'Şimdikilere tepki koyduğumuzda 6-7 Eylül’le hesaplaşmış oluruz'

Tarih Vakfı’nın düzenlediği ‘Unutmak, Hatırlamak, Utanmak: 6-7 Eylül 1955’ etkinliğinde 6-7 Eylül’deki lincin tarihsel ve uluslararası arka planı ele alındı.

Tarih Vakfı, önceki gün İstanbul’da ‘Unutmak, Hatırlamak, Utanmak: 6-7 Eylül 1955’ etkinliği ile 62 yıl önce Rumları hedef alan talanı birçok yönüyle ele alan bir toplantı düzenledi. Toplantıda, İstanbul Üniversitesi SBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Güven Gürkan Öztan, “6-7 Eylül: Eski İstanbul’a Veda Hazırlığı”, yazar Foti Benlisoy “6-7 Eylül Pogromunu Hatırlamak: Tertip, Galeyân ve Milli Mutabakat” ve Galatasaray Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi Hakan Yücel de “6-7 Eylül”e “64 Sürgünü”nden Bakmak” başlıklı konuşmalar gerçekleştirdi.

Toplantıda ilk olarak sözü alan Tarih Vakfı Başkanı Mehmet Ö. Alkan da “Hakikatin Hâfızası” adlı bir giriş konuşması yaptı. Alkan, Ermeni Tehciri’nden, 1930’larda yükselen faşizme değin, yaşanmış birçok baskıyı anarak başladığı konuşmasında, 1955 yılına kadar hem İkinci Dünya Savaşı hem de Soğuk Savaşa kadar uzanan tarihi konjonktürü değerlendirdi. 1954 yılına doğru Demokrat Parti’nin otoriterleşmeye varan uygulamaları, yaşanan ekonomik buhran ve Kıbrıs meselesi gibi 1955’e doğru yaşanan birçok etmeni sayan Alkan, 6-7 Eylül’ün böylesi bir ortamda yaşandığını kaydetti. Türkiye’de yaşan birçok halkın acılarının yarıştırılamayacak boyutlarda olduğunu da sözlerine ekleyerek her şeye rağmen barış içinde bir arada yaşama isteğinin elzemliğine vurgu yaptı.

RUMLAR BURADA YAŞAMA UMUDUNU YİTİRDİ

Öğretim Üyesi Güven Gürkan Öztan “6-7 Eylül: Eski İstanbul’a Veda Hazırlığı” başlıklı konuşmasında yaşanan bu talanın şehre tam anlamıyla bir veda olmadığını; ama Müslüman Türk çoğunluğu dışında kalanlara şehrin gelecek vaadinin ve kamusal alanının kapatıldığı bir kırılma noktası olduğunu söyledi. Özatan öncelikle 6-7 Eylül’ün adının konması gerektiğini ve bunun bir pogrom olduğunu şöyle ifade etti: “Bu, Anadolu’da 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru başlayan yaşanan etnik, dini parçalanmanın, katliamların son zincirlerinden bir tanesidir.” Güven Gürkan Özatan da yine Ermeni Soykırımına değinerek 1913-22 yılları arasında yok sayılan ama ağırlıklı olarak katliamlara dayanan bir tarih olduğunu dile getirdi. Özatan, 1920’lerden sonra yaşanan olaylara bakıldığında ise devletin gayri Müslimleri özellikle taşralardan sınır boylarına sürdüğünü; ama bunlara rağmen o yıllarda da İstanbul’un mekansal olarak bir ayrıcalıklı ve sadece Müslümanların değil, gayri Müslimlerin de ortak şehri olduğunu vurguladı. 1950’lerde gayri Müslimlerin kendilerini en çok İstanbul’da rahat hissettiklerini söylerken bir yandan Demokrat Parti’nin başa gelmesinin CHP dönemindeki Varlık Vergisi ile başta Ermeniler olmak üzere diğer halklara uygulanan baskıların son bulacağına dair umudun da yükseldiğini sözlerine ekledi. Özatan tam da böylesi bir rahatlama döneminde 6- 7 Eylül’ün yaşandığını belirtti. Öte yandan Gürkan Özatan, böylesi bir travma yaşayan Rumların 6-7 pogromu sonrası Türkiye’de yayın yapan Rumca gazetelerin de ‘terk etmeme’ tavsiyelerine rağmen burada yaşama umutlarını büyük ölçüde yitirdiklerinin altını çizdi.

