Sistem karşıtlığı 2019’da sokaklara taştı

Dünyanın hemen her yanında, 2019 yılı isyanlarla geçti. Çıkış noktaları farklı olsa da tümünde sistem karşıtlığı var. Kapitalist sistem her taraftan su alıyor.

Sudan’dan Haiti, Cezayir, Lübnan ve Irak’a, Şili’den Hong Kong, Ekvator, Katalonya ve Fransa’ya kadar geniş bir alanda, sistem karşıtlığı sokaklara taştı. Çoğu zaman kısa sürede, hızlı bir yayılma gösterdi ve dünyanın gündemine oturdu. Yaşlanan siyasi rejimler ve artan eşitsizlikler karşısında çok sayıda ülkede insanlar değişim talep etmek ve hesap sormak için sokaklara döküldü. Hepsinde bir kıvılcım, yangına dönüştü. 2019 yılı aynı zamanda bir hesap sorma yılı oldu.

Ortak tepki, halkın kendilerini anlamayan ve ihtiyaçlarına cevap olamayan tüm sisteme yönelikti.

BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA

Eşitlik, özgürlük ve onur temel talepler olurken, sloganlarla neoliberal ekonomik sistem karşısındaki memnuniyetsizlik ifade edildi. Ülkelerin ekonomik düzeylerine göre “kalkınmakta olan” ya da “kalkınmış” gibi tanımlardan hangisi kullanılırsa kullanılsın, tümünde demokrasinin olmayışı ya da var olanların vatandaşların taleplerine kayıtsız kalması, öfkenin kaynağına işaret ediyor.

2019’daki isyanların sistem karşıtlığının dışında çok sayıda ortak noktası bulunuyor. Neredeyse tüm bu toplumsal protesto hareketlerinin çıkış noktası aynı oldu. Genellikle anti-sosyal bir tedbir bardağı taşıran son damla olurken, zaman içerisinde talepler daha da büyüdü ve örgütlendi.

Sudan’da ekmek fiyatlarındaki artış önce isyana, sonra Ömer El Beşir rejiminin devrilmesine yol açtı. Şili’de metro bileti fiyatlarındaki artış, Lübnan’da WhatsApp üzeri aramalara getirilen vergi ve Fransa’da yakıt vergisi, isyanları ateşledi. Çoğunlukla hükümetler, öfkenin taşmasına yol açan tedbirden geri adım atsa da öfkenin dinmemesi, diğer bir ortak noktayı oluşturuyor. Bu durum, Lübnan’da, Fransa’da ve Çin’e sınır dışı yasasının çekildiği Hong Kong’da görüldü.

NEOLİBERAL KÖTÜLÜK ÇAĞI

Kuşkusuz ilk kez isyanlar yaşanmıyor. Uzun yıllardır çağın kötülüğü olarak tanımlanan neo-liberalizmin bir yandan çoğunluğu yoksullaştırması, yok sayması ve ötekileştirmesi, diğer yandan zenginliklerin yüzde 1’in elinde yoğunlaşmasını sağlaması, sık sık öfke patlamalarına neden oluyor. Liberaller ve neoliberaller açısından, kolektif çıkar bireysel çıkarların toplamına dayanıyor. Bu anlayışa göre bireyler, egoist çıkar arayışı içerisinde neoliberal sistemin sadece sömürdüklerine dayattığı “öldürmeme ve çalmama” gibi kurallarına uyduğunda, toplumsal çıkarı teşvik etmeye katkı sunuyor. Bu sistem böylece gelir dağılımında devasa uçurumlar yarattı. Öyle ki, 26 kişinin elindeki zenginlik, dünya nüfusunun yarısından daha fazla. Neoliberalizmin sattığı “herkese bir şans hayalinin” koca bir yalandan ibaret olduğu artık herkesçe biliniyor. Le Monde diplomatique dergisinde 1998 yılında yayımlanan 'Neoliberalizmin yakıtı' başlıklı bir yazıda, şu yanıt veriliyordu: “Leoliberalizm, saf pazar mantığı önünde engel oluşturabilecek kolektif yapıların tamamen imha edilmesi programıdır.”

TEK TEK ÇATIRDAYAN ANLAŞMALAR...
 

Neoliberal düzende günümüzün toplumlarını oluşturan anlaşmalar artık bir bir çatırdıyor. Yolsuzluk her yıl dünya gayri safi milli hasılasının yüzde 5’ini yutuyor. Temsiliyet sistemi ciddi kusurlar barındırıyor. Siyasi anlaşmalar ve genel anlamda tüm demokratik sözleşmeler, felçli durumda. Ekonomik düzen zaten eşitsizlik üretiyor. Adli anlaşmalar Avrupa ülkelerinde de ciddi bir sapma içerisinde. Hukuk dış politikaya ve devlet çıkarlarına göre şekillenebiliyor. Vatandaş, polis şiddeti ve neoliberal saldırılar karşısında savunmasız, hukuk nezdinde savunmasız durumda. Ayrıca AB üyesi İspanya’da siyasi tutsaklar var. Katalanların, 2019 yılındaki öfke patlaması bu realiteye işaret ediyordu.

Toplumsal gücünü siyasi-ekonomik güçten (hissedar, mali operatör, sanayi, muhafazakar siyasetçiler, sosyal demokratlar, üst düzey finans memurları...) alan neoliberalizm, artık daha sık toplumsal direnişlerle karşılaşıyor. Öfkenin boyutları, bu politikaların yol açtığı yıkımlar ve krizlere de işaret ediyor. Örneğin Ekvator’da 'yurttaş devrimi' vadeden Cumhurbaşkanı Lenin Moreno’nun neoliberal ihaneti ve IMF’ye kucak açması, ülkeyi iki yılda yıkıma uğrattı. Dayatılan borçlar ve kemer sıkma politikaları, Ekim 2019’da ülke tarihin en önemli toplumsal eylemlerine neden oldu. Eylemlerin ateşleyicisi, yakıt fiyatlarının liberalleştirilmesi oldu.

2011 yılında yaşanan gösteriler nedeniyle, Time dergisi yılın kişisini 'eylemci' olarak belirlemişti. 2019 yılındaki eylemler de bu diyalektiğin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

YATAY VE LİDERSİZ TOPLUMSAL PATLAMALAR

2019’daki eylemler köklerini özellikle 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı ve Eylül 2011’de kemer sıkma politikaları ve finans kapitalizme karşı Occupy Wall Street gibi hareketlerden alıyor. Eylemlerin ortak bir yanını da 'internet' oluşturuyor. Son on yıl içerisinde internetin eylemlerde oynadığı rol yadsınamaz. Sosyal ağlar birçok ülkede eylemlerin örgütlendiği alanlar olarak öne çıktı. Cezayir, Şili, İran, Irak ve daha birçok ülkenin gençleri, sosyal ağlar üzerinden örgütlenerek sokaklara çıktı. Bu nedenle, otoriter rejimlerin eylemleri bastırmak için kullandığı temel yöntemlerden biri, interneti kesmek oldu. İran ve Irak buna en çarpıcı örnekleri teşkil ediyor.

Yatay bir şekilde, lidersiz ve ilk etapta herhangi bir hiyerarşik yapı olmadan ortaya çıkan isyanlar, kısa vadede şaşırtıcı bir şekilde büyük kitleleri harekete geçirebildi. Zira sosyal ağlarda talepler ve öfke hızlı şekilde yayılarak yankısını bulabildi.

Le Monde gazetesinde Nicolas Bourcier, Harold Thibault, Aline Leclerc, Uluslararası Servis ve Gary Dagorn imzalı bir haberde, ilk bakışta bir kent veya ülkedeki eylemlerin, mantıklı bir neden olmaksızın rastlantısal bir kavga halinde her tarafa bulaştığına dikkat çekiliyor. Hepsinin kendisine has özellikleri olmakla birlikte, ortak yanları çok fazla.

