'70’lerin Kürdistan devrimcileri PKK’yi anlatıyor-I
'70’lerin Kürdistan devrimcileri PKK’yi anlatıyor-I
'70’lerin Kürdistan devrimcileri PKK’yi anlatıyor-I
PKK’yi, 36. kuruluş yıl dönümünde bugüne kadarki gelişimine tanıklık edenler anlattı.
Apocular nasıl çıktı? Kürdistan’da ne tür zorluklar yaşadılar? Kısa bir sürede nasıl etkili bir güç oldular? Darbeye rağmen nasıl ayakta kaldılar? 36 yıllık kesintisiz mücadelenin sırrı neydi? “Apocular olmazı olur kıldılar. PKK, Kürt ahının yerde kalmamasının tarihidir. Dün komünalliğe mahkumduk bugün ise aşık” diyen 1970’li yılların Kürdistan Devrimcileri’nden Timur Fidan, PKK Merkez Komite üyesi Cemal Şerik, PKK Bilim Aydınlanma Komitesi üyesi Yılmaz Dağlum ve KCK Yürütme Konseyi üyesi Ferhat Mardin PKK’nin dünü ve bugününü anlattı.
PKK MERKEZ KOMİTE ÜYESİ CEMAL ŞERİK
Apocu Hareket, 1970'lerdeki devrimci hareketin bir miras hareketi olarak ortaya çıktı. Onların anısını yaşatma, onların bıraktığı yoldan devam etme misyonu da vardı. Böyle olunca 1970'lerin devrimci mirasına bağlı ve saygılı olanların doğal olarak tercih ettikleri Apocu grup oluyordu. Ben de bu dönemde Apocularla Ankara’da tanıştım. Bizim ilişkilendiğimiz dönemde Apocu Hareketle ilişkilenenler daha çok üniversite talebeleriydi. Ama Apocu hareketin okullardaki örgütlenmesinde üniversiteli gençlik yer almakla birlikte; mahallelerde de belli bir örgütlenmesi gelişiyordu. Tabii buralardaki gençler yaş olarak daha küçüktüler. Mahalle gençliğidir, ortaokul ve lise talebeleridir, daha çok da lise talebeleri. O dönemin gençliği hangi yaş gurubunda olursa olsun Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, İbrahim Kaypakkayaların anısını sahiplenen herkes Apoculara ilgi duymaya başlamıştı.
TUZLUÇAYIR YILLARI
O zaman ortaokul öğrencisiydim. Mahallede Apocular vardı. Ankara'nın Tuzluçayır mahallesinde oturuyorduk. Diğer devrimci gruplardan insanlar da vardı. Yine Aydınlık gibi daha farklı gruplar, diğer çevreler de vardı. O çeşitlilik ve farklılıklar içerisinde benim en fazla dikkatimi çeken Apocular oldu. Gazete satıyor, mitingler yapıyor, duvarlara yazılar yazıyor, afişler asıyorlardı. Faşistlerle kavgaları oluyordu. Onlara katılıyordu herkes. Apocular da bunlar içerisinde yer alıyordu. Yani bunları Apocular da yapıyordu.
APOCULARIN FARKI
Apocuların bir farkı vardı. Çalışmalarını büyük ciddiyetle yapan, devlet gerçeğini görerek ona göre hareket eden, kendisiyle ilişkilenenleri gerçekten de eğiten ve geliştiren bir yapıları vardı. Sürekli toplantılar yapan, tartışan ve okuyan bir grup özelliğini gösteriyorlardı. Bulunduğumuz Tuzluçayır Mahallesinde Kemal Pir arkadaşın çalışmalarının büyük etkisi olmuştu. Yine Haki ve Mazlum arkadaşın gidip geldiği bir yerdi. Birçok arkadaşın yanı sıra Önder Apo'nun da bizzat gidip geldiği ve arkadaşlarla birebir ilgilenip tartıştığı bir yerdi. Tüm bunlar ister istemez arayışları olan ve 'mücadelede ben de varım' diyecek şekilde tutkuları ve özlemleri olan kişilerin dikkatini Apocu harekete yöneltiyordu.
TUZLUÇAYIR GRUBU APOCULARA KATILIYOR
İlk olarak devrimciliğe sempati duydum, Apocu Hareket çıkınca da yerimi Apocu hareket içinde belirledim. Mahalle arkadaşlarım vardı. O zaman üniversite okuyan ağabeyim vardı ve benden daha önce Apocularla ilişkilenmişti. O 1975 yılında, bense 1976'da Apocularla ilişkilendim.
Artık 15 yaşındaydım. Örgüt eğitimlerine katılıyor, bazı görevlendirmelere katılıyordum. Yani artık Apocu Hareket içinde yer almıştım. Benim gibi genç arkadaşlardan oluşan bir grubumuz vardı. Eğitim yapıyorduk. O grupta şehit düşen arkadaşlar da var. Onları da burada anmak istiyorum. Kara Ömer olarak bilinen Haydar Altun şehit düştü. Daha sonra yine farklı gruplarda birlikte olduğumuz arkadaşlar vardı. Şahin Klavuz şehit düştü. Gürcan Özcan, İbrahim Bilgin, Asker Demir, Doğan Kılıçkaya arkadaşlar da şehit düştü. Önemli bir kısmı da cezaevine girdi.
TEMEL FAALİYET: AJİTASYON
O zaman ağırlıklı olarak yürüttüğümüz faaliyetler eğitim ve propagandaydı. Okullarda faşistlere karşı kendini savunan eylemler de oluyordu. Tabii daha profosyonel yapılan eylemler de oluyordu. Ama bizim temel çalışmamız ideolojik çalışma, propaganda ve gruba yeni kadrolar katmaktı.
TUZLUÇAYIR’DA EV BASKINLARI VE 8. KOĞUŞ
1977’de Tuzluçayır Mahallesine operasyon yapıldı. Evlerimiz basıldı. Karasu arkadaşın kaldığı ev de basıldı. Bize karşı operasyonu geliştiren Kemal Yazıcıoğu ve ekibiydi. Özel harekatçıydı. Sabah saatleriydi, bizim genelde gittiğimiz bir yer vardı; taşlar yığılmış ama kullanılmamış bir araziydi. Biz oraya 8. Koğuş, diyorduk. O zaman Ankara Ulucanlar'da devrimcilerin kaldığı koğuş 8. koğuştu. Biz de mahalle olarak buraya 8. koğuş diyorduk. Orada oturup tartışmalar yürütüyorduk. İşte oraya gittik, bir süre sonra Önderlik geldi. O zaman bize Karasu arkadaşın evinin basıldığı bilgisi geldi. Ve biz Önderliği görünce telaşlandık. Çünkü operasyonlar 3-4 gündür sürüyordu ve Önderliğin de normalde Karasu arkadaşların evine gitmesi gerekiyordu. Ama Önderlik direkt o eve gitmiyor. Öncelikle ne var ne yok, diye bakmak için bizim olduğumuz yere gelmişti. Önder Apo’nun sezgiselliği bu operasyondan kurtarmıştı O’nu. Önderliğe durumu anlattık, operasyon olduğunu söyledik.
Önderlik o zaman beni Karasu arkadaşların evine gönderdi. 'Git oralarda neler oluyor, bak' dedi. Gittiğimde evde karakol kurulmuş olduğunu gördüm. Ondan sonra baktım Albay Kemal geldi. Onu görünce oradan ayrılmak için uzaklaşmalarını bekledim. Çünkü beni tanıyordu. Birkaç gün önce evimizi basmıştı. Ben de oradan uzaklaşarak uygun bir biçimde Önderliğin yanına gittim. Ve onu bilgilendirdim. Böylelikle büyük bir tehlikenin önüne geçildi.
