Şiray: Süreçte hukuki düzenlemelerle ilerleme sağlanır
İHD Êlih Şube Eşbaşkanı Ahmet Şiray, toplumsal barış ve demokratikleşme hamlesinin mimarı Önder Apo’nun rolünü oynayabilmesi için hukuki düzenlemelerin derhal yapılması gerektiğini belirtti.
İHD Êlih Şube Eşbaşkanı Ahmet Şiray, toplumsal barış ve demokratikleşme hamlesinin mimarı Önder Apo’nun rolünü oynayabilmesi için hukuki düzenlemelerin derhal yapılması gerektiğini belirtti.
Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı ile Türkiye’de yaşanan tartışmaları hukuki boyutuyla ANF’ye değerlendiren İHD Êlih Şube Eşbaşkanı Ahmet Şiray, bu çağrıdan sonra devletin hukuken yapması gereken reformları ve Önder Apo’nun hukuki durumunun yeniden düzenlenmesi gerektiğini söyledi.
‘HUKUKİ DÜZENLEMELER SÜRECİ OLUMLU ETKİLEYECEK’
Ahmet Şiray, 1 Ekim 2024’te TBMM’nin açılışında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelerek DEM Parti Eş Genel Başkanlarını selamlamasıyla başlayan ve yöntem olarak daha önceki süreçten farklı bir şekilde yürütülen yeni sürecin, Türkiye ve Ortadoğu toplumlarında barışa dair umutların yeniden yeşermesine yol açtığın belirterek şu değerlendirmeyi yaptı: “Devlete göre 41 yıl, Kürt Halkına göre yüzyıllık bu meselenin muhataplar ekseninde tartışılması ve çözülmesi gerekliliği herkesçe bilinen bir gerçektir. Türkiye kamuoyu kadar uluslararası devletler de PKK lideri Abdullah Öcalan’dan gelecek olan çağrıyı merak içinde beklemekteydi. Nitekim bu çağrı, 27 Şubat’ta yapıldı. Çağrı, ulusal ve uluslararası medya yayın kuruluşlarında geniş bir yer buldu, uluslararası devlet ve kuruluşlar çağrıya dair memnuniyetlerini de getirdi. Bu çağrı kadar, PKK’nin 2 gün sonra Öcalan’ın çağrısına karşılık vermesi de barışa dair umutları arttırmaya devam etti. Tabii ki kalıcı bir barışın sağlanması, tarafların ve muhatapların iyi niyetine bağladır. Asıl mesele,devletin kalıcı bir barışın sağlanması için gerekli şartları ve kolaylıkları sağlaması, gerekli hukuki adımları uluslararası sözleşmeleri baz alarak atması gerekmektedir.
Son zamanlarda kamuoyunun uzunca zamandır üzerinde durduğu meselelerden biri de umut hakkıdır. Umut hakkı; ömür boyu sürecek şekilde tasarlanmış müebbet hapis cezası gibi uzun süreli hapis cezalarında da, her mahpusun yeniden özgürlüğüne kavuşma olanağına sahip olması gerektiği görüşüdür. Bu hak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından önce Avrupa Konseyi’nin farklı organları tarafından ele alınmıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), ömür boyu hapis cezası almış kişilerin erken tahliye olabilme olasılığını, dış dünya ile adaptasyonun sağlanması ve tahliye sonrasına hazırlanmaları amacıyla hapishanelerde anlamlı çalışmaların olması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Bu çerçevede hapishanede bulunan her mahpusun bir gün dışarı çıkacağı umudunun olması gerektiği ve devletlerin bu konuda yasal düzenlemeleri yapması gerektiği vurgulanmıştır.
15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilen PKK lideri Abdullah Öcalan, 29 Haziran 1999'da eski Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. Maddesi uyarınca idama mahkûm edildi. Öcalan'ın cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi, ancak 2002 yılında yapılan yasal değişiklikle, Öcalan'ın şartlı salıvermeden yararlanması engellenmiş oldu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru sonucunda, Öcalan hakkında umut hakkıyla ilgili daha önce vermiş olduğu emsal kararlardan da yola çıkarak, “serbest kalma ümidi olmadan, hapis cezasının infazının ölünceye kadar devam etmesi, Sözleşme’nin 3. Maddesini ihlal eder” gerekçesiyle Türkiye aleyhine karar verdi. Ancak geçen süre zarfında AİHM kararına karşı herhangi bir yasal düzenleme yapılmadı. Umut hakkı meselesi, Kürt siyasetinin gündeminden çıkmazken, ilk kez hükümet ortağı Devlet Bahçeli tarafından dile getirildi.
Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te partisinin grup toplantısındaki,’Tecrit kaldırılırsa gelsin, TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın" şeklindeki çağrısı, aslında kalıcı bir barışın sağlanması önündeki engellerden bir tanesinin de umut hakkı ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Ülkede kalıcı barışın sağlanması, Türkiye halklarına barış umudunun aşılanması ve tüm kesimlerin sürece dahil edilmesi noktasında muhatapların önündeki fiziki engellerin hukuki ve yasal altyapısı oluşturularak kaldırılması gerekmektedir. Bunun için öncelikle İnfaz Kanunu’nun düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca,sürecin daha sağlıklı ilerleyebilmesi için ve taraflar arası iletişim ve diyaloğun sağlanması için Öcalan ve bu statüdeki tüm mahpusların umut hakkından yararlanması gerekmektedir.
‘YENİ BİR HUKUKİ DÜZENLEMEY İHTİYAÇ VAR’
Taraflar arasında başlayan yeni sürecin barışla sonuçlanması için bir takım hukuki düzenlemelerin yapılmasının şart olduğunu vurgulayan Şiray, “En önemlisi, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin tümden kaldırılması ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak düzenleme yapılması gerekiyor. Bir önceki çözüm sürecinin yerini çatışmalı bir sürece bırakmasının ardında, süreç esnasında kullanılan tüm ifadeler ve söylemler suç unsuru sayılarak, binlerce siyasetçi hukuka ve yasalara aykırı bir şekilde gözaltına alındı, tutuklandı ve ceza aldı. Hâlâ o dönem kullanılan ifadelerle ilgili yargılamalar devam etmektedir.
Devlet eğer barışı tesis etmekte samimi ise, elbette ilk yapılması gereken şey, hukuki-yasal düzenlemelerin demokratik devlet ve hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yapılmasıdır. Kalıcı barışın tesisi için sürecin TBMM bünyesinde şeffaf bir şekilde, süreci yürüten tarafların yasal haklarının güvence altına alınacak şekilde düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Türkiye’de barış sürecinin başarılı bir şekilde ilerleyebilmesi için mevcut hukuk sistemin acilen işletilmesi ve arkasında da yeni yasaların çıkarılmasının önemli olduğunu aktaran Şiray, “Barış süreci başarılı bir şekilde yürüsün veya yürümesin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ‘sosyal hukuk devletidir’ tanımı yer almaktadır. Sosyal hukuk devleti tanımının gerekliliklerinin yerine getirilmesi için yasaların ve kanunların anayasaya veya Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uygun olması gerekmektedir. Barış sürecinin başarılı bir şekilde yürümesi veya başarıya ulaşması için elbette devletin bir takım yasal düzenlemeler yapması gerekmektedir.
‘TMK KAPSAMINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMALI’
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısının yerine getirilmesi için öncelikle bir takım yasal düzenlemelerin yerine getirilmesi gerektiği beklentisi, Kürt kamuoyunda oluşmuş durumda. PKK’nin silah bırakması veya örgütü feshetmesi durumunda örgüt üyeliğinden hüküm giyen/yargılanan ve hapishanelerde bulunan binlerce siyasi mahpus ve örgüt üyesinin durumunun ne olacağı merak konusudur. Devletin bu konuyu meclis çatısı altında açıklığa kavuşturması ve buna göre özellikle TMK kapsamında ciddi anlamda yasal değişiklik yapması gerekmektedir.
Olası bir fesih durumunda, mevcut örgüt üyelerinin durumu ve onlarla ilgili nasıl bir yol izleneceği gibi konularının devlet tarafından açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bir barış tesis edilecekse, taraflar samimi ve karşılıklı iyi niyete dayalı adımlar atmalıdır. Çünkü mevcut yasalar ve kanunlar toplumun beklentilerini karşılayacak nitelikte değildir.
Anayasa değişikliği ile daha çoğulcu ve demokratik bir anayasa oluşturulmalıdır. Çünkü en çok çoğulcu ve demokratik yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Ülkedeki tüm azınlıkları kapsayıcı, evrensel hukuk normlarına uygun bir anayasa çalışmasının yapılması elzemdir. Bu temelde barış sürecinin nihayete ermesi için muhatapların karşılıklı ve gerekli adımları atması son derece önemlidir” diye konuştu.
