Gazze neden yeniden gerildi, Türkiye'nin rolü ne?

İsrail hava kuvvetlerinin bu pazar günü Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda 17 Filistinli'nin daha öldüğü bildirildi.

Gazze Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, İsrail devletinin Gazze Şeridi’ne düzenlediği hava saldırısında 17 Filistinli daha hayatını kaybetti.

Geçen pazartesiden bu yana hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısının 174’e çıktığı bildirildi. Aynı kaynağa göre, ölenler arasında 47 çocuk var.

Bir hafta içerisinde bin 200 Filistinli'nin yaralandığı belirtildi.

İsrail tarafında ise 10 kişinin öldüğü bildiriliyor.

Cumartesi günü Gazze Şeridi’nin batısına düzenlenen bir hava saldırısında aralarında çocukların da olduğu aynı aileden 10 kişi hayatını kaybetmişti.

Gece saatlerinde Hamas ile İsrail arasında uzaktan çatışmalar yoğunlaştı. Hamas ve ittifak halinde olduğu silahlı gruplar roket atışlarında bulunurken, İsrail havadan ve karadan bombalıyor. Ancak henüz karadan askeri birliklerin Gazze’ye girmediği belirtiliyor. Filistinli silahlı gruplar pazartesiden beri İsrail’in merkezi ve güneyine yönelik 2 bin 300’ü aşkın roket atışı gerçekleştirdi. Birçok roket başkent Tel Aviv ve bölgesine düştü.

Ramazan ayının son günlerinde Mescid-i Aksa’da İsrail polisinin müdahalesiyle çatışmalar başlamıştı. Polisin müdahalesinde 300 kişi yaralanmıştı. Hamas, Mescid-i Aksa’da yaşanan durum üzerine İsrail’e yönelik roket atışlarında bulunmuş ve çatışmalar başlamıştı.

ÇATIŞMALAR KAYNAĞINI NEREDEN ALIYOR?

Uluslararası alandan gelen çağrılara rağmen, yatışma yönünde henüz bir sinyal yok.  Bu çatışmalar kaynağını Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşları’ndan alıyor. Arap ülkelerine karşı bu hızlı ve kısa süreli savaşta, İsrail o dönem Mısır’ın kontrolündeki Gazze Şeridi ile Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal etmişti.

1994 yılında Gazze Şeridi kısmen Filistin Yönetimi’nin kontrolü altına girdi. Oslo Barış Anlaşmaları çerçevesine Gazze ve Batı Şeria’da üç kontrol noktası oluşturuldu. A Bölgesi Filistin kontrolüne, B bölgesi İsrail’in güvenliğini sağladığı Filistinli sivillerin kontrolüne ve C Bölgesi İsrail kontrolüne verildi.

Gazze Şeridi, Batı Şeria ile birlikte Filistin Toprakları olarak belirlendi. Bu toprak parçası, 6 ila 12 kilometre genişliğinde, 41 kilometre uzunluğunda bulunuyor. Gazze Şeridi 2 milyonu aşkın bir nüfusa sahip.

1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında Gazze’de üslü Hamas Oslo anlaşmalarına karşı çıktı ve İsrail’e yönelik roket atışlarında bulundu. İsrail sonuç olarak Gazze’den de çekildi ancak Batı Şeria ve Doğu Kudüs İsrail işgalinde kalmaya devam etti.

2005 yılında Filistin Yönetimi tüm Gazze Şeridi’ni kontrolü altına aldı. Bir yıl sonra Hamas Gazze’de seçimleri kazandı, geleneksel olarak Filistinlilerin çıkarını temsil eden El Fetih kaybetti. Gazze’deki seçimlerin sonuçları uluslararası toplumun büyük bölümü tarafından kabul edilmedi. İsrail, ABD ve Avrupa Birliği, Gazze’ye mali yardımları durdurdu. Bu sırada Hamas, Gazze Şeridi’nin tamamını kontrol altına aldı. Böylece Gazze siyasi ve ekonomik olarak bugüne kadar tecrit altına alındı. Mısır ve İsrail, Gazze etrafında abluka oluşturdu. Tarım arazilerine, balık avlama ve ticarete erişim sınırlandırıldı.

HAMAS NE İSTİYOR?

İslamcı Hamas hareketi, Filistin devletinin kurulmasını istediğini belirtirken, aynı zamanda İsrail’in yıkılması gerektiğini düşünüyor ve Oslo anlaşmalarını reddediyor.