ZİNDAN
1978 yılında ilk defa zindana girdim. 2 ay kaldım. PKK’nin kurulduğu tarihte cezaevindeydim. Mücadelenin geldiği düzeyden büyük bir mutluluk duymuştum. Çünkü bizim tanımımıza göre partinin oluşmasıyla birlikte devrimci süreç başlayacaktı. Ben o zaman yaş olarak küçüktüm. Ama parti eğitimlerine katılıyor, hareketin gündemini biliyordum. Ona göre kitaplar okuyordum. Bundan dolayı partinin kurulmasını zaten bekliyordum. Haki arkadaşın şehadetinden sonra 'Mevcut halimizle düşmanın saldırıları karşında fazla ilerleme sağlanamayacağı, parti örgütlenmesine ihtiyaç olduğu' değerlendirildi. Bundan sonra bizim okuduğumuz kitapların çoğunluğu parti ve örgütleme üzerineydi. Yani partinin kurulması bizim beklediğimiz bir şeydi. 1981'e kadar PKK çalışmaları yürüttük. Komite çalışmaları vardı. 12 Eylül'den sonra komite çalışmaları temsilcilik düzeyine çekildi.
12 Eylül'den sonra cezaevinden çıktım ama tekrar aranmaya başladım. 12 Eylül'den önce önemli bir kadro gücü yine Önderliğin öngörüleri sayesinde ülkeden çıkmıştı. Ama bir kısım kadro içeride kalmıştı. Örgütlülük, asgari düzeyde de olsa sürdürülüyordu. Ben de Türkiye'de kalan kadrolardan birisiydim. 1981 yılında PKK temsilcilik çalışmalarını yürütürken ikinci defa tutuklandım. 2 ay sorguda kaldım, sorgudan sonra cezaevine alındım. İzmir'de yakalandım. İzmir Cezaevi’nde, Çanakkale'de ve kısa bir süre Eskişehir'de açılan tabutluklarda kaldım. Eğitimlerdir, açlık grevleridir, hücrelerdir, operasyonlardır, derken 15 yıl geçti.
DİĞER GRUPLAR İNANAMIYORDU
Zindandaki diğer devrimci gruplar PKK'yi tanıdıklarını ve Kürt sorununu bildiklerini iddia ediyorlardı. Ama tanımıyorlardı. Mesela '82’de Mazlum Doğan arkadaşın eylemi olmuştu. Bize çok kısa sürede haber geldi. Türkiyeli sol hareketlere 'Bakın Diyarbakır Cezaevinde böyle böyle şeyler oluyor. Mazlum arkadaş şehit düşmüş' dedim. Ama Türk solundaki bazı gruplar Türk devletinin bu kadar işkenceyi artıracağını ve karşısında da PKK'lilerin böylesine görkemli eylemler geliştireceğine inanmıyorlardı. Tabii o zaman her ne kadar Mamak ve Metris'te de çok işkence yapılmış olsa da, Diyarbakır farklıydı. Kürdistan'da uygulayacakları politikaları ilk olarak Diyarbakır Cezaevinde uyguluyorlardı. Eğer orada sonuç alırlarsa genel Kürdistan'a uyguluyorlardı. Diyarbakır Zindanında yapılan işkencelerle hedeflenen, sadece zindandaki kadroların teslim alınması değil, bütün Kürdistan'ın teslim alınmasıydı. Yine 1984'de 15 Ağustos Atılımı geliştirildiğinde diğer sol gruplar PKK'nin böyle bir şey yapmış olduğuna inanmıyorlardı. Cezaevindeyken kendini sadece cezaeviyle sınırlandıran bir yaklaşımımız yoktu. İşte '90'lı yıllarda cezaevindeyken Önderliğin çözümlemeleri ve Serxwebunlar geliyordu; hepsini okuyordum.
TEK KİŞİ DE KALSAN KOMÜN OLACAKSIN
Cezaevinde PKK'lilerin ağırlıklı olarak komünleri ve eğitimleri temel alan bir yaşam biçimi vardı. Bu hem ideolojik hem de politik anlamda zinde kalmayı hedefleyen bir yaşam tarzıdır. İlk günden beri Apocu Hareket komün biçiminde örgütlendi. Tek başına bile kalsa komündür. Günlük planlamalarını çıkarır, gelir-giderinin raporunu tutar, eğitimini yapar. Tek başına bile olsa günlük yaşam ve harcama raporunu kendi kendine verir.
15 AĞUSTOS ZİNDANLARA NASIL YANSIDI?
15 Ağustos Atılımını da cezaevinde duydum. Cezaevindeki diğer arkadaşlara göre bazı avantajlarım vardı. Onlara göre cezaevine daha geç girmiştim. Dışarıdaki çalışmaları daha fazla biliyordum. Çok kısmi sınırlı da olsa bilgi ve haberler geliyordu. Genel durum olarak örgütsel çalışmaların devam ettiğini biliyorduk. Bundan dolayı da böyle bir şeyi bekliyorduk. Ama daha erken bekliyorduk. Darbeden önce bir geri çekilme olmuştu. Ama ülkeye yeniden geri dönmek hedefiyle gerçekleştirilmişti. Yeniden ülkeye dönüşün 3 yıl falan gecikmesini beklemiyorduk. 15 Ağustos Atılımı bizde büyük bir moral ve motivasyon yarattı. Hani beklersin beklersin, özlemini duyarsın ve sonra kavuşursun...
CEZAEVİ KAPISINDA KUŞLAR
Ben '96 yılına kadar cezaevinde kaldım. Çanakkale Cezaevinden çıktığım gün, dışarıda bir grup arkadaş karşıladı. Kapıda kuş uçurdular. Müthiş bir şeydi. O gruptan daha sonra şehit düşen arkadaşlar oldu. Rojbin Serhat, Sadigül Ökmen, Erol Bul (Şehit İsa), Gökhan Erhan (Ferhan). O grupta olup da şu an dağda, gerilla sahalarında mücadeleye devam eden ve önemli görevler alan arkadaşlar da var. Öyle güzel, büyük bir grup karşıladı beni. Aynı günün akşamı Çanakkale'den ayrıldım, Ankara'ya gittim. Ailenin yanına gittim. Aileyle ilk konuşmamız sanki bir komünün tekmilini alır gibiydi. Bir iki gün kaldım ve Yunanistan'a geçtim.
18 YIL SONRA YENİDEN ÖNDERLİKLE BULUŞMA
Oradan çıktıktan sonra Şam'a, Önderlik sahasına geçtim. Önderlik sahasına gittiğim günün ertesi sabahı Önderlik geldi. Zeynep Kınacı arkadaşın eyleminden ve raporundan bahsetti.
Çözümleme bittikten sonra Önderlikle beraber öğlen yemeğine geçtik. Tuzluçayır’dan başka bir arkadaş (Şafak) da oradaydı. Önderlik 'sizi bıraktığımız zaman şu kadarcık çocuktunuz, şimdi saçlara bak, bembeyaz olmuş. Bak bana, ben ne kadar dincim, görüyor musun' dedi. Önderliği en son 1978 ya da 1979'da görmüştüm. Aradan 18 yıl geçmişti. Cezaevinde sürekli Önderliği hissetmiş ve takip etmiştik. Önderliğin tek bir cümlesi bile bizim yürümemiz için, süreç hakkında görüş oluşturmamız için yeterliydi.