“YAŞANANLAR POGROMDUR”

Toplantıda “6-7 Eylül Pogromunu Hatırlamak: Tertip, Galeyân ve Milli Mutabakat” adlı konuşma yapan Foti Benlisoy da ilk başta Özatan gibi pogrom meselesine değindi. Benlisoy, yaşananların bir pogrom olduğunu ‘olay’ ya da eski deyimiyle hadise demenin özneyi imlemeyen, faili belirtmeyen gayri siyasi bir tanım içerdiğini; pogromun ise siyasi bir sorumluluk taşıdığını vurgulayarak şöyle konuştu: “Pogrom 19’uncu yüzyılın sonu 20’inci yüzyılın başı itibariyle Doğu Avrupa’da özellikle de Rusya’da Yahudilere karşı girişilmiş, devletin ya doğrudan örgütlediği ya da desteklediği kitlesel linç girişimleridir. Bu yüzden 6-7 Eylül’ü anarken hem sonrasında hem de öncesinde yaşanan benzer hadiseleri bu şekilde ele almak gerekiyor.” Foti Benlisoy da ikinci Dünya Savaşı sonrası Rumların görece daha rahatlama döneminde olduğunu bunun da uluslararası konjonktürden ileri geldiğini anlatırken o dönem Yunanistan ve Türkiye arasında ciddi bir yakınlaşma olduğunu sözlerine ekledi. 1930’larda Rumların yasaklanan özellikle dini ritüellerinin 50’lerin başında kalktığını ve bu yaşananların uluslararası konjonktüre bağlı gelişmeler olduğunu aktardı. Öte yandan Benlisoy 1954- 74 arasında Kıbrıs Meselesinin Rumların dışlanması ve ötekileştirilmesi bağlamında önemli bir rol oynadığını çünkü bunun Türkiye’nin elinde bir koz olduğunu da dile getirdi. Benlisoy ayrıca 6-7 Eylülde yaşanacakların zaten öncesinde beklediğini ifade ederken basının özellikle Patrikhane’nin Kıbrıs için para topladığına dair ciddi bir propaganda yürüttüğünü de anlattı. Benlisoy son olarak 6-7 Eylül’ün şimdiye kadar çokça konuşulduğunu ama önemli olanın bunun hesaplaşmasını günümüze taşıyabilmek olduğunu belirtti. Günümüzde mini pogromların devam ettiğine de değinen Benlisoy, “Bugün Kürt inşaat işçilerine ya da Suriyeli mültecilere bu yapıldığında ve buna karşı bir tepki geliştirdiğimizde hesaplaşmış oluruz” dedi.

RUM NÜSUFUSU 20 YILDA 5 BİN KİŞİYE DÜŞTÜ

‘6-7 Eylül’e ‘64 Sürgünü’nden Bakmak’ başlıklı konuşmayı gerçekleştiren Hakan Yücel de pogromlar meselesine değinerek 70’lerde Maraş ve daha az insanın öldüğü için çok bilinmeyen Malatya’daki linçlerin de buna örnek olabileceğini söyledi. Buralarda da Alevi ve az da olsa Ermenilere, solculara karşı başlayan ciddi bir linç olduğunu anlattı. Hakan Yücel, bu pogromlarda hedeflerin farklı olsa da mekanizmaların aynı şekilde işlediğine dikkat çekti.

Öte yandan Rumların asıl olarak ülkeyi büyük oranda 1964 sürgününde terk ettiğini dile getiren Yücel, binlerce kişinin yanlarına 20 kilo eşya ve 20 Dolar’la ülkeyi terk etmeye zorlandıklarını hatırlattı. Göç ettirilenlerin Yunan uyruklu sayıldığını; fakat yaptıkları saha çalışmaları neticesinde Türkiye Rumları ile Yunanlı olanlar arasında fazlasıyla evlilik olduğunu öğrendiklerini söyledi. Yanlış bilinen bir bilgiyi de düzelten Hakan Yücel, bunun Yunanistanlı Rumların 1930’ladaki yumuşama döneminde geldiği bilgisi olduğunu aktardı. Yücel, yumuşama devri olarak söylenilen dönemden sonra özellikle gayri Müslimlere bazı mesleklerin men edilmesi üzerine var olan Rum sayısının artmadığını aksine azaldığını ifade etti. Asıl azalmanın ise 1964’te olduğunu belirten Hakan Yücel, 1975’e gelindiğinde ise 5 bin Rum kaldığını aradan geçen 20 yıllık zamanda Rum nüfusunun 20’de 1’e indiğini sözlerine ekledi