BİR KIVILCIM VE SPONTANELİK

Çok sayıda uzman, farklı koşullarda ortaya çıkan bu ayaklanmaların temelinde, meşruiyetlerini yitiren elitlere karşı duyulan sert öfkenin olduğunu belirtiyor. Bu eylemlerin tartışmasız yanını spontanelik oluştururken, talepler bir yandan sosyal ve ekonomik, diğer yandan siyasi olarak iki büyük grupta toplanıyor. Bu her iki talep grubu, çoğu zaman birleşebiliyor.

Spontaneliğin getirdiği isyanların nereye evrileceği çoğu zaman öngörülmez bir nitelik taşıyor. 1789 Fransız devriminden bu yana toplumsal devrimlerde bir kıvılcım tüm bir sistemi yangın yerine dönüştürebiliyor. Sudan’da bu ekmek fiyatının artışı ile başladı ve rejimin devrilmesine yol açtı. Arap Baharı olarak tanımlanan süreç de 17 Aralık 2010’da Tunus’ta umutsuz bir seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin bedenini ateşe vermesiyle başlamış ve Bin Ali rejiminin devrilmesine yol açmıştı. Bu kıvılcım daha sonra tüm dünyayı etkisi altına almıştı.

Rosa Luxemburg bir asır önce, Lenin’in merkeziyetçiliğine karşı çıkarken, spontaneliğin önemine vurgu yapıyordu. Merkeziyetçi yapıların kitlelerin yaratıcı ruhu ve spontaneliğini boğduğunu düşünen Luxemburg, bu konudaki görüşlerini şöyle ifade ediyordu: “Spontanelik sadece kendi başına bir amaç veya kitleler ile yöneticileri arasındaki bir ilişki sorunu olarak öngörülemez. (Spontanelik) Yaratıcılık ve harekete geçme iradesinin bir koşuludur. Sosyalist yöneticiler, kitlelerin yaratıcılığı ve gücünün, sosyalist bir toplumun inşası amacını taşıyan siyasi iktidar mücadelesinde özgürce kendisini ifade edebilmelerini cesaretlendirmeli.”

Spontanelik, lidersiz ve hiyerarşisiz başlasa da eylem sırasında kendi örgütlenme biçimlerini oluşturma şansına sahip. Luxemburg, eylem halindeki örgütlenmenin önemini şöyle ifade ediyor: “Altı aylık devrim, eğitim konusunda mevcut durumda örgütsüz olan bu kitleler arasında, on yıllık siyasi toplantı ve bildiri dağıtmaktan daha fazlasını yapacaktır.”

EKONOMİK VE SİYASİ TALEPLERİN BULUŞMASI

Eylemleri başlatan siyasi ve ekonomik bağlantılı iki grup talepten bahsederken siyasi yanına Cezayir’deki halk öfkesi örnek olarak gösterilebilir. Cezayir’de başından itibaren, Abdulaziz Buteflika rejiminin izlediği politikalar reddedildi. Katalonya’da İspanya merkezi adaletinin bağımsızlıkçı Katalan yöneticilere hapis cezaları vermesi toplumsal öfkeye yol açtı. Başka ülkelerde, örneğin Lübnan’da odluğu gibi eylemler ekonomik nedenlerle bağlantılı olarak başladı. Haiti’de her şey yakıt kıtlığından çıktı. Tüm yıl boyunca kriz sürdü. İsyan sırasında genel grev gibi bir durum yaşandı. Okullar kapandı, yollar tutuldu, çok sayıda dükkan kepenk indirdi. Kısaca Haiti’de hayat durdu. Devlet işlemez hale geldi. Gelinen noktada Haitililer Cumhurbaşkanını istifaya çağırıyor.

Haiti, Hong Kong veya Sudan’daki gibi ekonomik talepler, siyasi taleplerle ortaklaşabiliyor. Bu durum İran’da yıl sonuna doğru benzin fiyatlarının üçe katlanmasına karşı onlarca kente yayılan isyanda da görüldü. Talepler kısa sürede rejimin düşmesi şeklinde somutluk kazandı. Ortadoğu ülkelerinde yolsuzluklar ve baskıcı rejimlere karşı tepkiler ortaklaşıyor. Lübnan’da bir eylem sırasında taşınan “Lübnan’dan Irak’a, acımız birdir” yazılı pankart, bu durumu özetliyor. Her iki ülkede de elektrik sıkıntısı gibi temel hizmetler verilmiyor, her iki ülkede de yolsuzluklar öfkeye neden oluyor ve tüm yönetici sınıfın değişmesi talep ediliyor.

Neredeyse tüm eylemlerde, ulusal bayrakların taşınması, eylemcilerin mevcut rejimlere karşı tepkisini ifade ederken, topraklarına bağlılıklarının da işareti olarak ele alınıyor. Diğer bir ifadeyle hükümetlerin ulusal çıkarlara ihanet etmesinin göstergesi olarak değerlendiriliyor.

KÜRESEL NEO-LİBERAL DÜZENSİZLİK

Daha ayrıntılı ele alındığında toplumsal hareketler, sosyal adaletin yok edildiği ya da katlanılır durumda olmadığına işaret ediyor. Her yerde kemer sıkma politikaları topluma dayatılırken, insanlar artık bu baskıyı kabul etmiyor. Şili’de Ekim ayı sonunda bir televizyon kanalında konuşan kadın eylemcinin, “Toplum artık hep para ödemeye tahammül etmiyor” şeklindeki tepkisi, neoliberal politikaların vardığı noktayı gösteriyor.

Fransız uluslararası ve stratejik ilişkiler enstitüsü (IRIS) müdür yardımcısı Didier Billion, RFI radyosuna yaptığı değerlendirmede, “Her yerde aynı değil, ama neredeyse dünyanın her yerine kendisini dayatan bu neoliberal düzen sosyal tahribatlar yaratıyor. Eylemciler, hükümetlerini bu küresel neoliberal düzenin ya da benim ifade ettiğim ‘küresel neoliberal düzensizliğin’ ara istasyonları olarak görüyor” dedi.

Le Monde gazetesine konuşan Uluslararası Kriz Grubu analisti Maria Fantappie, “Bu hareketleri sadece bir özgün ülke çerçevesinde okumamak gerekiyor. Başta gençler arasında olmak üzere yıkımlara yol açan tüm bir sisteme, neoliberal bir ekonomiye karşı hayal kırıklığı hali olarak anlamak gerekiyor. Hepsi bağlantılıdır” diyor.

Washington’daki Şiddetsiz Çatışmalar Uluslararası Merkezi Başkanı Hardy Merriman ise şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Her zaman yerel faktörler vardır. Ama bu hareketlerin ortak unsuru, yetkililere karşı bazen yılların birikmiş yakınmalarının sonucu olan bu derin huzursuzluktur. İnsanlar onurlarının çiğnendiğini hissediyor ve yöneticilere bir sınır belirlemezlerse suiistimallerin süreceğinin farkına varıyorlar.”

Daha genel anlamda öfkenin hedefinde kapitalist sömürü sistemi, temsili demokrasilerin yaşadığı krizin gölgesinde küresel anlamda ekonominin yavaşlaması ve eşitsizliklerin sürekli artış göstermesi var. Eylemlerin bu kadar yayılması ise geminin artık her yandan su aldığına işaret ediyor. Liberation gazetesinde Pierre Ducrozet imzalı 6 Aralık tarihli bir analizde, mevcut durum şöyle özetleniyor: “Duvarın ve komünizmin yıkılışından otuz yıl sonra, batmaz olduğuna inanılan kapitalist sistem su alıyor, gezegenin neredeyse her yerinde su alıyor.”

İKTİDARLAR ŞİDDETLE BASTIRAMADI

Diğer ortak bir yan ise, eylemlere yönelik hükümetlerin şiddete başvurması şeklinde ortaya çıkıyor. İran’da Kasım ortasındaki benzin isyanı sadece iki üç gün içinde onlarca kente yayılırken, muhalif kaynaklara göre 1500’ü aşkın kişi öldürüldü, Uluslararası Af Örgütü ise 300’ün üzerinde ölünün olduğunu kayda geçirdi. Irak’ta Ekim ayı başında yolsuzluklar ve temel hizmetlerdeki yoksunluklara karşı başlayan ve rejimin tümden değişmesi talebine dönüşen eylemlere yönelik müdahalelerde, 460 dolayında kişi hayatını kaybetti, 25 bin kişi yaralandı. Şili’de diktatörlükten sonra 1990’da demokrasiye geçişten bu yana en önemli toplumsal kriz yaşandı. 18 Ekim’de patlak veren gösterilerde 23 kişi hayatını kaybetti, 2 bini aşkın kişi yaralandı. Bu toplumsal patlamaya metro bileti fiyatlarının arttırılması yol açtı. Eylemcilerin talepleri genişledi, eşitsizlikler protesto dilmeye başlandı ve diktatörlükten kalma anayasanın değiştirilmesi istendi. Bu konuda tarihi bir anlaşma sağlandı. Aralık ayında yeni bir anayasa için referandum kararı alındı. Hükümet bazı kategorilerde yüzde 50’ye varan artışla emeklilikte artış yapılacağını açıkladı.

Lübnan’da WhatsApp üzeri aramalara vergi getirilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Hükümet ilkin şiddetle bastırma yolunu seçti ancak sokakların sesini bastıramadı. 17 Ekim’de başlayan protestolar sonucu 29 Ekim’de Başbakan istifa etmek zorunda kaldı. Aralık ayında yeni başbakanın belirlenmesi de tepkileri dindiremedi. Hong Kong’da da isyanın bastırılması için şiddete başvuruldu. Buna karşı öfke daha da büyüdü, küçük ülkede milyonluk eylemler gerçekleşti. Günlerce birçok noktada işgaller sürdü. Çin’e sınır dışıları öngören yasaya karşı Haziran 2019’da başlayan eylemler sonucunda yasa çekilse de eylemler durmadı. Taleplerini genişleten eylemciler, demokratik reformlar, özgür seçimler ve polis şiddetine karşı soruşturma istedi. Yıl sonunda eylemler sürüyordu.

Hükümetlerin yanıtları ise genellikle çok geç kaldı. Eylemler aşama kaydettikten sonra, ilk taleplere yanıt gelmeye başladı. Ancak artık çok geçti. Zira talepler, başka sorunları da içererek genişlemişti.

DEMOKRATİK ÖRGÜTLER SAHİPLENMELİ, YAPILANDIRMALI

Son on yıldır ortaya çıkan büyük tepki hareketlerinin sözcüye sahip olmaması ve partizan olmayı reddetmesi, bir yandan etkisi ve gücünü gösterirken, diğer yandan da sınırlarına işaret ediyor. Billion’a göre, “demokratik örgütler, toplumsal hareketleri yolundan çıkarmak için değil, yapılandırmak için sahiplenmezse, bunun bir zayıflık olacağını” belirtiyor.