Tabii Önderlik sahasında bir eğitim devresi gördüm. Önderlik sahasından Cuma arkadaş ile birlikte Zap'a geçtim.
GERİLLACILIK YILLARI
İnsan o mücadele içerisinde zorlukları fazla düşünmüyor. Önüne koyduğu görev ve sorumluluklar var ve koşullar, zorluklar ne olursa olsun onları yerine getirmesi gerekiyor. Yaşam çizgisini oluşturan o görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi olduğu için sürekli bunlarla başbaşasın. Bunlarla başbaşa olduğun için en çatışmalı anlar, başkalarının en zor olarak değerlendireceği anlar bile senin için zor görünmüyor. Onun bir parçasısın, yaşayanısın, onu aşmaya çalışıyorsun. İnsan içinde olduğu zaman zorluk nedir, onu fazla hissetmiyor. Başardığı zaman büyük mutluluk duyuyor. Eksik bıraktığı yönleri gördüğünde kendi kendine kızıyor, sorguluyor.
EN ZORLU DÖNEM: 15 ŞUBAT KOMPLOSU
Zorlandığımız anlar olmadı mı? Mesela çaresiz kaldığımız anlar bizi çok zorladı. Önderliğin esareti böyle bir durumdu. En zor dönemdi. Çünkü söz bitmişti. Yapılması gerekenler vardı. Bir şey yapamıyorduk. Hiç bir şey yapamıyorsun değil. Kendini ayakta tutmak, örgütün güçlü bir şekilde o süreçten geçmesini sağlamak; bunlar da bir şeyler yapmaktır. Ama o tür anlarda bunlar yetmiyor. O tür anlarda 'neden böyle oldu, bunu nasıl önleyemedik' diye düşünüyorsun. En çok zorlandığım anlar o anlardı.
GENÇ-YAŞLI STATÜSÜ YOK
PKK, yaşamın kendisidir. Başlarsın yürümeye ve o senin sürekli yürümeni sağlar. Yürürken de hep çalışırsın, elde ettiğin sonuçları görürsün. Bunlar da zamanın nasıl geçtiğini sana hissettirmez, sen fark etmezsin. Dönüp arkana baktığında 'gerçekten bu kadar zaman mı geçti' dersin. O açıdan, bu harekete hangi yaşta katıldıysan o yaştasındır. PKK içindeki yaşam odur. Bizde şu yaşlı şu genç yoktur. Sistem içerisinde bir yaşlının, çocuğun ve gencin statüsü vardır. Ona göre konumlanırlar ama bizde öyle değil yani.
Ben PKK'ye çocuk yaşta katıldım. Ondan dolayı kendime ilişkin birçok şeyin farkında değildim. O açıdan PKK içinde, mücadele içinde birçok şeyin farkına vardım.
PKK ASLINDA 43. YAŞINDA
PKK, Apocu Hareketin gelişiminin belirli aşamalarından biri. O açıdan biz, PKK tarihini ele alacak olursak diyeceğiz ki, 'şu anda PKK 43. yılına giriyor.' Yani bu 43 yıllık mücadele süreci içinde 37 yıllık süreç PKK kimliğiyle yürüyen ve oluşan bir süreç. Tabii bu süreç içerisinde çok zorlu anlar oldu. Ama PKK içerisinde en zorlu anların bile en mutlu anlar olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Yani bir yaşam oluşuyor, filizleniyor, şekil alıyor. O yaşam sadece kendisiyle sınırlı kalmıyor, yeni yaşam alanları yaratıyor. O açıdan bir PKK gerçekliği var.
YAŞITLARIMIZIN TORUNLARIYLA BİRLİKTE DAĞDAYIZ
Düşünün o dönem bizimle arkadaş olanların şimdi çocukları hatta torunları saflarda ve şimdi sen bunlarla beraber yaşıyor ve mücadele ediyorsun. Bu, mücadelenin hangi aşamaya geldiğini gösteriyor. Artık mücadele kuşakların sürdürdüğü bir mücadele haline geliyor. O açıdan da toplumun kendisi anlamına geliyor. PKK, şu anda toplumun kendisidir.
PKK ASLINDA DEVRİMİ YAPTI
Zaten biz yola çıkarken 'devrim' demiştik. PKK aslında devrimi yaptı. Yani savaş içerisinde gelişen ve şekillenen, yeni özellikler ve kimlik edinen toplum gerçekliğini yarattı. Bu gerçeklikle 37. yılına giriyor. Yine de daha çok şeyler yapabileceğimiz düşüncesiyle; sorgulayarak giriyoruz yeni yıla. Kazandırdığı çok şey oldu. Ama kazandırdıklarının yetmediği, onunla yetinmemek gerektiği düşüncesi daha yoğun ve daha aktif bir çalışma yürütme arzusuyla yönlendirici bir rol oynuyor.
PKK BİLİM AYDINLANMA KOMİTESİ ÜYESİ YILMAZ DAĞLUM
Dersim'de öğretmen okulunda okuyordum. Bir grup arkadaştık aslında. Daha sonra şehit düşen Cuma Tak, Mehmet Sevgat, Veysi Badem arkadaşlar 11-12 kişilik grubumuzun öne çıkanlarıydı. Türk ve Kürt sol siyasi gruplarda aradığını bulamayan ve yeni arayışları olan bir gruptuk. Bir yandan Marksist klasikleri, dünya ulusal kurtuluş hareketlerin tarihlerini, onların anılarını okuyup araştırma yaparken, bir yandan da genel geçer devrimci duygularla çeşitli dünya deneyimlerinden hareketle bir komünal yaşam örgütleme çabasındaydık. 1975 sonu, '76 başında Ali Haydar Kaytan arkadaşla okul yıllarında tanışarak Apocuları tanıdım.
SOLA İLGİ GELİŞİYOR
Ezilen ve sömürge olan, dili ve kültürü yasaklanmış, her şeyi elinden alınmış ve yaşayabilmek için Türkleşmeye mahkum edilmiş bir halkın çocukları olarak; Türklüğü sindirmek o kadar kolay değildi. Bizim sola sempati duyduğumuz süreç Denizlerin, Mahirlerin şehadete ulaştıkları dönemdi. 12 Mart öncesi sürece çok büyük bir sempati olsa da özelikle Mahirlerin, Denizlerin daha sonra Kaypakkayaların şehadetleri bizde ister istemez çözümü solda arama gibi bir kararlaşma geliştirdi.
Karar kılmada dönemin gençlik ruhunun etkisi kesindir. Çünkü o süreçte Güney Kürdistan’da Barzani hareketleri revaçtaydı. 1974 yenilgisine doğru gidildiği bir süreçte devrimci yükseliş daha çekici geliyordu. Vietnam Devrimi zirvesini yaşıyordu. Yine 68 gençlik hareketinin bire bir içinde olmasak bile etkileri vardı.
NEDEN APOCULAR?
Ancak solu temsil etiğini iddia eden grupların yaşantıları bizim hayal etiğimiz yaşam tarzı ile uyuşmuyordu. Sürekli olarak bir grup kafadardık diyebilirim. Hangimizin ailesinden bize üç beş kuruş para geliyorsa belirlediğimiz komüncü arkadaş olarak belirlediğimiz Veysi Badem yoldaşımıza teslim ediyorduk. Grubun tüm ihtiyaçlarını o arkadaş temin ediyordu. Diğer gruplar da komünal yaşamdan bahsediyordu ancak hiçbirisinde böyle bir şey yoktu.
Biz, Kürtlerin kaderini tayin hakkının Türk halkının haklarıyla eşit ve özgür ama birlikte yaşamasını sindirerek formülleştiren bir şeyler arıyorduk. Lenin’i okuyorduk. Lenin’in ezilen ve ezen ulus devrimcilerine yüklediği görevler vardı. Egemen ulus devrimcilerinin başta gelen görevi, ezilen ulus ve halkların ayrı ve bağımsız devlet kurmayı kendi kaderlerini tayin etme hakının savunulmasından geçtiğini söylüyordu. Biz Türkiye solunda öyle bir yaklaşım görmedik.
Aradığımız devrimci sosyalist ama aynı zamanda ulusal bir kimlikti kuşkusuz. İşte Apocu hareketle tanışmak bizde şu duyguyu yarattı: Uzun süredir aradığımız, bulmaya ve formüle etmeye çalıştığımız şeyi bize söylüyordu.
Apocular, taa o dönemde Türkiye halklarının hatta Ortadoğu halklarının eşit, özgür, farklılıkları reddedilmeden ve farklılıkları zenginlik kabul ederek birlikte yaşanılmasını söylüyordu.
KEMAL PİR İLE BİR ANI
O dönem Kemal Pir arkadaşla bu konuları çok tartıştık. Bir anımı anlatabilirim. '74 yenilgisinden sonra Kemal Pir arkadaş aranıyordu. Bizim okula gelmişti. Birkaç gün yanımızda kaldı. Barzani hareketinin yenilgisini tartışıyorduk. 'Niye yenildi' diye sorduk. Kemal Pir arkadaş 'Barzani hareketi ihanettir' dediğinde müthiş bir karşı çıkış olmuştu. Ancak 'Güney halkı veya Barzani ailesinin hepsi haindir' biçiminde bir tanımlama yapmıyordu. Hareketin öncülüğünün İran ile daha doğrusu o zamanki İran istihbarat örgütü ve CIA ile ilişkilenerek hareketi onların kullanımına açık hale getirmesini ihanet olarak değerlendiriyordu. Sonuçta ortaya çıkan gerçeklik de buydu. Yani öyle kolay kabul etmedik.
Kemal Pir arkadaşın bizimle olması gerçekten çok ayrı bir moral, coşku kaynağıydı. Daha sonra kendisiyle zindanda da birlikte kaldık. O güzel insanın, o büyük enternasyonalist devrimcinin varlığı Apocu harekette belki de Türk düşmanlığının gelişmemesinde en büyük etkenlerden biriydi. Aynı şeyi Haki Karer arkadaş için de söylemek lazım. Daha onlarca devrimci Türkiyeli ve değişik etnik kökenlere sahip yoldaşlarımız da şehit düştü. Yani halkların birliği ve özgür, eşit yaşamı aslında Apoculuğun mayasında var.
APOCULAR NELERİ TARTIŞIRDI?
Daha PKK olmadan Apocular bir araya geldiklerinde en çok dönemin zirvede seyreden Vietnam ulusal kurtuluş hareketini tartışırdık. Dünya devrimci hareketleri ve özelikle ulusal kurtuluş hareketleri temel gündemimizdi. Onun dışında 'nasıl bir yaşam örgütleyebiliriz' arayışımız vardı. 'Nasıl bir yaşam istiyoruz' değil, 'nasıl bir yaşam örgütleyebiliriz' arayışı...
SÖYLEM-EYLEM BİRLİKTELİĞİ
O zamanki tartışmalarımızın bugünkü tartışmalarımızdan farkı, entelektüel birikimi paylaşmaktan çok hemen uygulanabilecek formülasyonlar tarzında oluşudur. Tartışmalar ve söylenenler ile yaşam at başı gidiyordu. 'Gelecekte bunları yaparız' değil; yapılması gereken, tespit edilen, var olan ortak kanı ne ise anında hayata geçirmekti.
HALK APOCULARI TANIYINCA FARKI TESPİT ETTİ
Kürt halkının pratikleşmeyen söyleme karnı toktur zaten. O zaman da öyleydi. O zamanlar genelde devrimcilere 'talebeler' denilirdi. Talebe demek haksızlığa, zulme karşı çok konuşan ama az savaşan, demektir. O anlama geliyordu. Bizim yaşadığımız alanlarda çok fazla gelişkin değillerdi. Bölgede daha çok reformist hareketler, DDKD ve Özgürlük Yolu vardı. Onların da işi gücü dernek tartışmaları yapmaktı. Ama halk, Apocuları tanıyınca çok önemli bir farkı tespit etti; talebeler konuşur ama Apocular konuştuklarını yapar. Hatta halkta şöyle bir kanaat gelişmişti: Apocular önce yapar sonra konuşur.
HALK NASIL BENİMSEDİ?
Herkes zulme, polis ve jandarmaya karşı olduğunu dilendirirdi fakat biz eylem yapardık. Bir eylemimizi hiç unutmam: Şehit Veysi Badem, Şehit Mustafa Gezgör ve Şehit Abdulkadir Hançer yoldaşlar vardı. İki polis, iki tane köylüyü kaçak tütün ve boyunlarında kefiye var, diye yakalamıştı. Tütünlerini döktüler, kefiyelerini yaktılar. Bir de para cezası yazdılar. Biz buna tahammül edemeyip gidip polisleri dövdük. Bu olayla ilçe ayağa kalktı. Polis, jandarmalar devreye girmiş, şehrin büyüklerinden bizi teslim etmelerini istiyorlardı. 'Varsa güçleri gelip yakalasınlar' dedik. Halka o biçimde bir sahip çıkış belki çok duygusal bir davranıştı ama o arada polisin zulmüne karşı açıktan sergilenen bir duruş vardı. Herkes işçilerin, köylülerin sömürüldüğünden bahsederdi ama biz daha 1977’de köylülerle birlikte çalışmaya gider, iş sahipleriyle işçilerin durumunun iyileştirilmesi için kavga ederdik. Bu kavgada mutlaka sonuç alırdık. Bütün bunlarla birlikte Apocular dilden dile yayılmaya başladı. Halk bizi böyle benimsedi, bağrına bastı.
Bir grup gençtik, arkamızda aşiret gücü yoktu. Varlığını birbirine bağlamış, aynı şeyleri düşünen ve hisseden gençlerdik. Gücümüzü buradan alıyorduk. Diğer taraftan Apocular ismi giderek yayılıyordu. Çeşitli sıfatlar takılıyordu. Örneğin 'Yandım Allah çetesi', 'Baldırı Çıplaklar' deniyordu.
'BALDIRI ÇIPLAKLAR'
Kürt reformist grupların lider takımı daha çok ağa, bey ve şexlerin çocuklarıydı. Biz ise fakir yoksul ailelerin çocukları olduğumuz için bize bu tür sıfatlar takılıyordu. Biz de "doğru, biz baldırı çıplağız" diyorduk. Baldırı çıplak olanların devrime ihtiyaçları vardır. O zamanki deyimle, “İngiliz kumaş pantolon giyenlerin devrime ihtiyacı yoktur. Devrim karşıtıdırlar” derdik. Devrimci bir grup olmanın, Apocu bir grup olmanın yaratmış olduğu bir gizem vardı. Halkla iç içe yaşıyorduk. Gücümüzün özü oradan geliyordu.