Diğer büyük bir talep ise bölgenin önemli bir gelir kaynağı olan balık avlamaya erişimin açılması olarak dikkat çekiyor. Oslo Anlaşmaları, Akdeniz'de Gazze için 20 deniz mili balıkçılık limiti belirliyor, ancak bu sınır İsrail tarafından birkaç kez 3 ila 9 deniz mili ile sınırlandırıldı. Balıkçılığa en uygun sular ise 8 milin ötesinde bulunur.

TÜRKİYE’NİN ROLÜ

Hafta içerisinde Fransız Le Point dergisine bir söyleşi veren New York’taki Center for Peace Communications araştırmacısı David Khalfa, özellikle Türkiye’nin rolüne dikkat çekti.

Hamas bünyesinde öne çıkan kanadın sertlik yanlısı olduğunu belirten Khalfa, “Geleneksel olarak Gazze'deki yerel liderlik ile Katar ve Türkiye'de sürgündeki liderlik arasında parçalanan hareket, İsrail ordusunun Gazze'ye kara saldırısından kaçınmakla birlikte Filistinlilerle aradaki imajını geri kazanmak için durumdan yararlanmak istiyor” dedi.

Khalfa, “Katar, Hamas'a önemli miktarda mali yardım sağlıyor, ancak aynı zamanda İsrailliler, Amerikalılar, Mısırlılar ile iyi ilişkiler sürdürmek istiyor… Katar, Gazze Şeridi'ndeki ekonomik durumun daha fazla çökmemesine katkıda bulunuyor, bu nedenle bunun patlaması onun çıkarına değil” diye ekledi.

Khalfa, Türkiye’nin rolü konusunda şunları ifade ediyor: “Türkiye, Arap dünyasında oynayabileceği kartın tam anlamıyla pan-İslami kart olduğunu biliyor. Son yıllarda Ortadoğu'da özellikle Suriye meselesinde etkisini kaybetti. Kendisini rakip olarak gören bölgesel Arap güçleriyle uzlaşmayı başaramadı. Doğu Akdeniz'de gaz çıkarma konusunda Mısır, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ı içeren enerji ittifakı onların aleyhine oluşturuldu. Erdoğan'ın Türkiye'si şimdi baş belası bir strateji oynayarak kendisini kaçınılmaz bir güç olarak göstermeye çalışıyor.”

Türkiye’nin rolünün “belirsiz” olduğuna işaret eden Khalfa, Türk devletinin Hamas’a siyasi, diplomatik ve mali desteğine dikkat çekerken, özellikle Mescid-i Aksa etrafında yaşanan gerilimde Türk destekli grupların etkisine işaret etti.

Khalfa, şunları belirtiyor: “İsrail güçleri tarafından yıkımla tehdit edilecek bir caminin savunmasına odaklanan, sosyal medyada oldukça etkili, güçlü bir komplo ve kıyamet anlatısı geliştirdiler. Bu, eski şehirdeki camide hazır bulunan aktivistler arasında, İsrail'in Kuzey İslami Hareketi'nin merkezi olduğu bilinen Umm el-Fahm kentinden gelen Arap İsraillilerin çok önemli bir varlığı ile açıklanıyor. Umm el-Fahm kenti, Müslüman Kardeşler’in İsrail şubesi olan Kuzey İslami Hareketinin karargahı olarak biliniyor ve vakıflar yada dernekler aracılığıyla çok şeffaf olmayan Türk fonlarından yararlanıyor.”

TÜRKİYE NEYİ AMAÇLIYOR?

“Türkiye neyi amaçlıyor?” sorusuna ise Khalfa’nın yanıtı şöyle:

“Erdoğan rejimi, başta Ürdün ve Suudi Arabistan olmak üzere rakip Arap güçlerini zekice alt etmek için dini yumuşak gücü olarak kullanıyor. Ürdün, 1967 savaşından bu yana Kudüs'te camilerin yönetiminde tarihi bir rol oynadı. Suudiler ayrıca çok varsayımsal bir barış anlaşması çerçevesinde bir rol oynamayı hedefliyor. Türkler için Kudüs sorunu, Arap olmadıkları gerçeğini aşma, kendilerini sadece Arap dünyasının değil, tüm Müslüman dünyasının davasını savunan İslami bir güç olarak iddia etmenin bir yoludur.”