Burada Sudan örneği dikkat çekiyor. Sudan’daki isyan 19 Aralık 2018’de başladı. Diktatör Ömer el Beşir, Nisan 2019’da halk isyanı sonucu iktidardan düşürüldü. 1989’da darbe ile iktidara gelen Ömer El Beşir, 30 yıl boyunca ülkeyi demir bilekle yönetiyordu. Beşir mevcut durumda başkent Hartum’daki bir cezaevinde tutuluyor. Ekmek fiyatının artırılmasına karşı başlayan ve rejimi deviren halka karşı rejim milisleri harekete geçirdi. Bu da ordu ile ayrılıklara neden oldu. Ancak Sudan’da eylemleri destekleyen ve öncülük rolünü üslenen güçlü ve organize bir yapı vardı. Sudan Meslek Örgütleri Derneği etrafındaki iyi örgütlenme ve tanınmış güçlü liderlerin olması, Billion’a göre taviz koparılmasını sağladı. Billion, “Şu aşamada diğer tüm hareketlerden farkı budur” derken, diğer isyanların henüz bir örgütlenme biçimi ortaya çıkarmadığına dikkat çekiyor.

Belçika’da RTL medyasına konuşan Brüksel Özgür Üniversitesi’nden politolog Régis Dandoy, “Eğer hareketleri çerçeveleyecek bir yapı, uzun vadede stratejiler ve taktikleri düşünen bir lider ortaya çıkmazsa, bu hareket verimsiz etkileri olan farklı eylemler içinde dağılacak ya da soluğu kesilecek” diye düşünüyor. Buna rağmen Lübnan, Cezayir, Irak ve Şili örneklerinde olduğu gibi sonuçlar elde edildi. Irak ve Lübnan’da başbakanlar istifa etti, Cezayir diktatörü devrildi, Şili veya Hong Kong’da hükümet geri adım attı.

SARI YELEKLİLER VE DEVAM EDEN İSYAN

İsyanların Avrupa’daki en görünür ve etkili hali Fransa’da yaşandı. Ekim 2018’de yakıt zammına karşı spontane bir hareket olarak ortaya çıkan Sarı Yelekliler, 2019 yılında da ülke gündemini işgal etmeye devam etti. Tüm toplumsal kesimler eylemden etkilendi. Hükümet tepkiye konu olan yakıt zammından vazgeçse de direniş sürdü ve talepler çoğaldı. Sosyal ağlar üzeri harekete geçen kitleler, daha sonra komün ve meclisler şeklinde örgütlendi. Bu eylemler ayrıca Fransa’da benzeri görülmemiş bir devlet şiddetine maruz kaldı. Mediapart sitesinin verilerine göre, Kasım 2018 ile Aralık 2019 arasında 2 kişi öldü, 318 kişi başından yaralandı, 25 kişi gözünü, 5 kişi elini kaybetti. Le Point dergisinde Kasım ayında yer alan verilere göre, bir yılda 10 bin 852 kişi gözaltına alındı, 3 bin 163’ü mahkûm edilirken, bunların 400’ü hapse atıldı.

Hükümet eylemcilerin eşitlik ve adalet taleplerine yanıt olmazken, neoliberal politikaları 2019’da bu kez tüm sektörlerde yeni bir grev dalgasına yol açtı. Yeni isyan emeklilik reformuna karşı başladı. Aralık başında sendikaların çağrısıyla başlayan grev ve yüz binleri sokaklara çıkan eylemlere rağmen, masa başında henüz bir çözüm bulunmadı. Hükümet geri adım atmayı reddediyor.

KÜRESEL BİR İSYAN MI?

Dünyanın her yerinde ortaya çıkan eylemler için 'küresel isyan' denilebilir mi? Bazı uzmanlara göre, evet, küresel bir isyan yaşanıyor. Bazıları ise isyanların eş zamanlı olduğunu ancak küresel olmadığını düşünüyor. TV5Monde’a konuşan 'vatandaşların devletle ilişkileri uzmanı' tarihçi Mathilde Larrere, “Hayır bu küresel bir isyan değil. Eş zamanlı ayaklanmaların olduğunu ve küresel bir isyan izlenimi verebilen hareketler arası bağlantıların olduğunu söyleyebilirim. Bu aynı şey değil. Bağlamlar, tetikleyici unsurlar, rejimler farklı. Tarihte, aynı nedenler ve aynı amaçlarla tetiklenen daha global ayaklanmalar oldu. Ama burada ayaklanmaların bir eş zamanlılığı ile karşı karşıyayız” diyor.

