlamalardan dolayı mağduriyet yaşıyor. Burada dikkat çeken nokta; bu maddelerden dolayı hakkında soruşturma başlatılanların sayısının dava açılanlardan çok fazla olması. Bu soruşturmaların birçoğu federal savcılıktan eyalet savcılığına devredilmekte ve bunlarda çoğunlukla sadece Dernekler Yasası’na muhalefetten işleme sokulmaktadır.

KÜRTLERİN İLTİCA STATÜSÜYLE TEHDİDİ

Almanya’da yaşayan Kürtler, Anayasa Koruma Örgütünün her yıl yayınladığı raporlarla, soruşturmalar ve cezalarla kriminalize edilmenin yanı sıra aynı zamanda iltica statüleriyle de tehdit edilmekte, işlemleri yavaşlatılmakta veya vatandaşlık hakları engellenmektedir. Bu konuya ilişkin yaşanan binlerce mağduriyet, Kürt halkı ile PKK arasındaki bağı koparmaya yönelik zorlayıcı tutumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Kürt halkı tüm bu zorlama ve baskılara rağmen hem demokratik kurumlarını, hem de kendi kimliklerini korumaya devam ediyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika