‘İnsan yaşamını kâra göre düzenlemek en vahşi iktidardır’ -II

Bilim değil, tamamen burjuvazinin kâr üzerine kurulu yaşamına göre bir disiplin söz konusudur. Kâr esas alınarak düzenlenen ekonomik yaşam toplumun en dibindeki sorundur. İnsan yaşamını kâra göre düzenlemek en vahşi iktidar anlamına gelir.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2010 yılında “Demokratik Uygarlık Manifestosu”nun dördüncü kitabı olarak yayınlanan “Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü” isimle eserde 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle bugün işçi sınıfı, emek sömürüsü Ortadoğu toplumunda ekonomik sorunlara ilişkin derlediğimiz çarpıcı bölümleri yayınlıyoruz:

“Ortadoğu’da devlet ve toplum krizine yönelirken genelde beş bin yıllık, özelde son beş yüz ve iki yüz yıllık eleştiriler ve direnişlerin yanlışlıklarına düşmemeye büyük özen gösteriyorum. Bu özeni göstermek durumundayız. Bu konuda gelecek için değil, daha çok geçmiş gelenek için yaşamaya büyük değer biçiyorum. Tarih en çok bunun için gerekli bir bilim ve felsefedir. Tarih ölüleri anlatır, ancak kendilerini insanca yaşam için anlatır. Tarih bilinci olmayanların toplumsal yaşamlarının bir anlam ifade edemeyeceği çok iyi bilinmelidir. Ne kadar tarih bilinci varsa o kadar anlamlı bir toplumsal yaşama tekabül edeceği unutulmamalıdır. Sadece bu kadar da değil; anlam kadar maddi yapılar ve kültürler olarak da tarih yaşandıkça toplumsal yaşamın değerli olduğu ifade edilebilir.

Şüphesiz hem Hegel’i hem de K. Marks’ı aşarak Ortadoğu kültürünü, güncel devlet ve toplum krizini çözümlemek güç bir iştir. Kapitalist hegemonyanın bölge üzerindeki son iki yüzyıllık deneyimine karşı içten ve dıştan pek çok eleştiri ve direniş geliştirildi. Başarısız kalmaları bu direnişlerin ortak yanlarıdır. Radikal İslâmcısından ılımlısına, komünistinden milliyetçisine, liberalinden muhafazakârına kadar çeşitli güçlerin bölgenin tarihini ve güncel durumunu çözümlemeleri ve sistem inşa etmeleri başarılı olmaktan uzaktır. Dolayısıyla Avrupa uygarlığından aktarılma oryantalist çalışmalarla tarihten her kesimin, her topluluğun çıkar ve meşrebine göre yaptığı aktarımlar ne felsefi bir sentez ne de başarılı bir özgür siyasi gelişme ve kuram sağlayabilmiştir.

Demokratik uygarlık sistematiğini bu eleştiri ve direnişlerin anlamı içinde geliştirmek toplumsal hâkikatin doğru yolu olarak kendini dayatmaktadır. ABD hegemonyasının 2000’li yıllarda hızlandırdığı Ortadoğu Projesinin tek taraflı işlevsel olamayacağı yeterince açığa çıkmış bulunmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Asya ile Güney Amerika belki sistemle bütünleşebilirler. Ancak tarihsel merkezi uygarlık rolünü oynamış bölgenin sistemle kolay bütünleşmesi beklenemez. Sistemden tam kopuş da olası değildir. Zaten uygarlıkların bu yönlü toptancı kopuş ve bütünleşme özellikleri sınırlıdır. Sistemin yeniden inşa çabaları Grönland Adasındaki inşadan daha öteye rol oynayamaz.

Demokratik uygarlık hem tarihsel gelenek olarak, hem de güncel krizin derinleşmesi koşullarında önemini gittikçe hissettirecek bir seçenektir. Ulus-devlet kapsamındaki yeniden inşalar krizi hep daha da derinleştirecek karakterdedir. Bölgenin kültür gerçeği hem maddi hem de manevi alanlarda ulus-devletle diyalektik çelişki içinde olup, yaşanan şey derinleşen bu çelişkinin tıpkı faaliyete geçen volkanlar gibi aktifleşmesidir. Gerek kapitalist şirketler gerekse ulus-devletçikler tarihte binlerce yıl süren ve binlerce örneği görülen mahalli beylikler kadar bile çözümleyici rol oynayamazlar.