Tarihte her zaman devrimci bir sirkülasyonun yaşandığına dikkat çeken Larrere, önce haberin ulaşmasının zaman aldığına ama bugünkü teknolojiler sayesinde eş zamanlılığın hızlandığına vurgu yapıyor.

“Küresel isyan mı?”, “Küresel devrimci dalga mı?”, “Eş zamanlı ayaklanmalar mı?” “Yoksa küresel devrim mi?” şeklindeki tartışmalar devam etse de zaman içerisinde gerçek karşılığından kuşku yok. Şu aşamada, hiç değilse koordineli olmayan “senkronize bir uluslararası hareketin” olduğundan söz edilebilir. İsyanlara karşı küresel bir baskı sisteminin devrede olduğu da kuşku götürmez bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Buna rağmen kitlelerin çarpıcı bir dayanıklılık göstermesi ve korkunç bir gerçeklik karşısında umutlu olmaları son derece önemli bir tablo ortaya koyuyor. Bu direnç, isyanların sürdürülebilirliğini kanıtlıyor ve umut yaratıyor.

2020 NASIL MI OLACAK?

Derinleşen adaletsizlikler, eşitsizlikler, insana ve tüm canlıların yaşam alanlarına yönelik saldırılar, insani krizler, savaşlar ve ayaklanmalar, mevcut küresel sistemin aşılması gerektiğini, aksi halde daha büyük felaketleri getireceğini gösteriyor. Bu kötürüm haliyle küresel kapitalizm halen ayakta olsa bile, tartışmasız bir şekilde her yandan çatırdıyor. Yenilmez olduğu iddia edilen bu sistem, tüm gezegeni kaosun eşiğine getirmiş durumda. Elit yöneticiler artık, halk önünde hesap verilmesini isteyen toplumsal öfke ile karşı karşıya bulunuyor. 2019’un ortaya çıkardığı bu tablo ve isyanların çoğunun devam etmesi, 2020 yılının da nasıl geçeceğine işaret ediyor. Her yerde daha demokratik, daha adil, daha özgür ve onurlu bir yaşam talebi yükseliyor. Bugünkünden daha kapsayıcı ve özgür yeni demokratik yönetim biçimlerine duyulan ihtiyaç, tüm isyanlarda kendisini açığa vuruyor. Kendi içinde çürümüş büyük kapitalist sistemin çökertilmesi için yeterince gerekçe var. Çevrecilerin eylemleri de bu isyanlara eklendiğinde 2020’de daha küreselleşmesinin koşulları oluşmuş bulunuyor.

Ülkeler ve küresel bazda bu isyanlar ne kadar devrimle sonuçlanır ya da kapitalizm son nefesini ne zaman verir bilinmez ancak, Rosa Luxemburg’un bir asır önce yaptığı tespitlerden biri halen kulaklarda çınlıyor:

“Tüm modern devrimlerin ve sosyalizmin tarihi bize ne gösteriyor? Sınıf mücadelesinin Avrupa’daki ilk alevlenmesi, Lyon ipekli dokumacılarının 1831’deki ayaklanması, ağır bir yenilgiyle son buldu. İngiltere’deki Chartist hareket de yenilgiye uğradı. Paris proletaryasının 1848 Temmuz ayaklanması ezici bir yenilgiyle sona erdi. Paris Komününün sonu ise korkunç bir yenilgiydi. Sosyalizmin tüm yolu -devrimci mücadeleler göz önüne alındığında- açık yenilgilerle doludur. Ama yine de bizi adım adım karşı konmaz bir biçimde nihai zafere götüren de aynı tarihtir!”