GERÇEK BİR HALK HAREKETİ
Devrimcileşen üst tabakadan insanlar, halkın sorunlarını çok iyi tahlil edebilir. Fakat hissetmeleri çok kolay değil. İnsanlar ne kadar sözüm ona cahil olarak tanımlanırsa tanımlansınlar ama hisleriyle ve duygularıyla siz onlarla konuştuğunuzda sizi anlarlar. Dolayısıyla biz okuduklarımızın ya da duyduklarımızın propagandasını yapmıyorduk. Hepimiz yoksul çocuklarıydık. Yaşadıklarımızı dile getirirken yaşayarak dile getirmenin içtenliği ve sadeliği vardı. O halkın propagandaya değil, örgütlendirilmeye İhtiyacı vardı. Senin bu küçük ve basit olarak görülen adımların, hem halkta 'benim bir parçam' duygusunu yaratıyor, hem de 'benim bu parçam benden daha ileridir ve beni de ilerletiyor' duygusu yaratıyordu. Dolayısıyla halkın kısa sürede Apocu Hareketi sahiplenmesinin temel nedeni gerçekten bir halk hareketi oluşuydu.
Örneğin THKPC, DDKO gibi örgütler Kürdistan’da PKK’den daha eskidir. Biz daha ideolojik bir grup iken onlar partiydi. Tüzük ve programları vardı. Apocu Hareket en genç hareketti ama bu kadar kısa sürede halk tarafından kabul edildi. Nedeni şudur: Halka yabancı olup da halka geri dönenler değildik. Halkın içinden çıkıp da halkla bütünleşip her zaman bir adım önünde olarak öncülük eden ve bu önde olmayı bir hizmet olarak gören bir tutum içerisinde olduk.
APOCULAR NASIL YAŞIYORDU?
Kaldığımız evlere komün evleri derdik. Dışardan gelen her arkadaş bu evlerde ihtiyaçlarını karşılardı. Dolayısıyla bizdeki bir saati bizdeki bir arkadaşın kolunda üç-beş aya göremezdin. Diyelim, bir afişlemeye çıkılacak her grupta bir saatin olması gerekiyor; bir grupta iki saat varsa birisi mutlaka diğer gruba verilirdi. Devrim için kullanılan araçların ortaklığı, duygudaşlığı daha fazla güçlendiriyor. Örneğin bir bölgede sadece bir tabancamız vardı. Onu da 3 ay çalışarak alın terinin sonucunda almıştık. O silah hiçbirimizin sürekli yanına aldığı ya da birinin kullanımında değildi. Hangi arkadaş riskli bir yere giderse silahı o yanına alıyordu. Bizdeki yaşam tarzı kitapta okunanlardan çok yaşamın bizi zorladığı noktada paylaşarak zorluğu açma yaklaşımıydı.
DÜN KOMÜNALLİĞE MAHKUMDUK BUGÜN İSE AŞIK
Bugün hala Apocu Hareketin en çekici yanının komünal yaşam tarzı olduğu inancındayım. İnsanlar sadece silaha veya gerillanın büyüsüne kapılıp gelmiyorlar. Bunların da etkisi mutlaka vardır. Fakat bizdeki komünal yaşamın büyüsü hiçbir zaman bozulmayacak bir büyüdür. Bu insanın özünde olan bir büyüdür. İnsanın genlerinde taşıdığı en önemli şey ortaklaşmadır. Toplumsal yaşamdır. İnsan evladı diğer hayvanların yavruları gibi doğar doğmaz genetik olarak ayağa kalkabilecek, kendisini koruyabilecek bir varlık değil. Çok uzun yıllar dıştan destekle yaşayabilecek bir varlıktır. Bu insanı daha doğuştan komünal yapıyor. Toplumsal bir varlık olarak şekillenmesini sağlıyor. Sonradan oluşan sınıf farklılıkları insanın doğallığına, özüne terstir.
Tabii oluşturulan toplumsal alışkanlıklar, algılar zorlayıcı etkenler olabiliyor. Fakat kolay elde edilen şeyler kolay kaybedilirler. Bir şeyi değerli kılan kolay elde edilebilmesi değil; zorluklarla savaşa savaşa elde edilebilmesidir. Biz bu ortak yaşamı çok kolay elde etmedik. Başlangıç itibarıyla buna mecbur ve mahkumduk. Bugün başlangıçtaki gibi buna mecbur ve mahkum değiliz. Ama bugün buna aşığız. Bugün tutku ile seviyoruz. Onsuz edemeyeceğimizin bilincine vardık. Dün zorunluluktan kaynaklanan şeyler bugün artık bizim için vazgeçilemez bir yaşam tarzıdır. Rahatlıkla şunu ifade edebilirim: Apocu Hareketten şu veya bu nedenle kopmuş insanlar -düşmanla bizzat ilişkilenip kirli işbirliği içine girmiş olanlar hariç- diğerlerinin hala şu veya bu düzeyde bu yaşama özlem duyduğunu düşünüyorum. Buna çeşitli vesilelerle bizzat tanıklık ettim. Kaçıp gittikten yıllar sonra tekrar rapor yazıp bu yaşama geri dönen insanların sayısı hiç de az değil. Bugün Rojava’da çatışıp kahramanca şehit düşen yoldaşlar içerinde geçmişte bu hareketten kopup gidenler de var. İşte bunların nedeni komünal yaşam özlemidir.
DAĞLAR ERDOĞAN’IN BİN ODALI SARAYINDAN DAHA GÜVENLİ
Tayyip Erdoğan kendisi için bin odalı bir kasır yapmış. Gerçekten bu sarayda tek bir gece rahat uyuyabiliyor mu? Uyuyabildiğini hiç sanmıyorum. Fakat ben bu dağ başlarında tek bir gün korkarak uyumadım. Verdiğimiz mücadelenin sonucunda kazanabilecek koskoca bir dünya, bir tarih, bir gelecek varken neden korkayım? Ben bu kazanımların yarattığı huzur ile bu dağ başlarında yorgansız ve döşeksiz ama rahat bir uykuya dalabiliyorum. Bu dağlarda yaşayan herkes öyledir. Bu mücadele bize şunu öğretti. Kaybedeceğin bir şey yok. Kazanacağın bir dünya var.
YAPMAK İSTEYİP DE YAPAMADIĞIM ÇOK ŞEY VAR
Yapmak isteyip de yapamadım çok şey var. En başta da onlarca, binlerce şehit yoldaşımın en azından bir tanesinin şehadetini engelleyebilmek. Son 16 yıldır Önder Apo’nun yaşadığı esaretin önüne geçebilmek ve özgürlüğünü tekrardan sağlayabilmek. Ya da şu anda Kobanê’nin herhangi bir sokağında direnişçilerle omuz omuza küresel kapitalizmin bu faşist çetelerine karşı savaşmak. Ya da direnenlere ekmek pişirebilmek isterdim. Elbette bu dağlarda olmak bile bir mücadeledir. Ama mücadelenin en sıcak noktasında yaşamak daha farklı oluyor.
Eğitim enstitüsünü bitirdim. Fakat bir gün bile ilkokul çocuklarının sınıfına girerek eğitim veremedim. Devrimin çocuklarıyla birlikte kendimi eğitmeye çalışıyorum. Bu büyük bir zevk ama bir gün bunu daha özgür koşullarda anadilimin tüm lehçelerinde gerçekleştirmek isterim. O günün de çok uzak olmadığını düşünüyorum.