ORTADOĞU TOPLUMUNDA EKONOMİK VE İDEOLOJİK SORUNLAR

Ekonomik sorun esas olarak kadının ekonomiden dışlanmasıyla başlar. Ekonominin kendisi ise beslenme konusu olan her şeydir. Ekonomi-politiğe (K. Marks’ın Kapital’i dahil) göre ise piyasalara göre üretim üzerinden sağlanan kâr, rant, faiz ve ücretler ekonominin temel konusunu teşkil etmektedir. Bilim değil, tamamen burjuvazinin kâr üzerine kurulu yaşamına göre bir disiplin söz konusudur. Kâr esas alınarak düzenlenen ekonomik yaşam toplumun en dibindeki sorundur. İnsan yaşamını kâra göre düzenlemek en vahşi iktidar anlamına gelir. Biyo-iktidar kavramı biraz da bu gerçeği ifade eder.

Tarih boyunca tüm toplumlar insan ihtiyaçlarını giderme dışında zenginleşmek için yapılan mal ve para birikimlerine hep şüpheyle bakmışlar, fırsat bulur bulmaz bu birikimleri ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktan çekinmemişlerdir. Birikimin felaketlere karşı değil de bazı gruplar ve kişilerin zenginleşmesi için yapılmasının hep ahlâkın ‘kötü’ biçimindeki yargısına maruz kalması boşuna değildir. İnsan yaşamı gibi kutsal tutulması gereken bir değeri birikimcilere ipotek etmek en büyük ahlâksızlık sayılmıştır. Batının kapitalist modernitesinin bin bir hukuk maddesi ve güç aygıtıyla meşrulaştırmak istediği şey bu olgudur.

Şu hususu bir kez daha belirtmeliyim ki, insanlar için zorunlu beslenme, giyinme, taşınma ve barınma ihtiyaçlarına hizmet ettikçe, piyasaya karşı olmanın ve onu meta fetişizminin aracı olarak değerlendirmenin tutarlı bir yönü yoktur. Bu anlamda piyasa gerekli ve iyi bir ekonomik araçtır. Karşı olunan şey bu değildir. Piyasalar üzerinde bir yandan fiyatlarla oynayarak, diğer yandan uzak mesafeler nedeniyle oluşan aşırı kâr sistemine, yani kapitalizme karşı çıkılmaktadır. Anti-kapitalist olmak bu sisteme, tabii bu sistemi ayakta tutan her şeye karşı olmaktır. Piyasa gerçeği bu kapsamın dışındadır. Bilâkis sermaye tekelleri fiyatlarla sürekli oynayarak ve böylelikle kâr olanaklarını canlı tutarak piyasalarda sağlıklı ve adil bir değişimin oluşumunu engellerler. Yani kapitalizm sadece anti-ekonomi değil, anti-pazardır da. Böyle olmasaydı sürekli bunalım ve finans oyunlarıyla toplumsal yaşam alt üst edilebilir miydi? Bilim ve teknikteki bunca gelişmeye rağmen aşırı nüfus artışı, işsizlik, yoksullaşma ve çevrenin imhası başta olmak üzere, insanlığı tehdit eden sorunlar bu dönemdeki kadar büyüyebilir miydi?

KADIN DIŞLANINCA EKONOMİ, SORUNLAR YUMAĞINA DÖNÜŞTÜ

Kadının ekonominin merkezinde rol oynaması anlaşılır bir husustur. Çünkü çocuk yapmakta ve beslemektedir. Ekonomiden kadın anlamayacak da kim anlayacaktır! Genelde uygarlık tarihinde, özelde kapitalist modernitede kadın dışlanınca, koca koca erkeklerin üzerinde en çok oynadıkları ekonomi bu nedenle sorunlar yumağına dönüşmüştür. Ekonomiyle organik ilgisi olmayan, sadece aşırı kâr ve güç hırsıyla başta kadın olmak üzere tüm ekonomik güçleri denetimleri altına almak için girişilen bu oyun sonuçta her tür hiyerarşinin, iktidar ve devlet güçlerinin toplum üzerinde bir ur gibi büyümesine yol açarak sürdürülemez ve oynanamaz bir aşamaya dayanmıştır.

Kadından sonra başta çiftçiler olmak üzere gerçek ekonomiyle ilgilenen çobanlar, zanaatkârlar ve küçük tüccarlar da iktidar ve sermaye tekel aygıtları tarafından adım adım ekonomiden dışlanmasıyla tam bir ganimet ortamı yaratılmıştır. En çok aydınlatılması gereken bir konuyla karşı karşıyayız. Bir anlamda ekonomik yaşam alanları ve nesnelerinin talanı olan uygarlık süreçleri nasıl oldu da meşrulaştırılıp günümüze kadar taşındı? Ekonomiyi tasfiye eden güçler nasıl temel ekonomik faktörler olarak sunuldu? Sümer toplumunda tanrılar inşa edilirken bundan daha gerçekçiydiler dersek yanılmış olmayız. Tüm bu eleştirilere rağmen, K. Marks kapitalist ekonomi adı altında sunulan dehşetin, felaketin farkındaydı. Fakat kapitalist modernitenin kendi hegemonyasını alabildiğine inşa ettiği bir dönemde çözümleme ve devrimci eylemi ancak bu kadar olabildi dersek daha doğru olur.