APOCULUK NEFES ALIŞ VERİŞİDİR
Mazlum Doğan arkadaş hep ve Amed Zindanında şehit düşmeden önce de şöyle derdi: “Siz PKK’ye çok bağlanmışsınız. PKK sizin olsun ben Apocu olmaya devam ediyorum.”
Partiler hiçbir zaman için amaç değildir. Bir sosyalist devrimci için amaca ulaşmada yani özgürlüğe ulaşmak için bir araçtır. Araçlar değişebilir. Onun için PKK’den çok Apoculuktan bahsetmek gerekir. Apoculuk benim için bir nefes alış verişi, hayata tutunma biçimi, varlık gerekçesi, mücadele gerekçesi ve bir yaşam tarzıdır. Adını ne koyarsanız koyun ama onsuz olunamayacak şey olarak tanımlayabilirim.
KCK YÜRÜTME KONSEYİ ÜYESİ FERHAT MARDİN
Apocularla tanışmam 1977 sonbaharında oldu. O günden itibaren de mücadelenin içindeyim.
Öncesinde Derik’te KUK ve DDKD vardı. Arkadaşlar daha alana gelmemişlerdi ama biz arkadaşların olduğunu ve mücadelelerini duyuyorduk. Çok olumlu bahsetmiyorlardı fakat kendilerini görmemiştik. KUK ve DDKD arkadaşları kötülüyordu ancak bizde belli bir merak gelişiyordu. Köylü kökenli 9-10 arkadaştık. Şehirleşme ve köy yaşamı arasındaki çelişkilerimiz ön plandaydı. Bu çelişkileri ilkokuldan, PKK’ye katıldığım zamana kadar hep yaşadım.
LİSE YILLARINDA DEVRİMCİLİKLE TANIŞMA
Türkiye’deki üniversitelerde örgütlenen devrimci gençlik, liselerde üzerimizde büyük etki yarattı. Yöremizde KUK ve DDKD vardı ancak on kişilik arkadaş grubumuz bağımsız hareket ediyorduk. Kiraladığımız evde tartışmalar yürütüyor, sohbet ediyorduk.
APOCULAR EVE GELİYOR
Bir gün üç yabancı evimize geldi. Tanımıyorduk, kimse kim olduklarını bilmiyordu. Şaşırdık tabii. Kim olduklarını sorduğumuzda ‘Kürdistan Devrimcileriyiz ama bize Apocular da diyorlar’ yanıtını verdiler. İlk defa arkadaşları görmenin heyecanıyla sohbete başlamışken; birden başka bir grup daha geldi. 17 kişiydi. Küçücük odamıza tıkıştık adeta. Diğerleri DDKD’dendi. Biz de şok olmuştuk, bunlar nereden çıktılar, diyorduk. DDKD’liler, Apoculara, 'buraya niye geldiniz; hiçbir sempatizanınız hatta sizi seven kimse yok burada' dediler. Apocular, ‘bu bölgede bizim hakkımızda çok kötü antipropaganda yapılıyor, bizim yapmadığımız şeyler yapmışız gibi halka anlatılıyor. Bunun için geldik. Özellikle de DDKD ile tartışmaya geldik. Çünkü en fazla da siz antipropagandamızı yapıyorsunuz’ dediler. DDKD’liler tartışmadılar. Ancak Apocuların bir daha bu bölgeye gelmemelerini istediler. Apocular ise, ‘burası Kürdistan. Nerede bir Kürt varsa, oraya gideriz. Ne siz ne başka bir güç ne de Türk devleti bunu engelleyebilir' dediler.
DDKD'LİLER ONLARLA TARTIŞMAYA YANAŞMIYORDU
Kendi kendimize ‘üç kişiler ve bütün herkese meydan okuyorlar’ diyorduk. Kendilerine müthiş bir güvenleri vardı. İdeolojik, felsefi, insani açıdan bilgi ve birikimlerine çok güveniyorlardı. Onun için de DDKD’liler onlarla tartışmaya yanaşmamıştı. Apocuların bu cesaret ve meydan okuyuşları 'bu güveni nereden alıyorlar' sorusunu kafamızda oluşturmuştu. 'Peki, bu arkadaşları evimize kim getirdi' diye birbirimize sorduk. Yeğenim -ki daha sonra şehit düştü- Mahmut Güden, ‘ben getirdim’ dedi. Kendisi de bizim gruptaydı.
MAHMUT GÜDEN
Mahmut arkadaş, daha sonra bir çatışmada ağır yaralanıyor ve şehadete ulaşmadan önce kendi kanıyla, üzerine “PKK partizanları ölümsüzdür” diye yazıyor.
MAZLUM DOĞAN İLE TANIŞMA
O döneme kadar Apocuları görmüş ama gruba katılmamıştık. Şehre yakın bir köyde Sosyal Dayanışma Derneği vardı. Her pazar orada seminer veriliyordu. Bir seferinde ben ve Mahmut Güden arkadaş o derneğin yönetimine başvurduk ve devlet üzerine bir seminer vermek istediğimizi söyledik. Bize gün verdiler, bulduğumuz kitaplardan -Marks’ın, Engels’in ve Lenin’in kitaplarıydı- bir araştırma yaptık ve bir sayfalık bir özet çıkararak seminer vermeye gittik. Aslında biz de tabii tam olarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamıyorduk ama pazar günü derneğe gittik ve öğrenciler salonu doldurmuştu. Özetimizi okuduk.
'AHMET' İSİMLİ APOCU...
3 kişilik Apocu bir grup da gelmişti. DDKD’liler ve KUK’tan insanlar vardı ve kalabalıktılar. Seminerden sonra konuşacakların ismini aldık. Apoculardan isminin Ahmet olduğunu söyleyen birisi konuşmak istediğini söyledi. KUK’tan ve DDKD’den gelenler tek tek konuşarak tezimizi eleştirdiler. Marks’ı ve Lenin’i kabul etmiyorlardı. Sonra Ahmet söz aldı. Elinde bir defter vardı ama hiç açıp bakmadan konuşuyordu. Defterin üzerinde Kürdistan Devriminin Yolu yazıyordu. Konuşmasına başlamadan önce ‘bizim bir özelliğimiz var. Ben yanımda konuşan kişinin konuşmasını sonuna kadar dinlerim ama ben konuştuğum zaman da konuşmamın kesilmesini kabul etmem' dedi. Meraklanmıştık. İki saate yakın devlet üzerine bir konuşma yaptı ve görüşlerimize katıldığını söyledi. Marks ve Lenin’in beyanlarına yeni bir şey eklemediğimizi söyledi. Konuşmasından çok etkilendik ve daha sonra onun evine gittik. Daha sonra adının Mazlum Doğan olduğunu öğrendik. Mazlum arkadaş o gece benimle sabaha kadar konuştu, tartıştı.
Sabahleyin evden çıktıktan sonra Mahmut arkadaşla karşılaştık. O da Mazlum arkadaşın yanına gidiyordu, birlikte gittik ve o gün söz verdik. Artık Apocuyduk.
MAZLUM DOĞAN’DAN ETKİLENME
Mazlum arkadaşın bilgi birikimine ve cesaretine hayran kalmıştık. Mesela o dernekte yaklaşık elli kişi vardı ama Mazlum Doğan arkadaş onların bütün sorularını bilgi ve birikimiyle cevapladı. Kendine güveni çok yüksekti. DDKD ve KUK’çuların bütün sorularını yanıtlarıyla boşa çıkardı. Mazlum Doğan arkadaş, Marks’ın, Lenin’in, Engels’in, yazılarını sayfasına hatta cümlelerine kadar biliyordu. ‘Şu sayfada şöyle diyor’ diyordu.
Her şeyi biliyordu ve bizi şok etmişti. Konuşma sırasında kitapları açıp bakıyorduk ve kitaptakini kelimesi kelimesine söylediğine tanık olmuştuk. Bu etkilenmeyle Apocu olmaya karar verdim.
ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ
Kendimize Kürdistan Devrimcileri diyorduk. Apoculuk bir ruhtu ve herkesin ulaşabileceği bir mertebe değildi. Apocular içerisinde, PKK içerisinde arkadaşlık ilişkilerini evimize gelen o üç arkadaştan görmüştük. Saygınlıkları, birbirlerine olan hürmetleri, paylaşımları, konuşmaları diğer insanlara göre çok farklıydı. Birbirlerinin eksikliklerini tamamlama, sevgi, saygı, bağlılık, çok farklıydı. Kimse bir arkadaşımız hakkında kötü beyanlarda bulunamazdı, bunu kabul etmezdik. Böyle bir bağlılık vardı.
Bir arkadaşımızın kendine zarar vermesini bile kabul etmiyorduk. Mesela kimseye sigara içirtmiyorduk. Çünkü bizim canımızın bize ait olmadığını, o canın bu halka ve bu partiye ait olduğunu savunuyorduk. Bu bizim birbirimize bağlılığımızın göstergesiydi. Yaşamsal anlamda da kimse kimseden emir veya talimat beklemezdi, bekleyemezdi. Arkadaşlar kendi sorumluluklarının bilincindeydi ve herkes bir işin ucundan tutardı. Mesela bizde kağıt oyunları ve kahvehanelerde oynanan diğer oyunlar oynanmazdı. Biz bir devrimcinin zamanını oyunlarla boşa harcamaması gerektiğinin farkına varmıştık. Diğer kararlarımızdan biri de silahlı olarak kimsenin bir yere gitmemesiydi. Bir de boş yere silahlı yakalansaydı, biz o arkadaşa sahip çıkmayacaktık. Silah ile işi olan kişinin silah ile işini halledip geri yerine koyması gerektiğini de kararlaştırmıştık ve uyguluyorduk.
KOMÜNAL YAŞAM KURALLARI
Ölçülü bir yaşamı, kolektif bir yaşamı esas alıyorduk. Bir de arkadaşların yaşamında, parti yaşamında teori ve pratik her zaman bir tutuluyordu. Biz ne dediysek onu yapıyorduk.
Mazlum Doğan arkadaşı görmeyle katıldım. Mahsum Korkmaz arkadaşla beraber kaldım. Bu partinin bir militanı olarak, o şehitleri anarak, devrim görevlerine ve Önder Apo’ nun paradigmasına cevap olmak isterdim. 36 yıllık bu mücadelemiz boyunca bazı ihanet eden insanlara hesap sormak da hep içimde kalan şeylerdendir. Bu görevi tam olarak yerine getiremedik.
36 YILLIK KESİNTİSİZ MÜCADELE ÖNDERLİĞİN TARZIYLA BAĞLANTILI
Önder Apo, ‘Düşün ve yap, yap ki düşünebilesin’ derdi bize. Mücadelemizin 36 yıl boyunca kesintisiz devam edebilmesinin Önderliğin bu özelliğinden kaynağını aldığı kanaatindeyim. Çünkü Önder Apo, düşündüğünü yapar, yaptığı zaman da her olasılığı düşünürdü. Her türlü tedbiri alırdı. Önder Apo hazırlıksız hiçbir işe girişmezdi. Yüzlerce arkadaş ülkede çalışma yürütürken, kendi yanında arkadaş yetiştirir, her ihtimale karşı tedbirini alırdı. Kadro yetiştirirdi.
ÖNDER APO 10 YIL SONRASINI DÜŞÜNEREK HAREKET EDERDİ
Önder Apo, on sene sonrayı düşünür gibiydi ve her zaman her şeye hazırlıklıydı. Tabii bu özellikler de özgürlük mücadelesinde yansımasını buldu, kesintiye uğramaz hale getirdi. Cuma arkadaşın bir sözü var; ‘PKK birkaç cümle ile ifade edilemez, PKK ancak yaşanılarak öğrenilir, insan PKK’yi yaşayarak anlayabilir’ der. Önderlik de Cuma arkadaşa soruyor; ‘Sen PKK’li oldun mu?’ diye. Cuma arkadaş da -partinin kurucularından olmasına rağmen- "Hayır başkanım, ben PKK’li olmak istiyorum” diyor.
PKK, BAŞARISINI NEYE BORÇLU?
PKK insancıl bir harekettir, emek örgütüdür. PKK sözüne bağlı bir örgüttür. PKK teorisi ve pratiği bir olan bir yapıdır. Günümüzde de artık bir halkın partisidir. PKK hakikat savunucusudur. Fidel Castro’nun bir sözü var, bu sözü PKK için de söyleyebiliriz. Fidel Castro’ya ‘Siz nasıl başardınız’ diye soruyorlar. Castro ‘Biz halkımıza doğru söyledik. Hiçbir şeyimizi halktan saklamadık ve onun için başarıya ulaştık’ der.
TİMUR FİDAN
Çocukluk ve gençlik dönemim Amed’de geçti. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Gençliğin doğası gereği arayışlarım vardı. İlk, orta ve liseyi Amed’de okudum. Sosyal açıdan şehir kültürünü almakla beraber köy kültüründen de tümden bir kopuş olmamıştı. '70'li yılların Kürdistan’ı, kuşkusuz şimdiki gibi değildi. Harekete katılımımda hem yaşadığım mekanın hem de o dönemin koşularının etkileyici ve belirleyici yanları vardır.
Bugünden düne bakılır ama bence dünün kendi orijini içinde izahının yapılması şarttır.
Belki bugün eksik ve çok basit gibi görünen şeyler, o zamanlar çok önemli konumdadır. 68 devrimci gençlik kuşağı, Türkiye’deki devrimci demokratik, yurtsever gençliği ayağa kaldırmış ve ciddi bir dalgalanmayı hem Türkiye hem de Kürdistan’da yaratmıştı.
AMED’DE HER ÖRGÜT VARDI, PKK EN SON GELENİYDİ
PKK bu devrimci dalga üzerinden Türkiye illerinde gelişim gösterdi. Kürdistan’a gelişi biraz geç oldu. PKK öncesi Kürdistan, bazı Kürt örgütleri tarafından adeta parsellenmişti. Özellikle Amed’in bu konuda bir kuşatma altında olduğunu söylemek mümkün. Kendilerini solcu, demokrat olarak tanımlayan bütün örgütlerin profilleri orada vardı. PKK açısından bu biraz da dezavantajdı. Çünkü diğer örgütler daha eskiydi ve gençler üzerinde bir etki kurmuşlardı. Biz de arayışlarımızın bir sonucu olarak sol ve sosyalist hareketlerle ilişki içerisinde olduk.