Ortadoğu toplumunda önemli bir farklılık, ekonomik artıların devlet eliyle sızdırılmasıdır. Aslında Avrupa uygarlığında da devletsiz kârın bir hayal olduğu göz önüne getirilirse, devletin son tahlilde toplumsal artıkların yegâne meşru sahibi olduğu görülür. Kendini mülkün sahibi olarak görmek zaten bunun için yeterli nedendir. Devlet dışında kârdan bahsetmek bir aldatmacadan öteye gitmez. Sonuç olarak uygarlık tarihi anti-ekonomik bir tarihtir. Tüm ekonomik sorunlar bu çelişkinin sonucu olarak yaşanır. Egemen sınıf, kent ve devlet ekonomiden ne kadar ellerini çekerlerse, diğer bir anlamıyla küçülür ve ekonomiyi gerçek sorumlularına terk ederlerse, ekonomik sorunlar da o kadar çözüm yoluna girer. Küresel ekonomi için doğru olan bu belirleme Ortadoğu ekonomik yaşamı için de fazlasıyla doğrudur.

Ortadoğu ideolojik dünyası için önemli olan, mitolojik ideolojinin nasıl dinsel ideolojiye, dinsel ideolojinin nasıl felsefi ideolojiye ve en son bilimsel teorilere dönüştüklerini izlemektir; hangi maddi sorunlar dünyasının karşılıkları olduklarını bulmak ve izlemektir. Ekonomik ve toplumsal yaşam sorunları ideolojide mutlaka karşılığını bulurlar: Gerçek veya saptırılmış olarak. İktidar, devlet ve hanedan kuruluşları çok tipik olarak kendilerini ideoloji dünyasında da tanrısallıklar biçiminde inşa edip sunarlar. Bu yönleriyle ideolojik çözümlemeler yapılırsa, toplum hakkında daha doğru bilinç ve aydınlanma mümkün olur. Tüm ilk ve ortaçağların dinler ve tanrılar dünyası yükselen hiyerarşiler ve hanedanlıklar, iktidar, devlet ve sermayedarlar dünyasının yansıtılmış, meşrulaştırılmış izlerini taşır. Kendi aralarındaki sorunlar ve kavgalar aynen izlerinde de yaşanır. Maddi sorunları iyi kavramak için ideolojik alan ne kadar gerekliyse, tersi de o denli gereklidir. İki yanı, yüzü ayırt etmek kadar, aralarındaki bağlantıları da hep aramak, görmek gerekir.

ÇÖZÜM EVRİMCİ VE DEVRİMCİ TARZDA

Uygarlıkların momentlerinde inşa edici güçler ideolojinin imgesel (hayali) karakterinin tamamen farkındaydılar. Bu hayali köleler dünyasına dünyayı gerçekler olarak sunarken hem köleleri uysallaştırıyor, hem de arzularını gemliyor ve öte dünya dedikleri imgeyle avuntu bulacaklarını umuyorlardı. Dolayısıyla çok sorunlu bir ideolojik dünyanın gelenekselleşmesi oluyordu. Uygarlık tarihinin hep dinler ve tanrıların gölgesinde sunulması bu gerçeklikle bağlantılıdır.

Günümüzde de ağır toplumsal sorunlar bu yönlü ideolojik sorunlara dönüştürülür. Belki de daha kolay çözülebileceklerine duydukları inançtan ötürü böyledir. İslami ideolojinin canlandırılması toplumsal sorunların artan varlığını yansıtır. Modernite ideolojilerinin çözüm aracı olmamaları, toplumsal sorunlarla gerçekçi bağ oluşturamamalarından kaynaklanır. Hem geleneksel (dinsel) hem de modern (liberalizm, milliyetçilik, sosyalizm vb.) ideolojilerdeki başarısızlık, toplumsal sorunları doğru yansıtmamalarıyla ilgilidir. Çözüm evrimci ve devrimci tarzlarıyla hem söylemde hem de eylemde doğrunun yaşanmasını dayatmaktadır.

Yarın: Kapitalizm sistemin ruhu ve beynidir