KAFAMIZDA ŞEKİLLENEN BİR KÜRDİSTAN YOKTU
Kürt ve Kürdistan’dan bahsediliyordu. Ama kafamızda şekillenen bir şey olmuyordu. Kuşkusuz bunun kafamızda şekillenmemesinde sömürgeciliğin yaratmış olduğu kültürel soykırımın etkileri belirleyiciydi. Yoğun bir inkar durumu söz konusuydu. O dönem Kürt herhangi bir değer ifade etmiyordu. Kürtler için o zamanlar 'Kürdistan' oldukça riskli ve tehlikeli bir kavramdı. Kürt ve Kürdistan’ın ise bir değeri yoktu. Bu açıdan Kürtlük değer gören, sahiplenilmesi gereken bir pozisyonda değildi. Bir algı oluşturulmuştu: “Kürtler asla bir şeyleri başaramaz”.
KÜRDİSTAN MÜCADELESİNDE BİR DEĞER YARATILMASI ŞARTTI
'Ne olursa olsun sonuçta kazanacak olan her zaman devlettir' algısı hakim kılınmıştı. Dolayısıyla inançsızlık, umutsuzluk had safhada yaşanıyordu. Bunun aşılabilmesi için Kürt ve Kürdistan mücadelesinde bir değer yaratılması şarttı. Aydın ve öğrenci gençlik çevresinde teorik olarak tartışılan bazı şeyler vardı. Ama nasıl yapılacağı konusunda bir belirsizlik durumu vardı. Böylesi bir hava hakimdi Kürdistan’da. Biz de bir grup arkadaş sola merak duyduğumuzdan belli bir araştırma içerisindeydik. Ama herhangi bir örgüt içerisinde değildik.
APOCULAR İSMİ GİDEREK YAYILIYORDU
Biz serbest bir grup öğrenciydik. O dönem her fraksiyon ile tanışıp, belli tartışmalar yürütüyorduk. Bu tanışma ve tartışma süreçlerinde DHKP-C ihtilalci yönlerinden kaynaklı bize çekici geliyordu. Kürt hareketleri içerisinde bizi çeken söylemler pek olmuyordu. Apocular ismi giderek yayılıyordu. Bizde de onlarla tanışma istemi oluşmuştu.
YÜZ YÜZE ÖRGÜTLEME YAPIYORLARDI
Tartışmadığımız bir onlar kalmıştı. O zamanlar arkadaşların herhangi bir yayın organı yoktu. Tüm tartışmalar birebir yapılıyordu. Onun için arkadaşları bulmak öyle kolay olmadı. Uzun bir arayıştan sonra arkadaşlara ulaştık. Tartışmalar bize çok çarpıcı ve farklı geliyordu. Üslup, tarz diğerlerine göre daha faklıydı. Hem konular bildiğimiz konular değildi. Hem de tartışma biçimleri faklıydı. Arkadaşların tavırlarında bir ciddiyet vardı. Söylemlerine o kadar inanıyorlardı ki, karşılarındakini bu inançla etkilememek mümkün değildi. Şunu hissettik; diğerlerine göre daha gerçekçiydiler. Anlatılanlar bilinirliğin ötesinde hissedilir bir gerçekliği ifade ediyordu.
Benim kararlaşmamda beni özel olarak etkileyen şey ise şu oldu; arkadaşlar bizlerle konuştuklarında şuna hep vurgu yapıyorlardı; 'biz arkadaşlarımızı koruyup kollarız' diyorlardı. 'Biz kimseye maddi hiçbir şey vaat etmiyoruz. Ama bizim tek bir vaadimiz var; o da arkadaşlığımızdır.' Bu konuşmaları hiç unutmuyorum. Beni PKK’ye katan şey bu arkadaşlık tanımı oldu. Sol, sosyalizm ve Kürdistan söylemleri etkili olmuştu ama esas arkadaşlık ilişkisi beni etkilemişti. Bu söylemler, 1978’de bu mücadeleye aktif olarak katılmamı sağladı.
PKK’DE ARADIĞIMIN FAZLASINI BULMUŞTUM
PKK’de aradığımın fazlasını bulmuştum. O dönemlerde genelde gençlik içerisinde çalışmalar yürütülmekteydi. Ben de bu çalışmalar içerisinde yer aldım. Söylemlerin ne kadar teorik bir derinliğe sahip olduğu değil, ne kadar gerçekçi olduğu insanları etkiliyordu. Bizi etkileyen şeylerin diğer gençleri de etkilememesi mümkün değildi. Onun için biz nasıl bir yaşamı yaşamak istiyorsak onu yaşayarak sunmaya çalışıyorduk.
ZORAKİ DEĞİL GÖNÜLLÜ KATILIM ESASTI
Eskiden toplumsal çöküş ve çözülüş bu düzeyde değildi. Modernizmin etkileri vardı ama bir toplumsallık da vardı. Ortak yaşam, komünal yaşama ilgi büyüktü. Oluşan gruplarda her şeyden önce açıklık ilkesi esastı. Paylaşım ve güven vazgeçilmez bir yaşam anlayışı haline geliyordu. Komün evleri oluşturuluyordu. Bu evlerde her şey ortaktı. Eğitimler toplu yapılır, gece yarılarına kadar harıl harıl tartışmalar yürütülür ve ortak bir fikir oluşturulurdu. Birine gelen bir şey varsa o herkes ile paylaşılırdı. Herkes üretmek ve emek vermek zorundaydı. Bu yaşamın büyüyüp çoğalması buna bağlıydı. Bunun için herkes canla başla, büyük bir zevk ile bunu yapıyordu. Zoraki değil gönüllüce katılım esastı.
KİMSE 'YANLIŞSINIZ' DEMİYORDU
Halk arasındaki inançsızlık, umutsuzluk, karamsarlık ve ciddiye alınmama durumları ciddi anlamda bir zorlanmayı yaratırken buna karşı bir mücadele geliştirip bunu değiştirme çabası da büyük oranda geliştiriliyordu. O dönemler kimse gerçekten Apocu Hareketin başarılı olabileceğini düşünmüyordu. İnsanlar bize hep şunu söylüyordu; 'siz iyi ve güzel insanlarsınız. Doğru şeyler söylüyorsunuz ama bu söyledikleriniz olur şey değildir.' İmkansız olarak görülen bir mücadeleyi yürütüyorduk. Burada dürüstlük ya da doğruluk yetmiyordu. Kimse 'siz yanlışsınız' demedi bize.
İnsanları ikna etmek oldukça zordu. Sadece sıradan insanlar bunu söylemiyordu. Türk sol örgütleri ve diğer Kürt örgütleri de aynı şeyleri söylüyordu. Nereye gidiyorsak 'olmaz sözü' ile karşılaşıyorduk. Bu kadar inançsızlık içinde inancını korumak oldukça zor oluyordu. Bu olmazlık aşılarak bir örgütlenme yaratmak belki de dünyadaki en zor işti. Ama buna rağmen Apocular bu olmazı olur kıldılar.
İNSAN OLMANIN TARİHİ
İnsanlık bu topraklarda doğdu ve gelişimini sağladı. İnsanlığın anayurdu olan bu toprakların sömürge olarak kalması mümkün değil. Halk deyimiyle; bu toprakların ahı var. Ve bu ah yerde kalmaz. Bu yüzden PKK başarılı oldu. PKK belki resmi olarak '78’de kuruldu ama PKK’nin tarihi insan olmanın tarihidir. Binlerce yıllık bir öfkenin mücadeleye dönüştürülerek sürdürülmesidir. Bunun için ben PKK’yi hakkın mücadelesi olarak tanımlıyorum.