‘TÜM SİYASİ TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILMALI’
Mevcut yasa ve anayasa göre, siyasetçilerin yargılanması ve cezaevinde oluşlarının hukuka aykırı olduğunu hatırlatan Şiray, sürecin ilerleyebilmesi açısından hukuki bir yol haritasının izlenmesi gerektiğini belirterek şöyle devam etti: “Aslında, her ne kadar yetersiz olsa da mevcut anayasa ve yasalar uyarınca siyasetçiler ve politikacılar hakkında verilen cezalar ile yürütülen yargılamalar hukuka aykırıdır. Türkiye’de yasalar hukuka uygun bir şekilde yürütülseydi, şu an cezaevinde bulunan siyasetçilerin tamamının dışarıda olması gerekirdi. Ancak ülkede hukukun araçsallaştırılması sonucu on binlerce siyasetçi şu an hapishanede bulunmakta veya yargılanmaktadır.
‘ÖNCELİKLE HASTA TUTSAKLARIN SERBEST BIRAKILMALARI GEREKİYOR’
İHD’nin verilerine göre, yaklaşık 600’ü ağır olmak üzere en az 1700 hasta mahpus bulunmaktadır. Öncelikle,hasta mahpuslar hakkında yasal bir düzenlemenin yapılması ve tam teşekküllü hastanelerde tedavilerini sürdürebilmek için serbest kalmaları gerekmektedir. Özellikle 1 Ocak 2021’de yapılan değişikle yürürlüğe giren ‘Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri’ ile ‘Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik’ kaldırılmalı ve İdare Gözlem Kurulları tarafından verilen tüm kararlar iptal edilerek, koşullu salıverilme hakkını kazanan tüm mahpusların serbest kalmaları, atılacak samimi adımlardan bir tanesidir.
Yine demokratik siyasetin önünün açılması için devletin iyi niyet göstergesi olarak, başta HDP Eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere tüm siyasi mahpusların serbest bırakılması önemli bir adım olacaktır. Haklarında açılan davalarda hukuka uygun bir şekilde yargılama yapılması ve beraat kararlarının verilmesi gerekmektedir. Ayrıca tüm siyasi mahpusların serbest bırakılması için ve süreci titizlikle sürdüren herkesin, yarın süreç esnasında dile getirdiği ifadelerden dolayı yargılanmaması için meclis bünyesinde yasal güvencenin verilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde mevcut yasalar daha önce yapıldığı gibi gene istenildiği gibi yorumlanabilir ve tekrardan Kürt siyasetine yönelik gözaltı furyası başlatılabilir.
Kaldı ki, hem Anayasa Mahkemesi hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından daha önce verilen kararların yerine getirilmesi durumunda neredeyse tüm siyasetçilerin hapishaneden çıkması gerekir. Ama bu konuda sadece bu kararların uygulanması yeterli değildir, aynı zamanda tüm siyasi partilerin bir araya gelerek daha demokratik ve hukuki yasaları Meclis’ten geçirmesi gerekmektedir. Bu süreçte ülkedeki siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına (STK), sendikalara, meslek odalarına, barolara, iş insanlarına ve sorumluluk hisseden herkese önemli görevler düşmektedir. Herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirse sürecin ilerleyişi herhangi bir yol kazasına uğramadan başarıya ulaşacaktır.”
HUKUKİ REFORMLAR VE BARIŞ SÜRECİ
Sürecin yol alabilmesi için Türkiye iç hukukunda reformların yapılmasının elzem olduğunu ifade eden İHD Êlih Şube Eşbaşkanı Ahmet Şiray, şunları ekledi: “Süreç umut edildiği gibi gelişirse sadece Türkiye değil, Ortadoğu’da savaş, çatışma ve isyan durumu yerini bir çatışmasızlık ve barış ortamına bırakacaktır. Türkiye’deki tüm kesimlerin az-çok demeden elini taşın altına koyması gerekmektedir.
Sürecin sonunda barış tesis edilecekse, 103 yıllık Cumhuriyet tarihinde zarar görmüş ve mağdur olmuş insanların seslerinin duyulması gerekir; bu sese kulak verilmesi gerekir. Toplumsal iyileşme konusunda adım atılacaksa, meclis bünyesinde şeffaf ve adaletli adımların atılması gerekir. Geçmişi konuşmadan, geçmişle yüzleşmeden, Türkiye toplumunun ve Kürt halkının hafızasında oluşturulan hasarları onarmaya yönelik bir çalışma programı taraflarca oluşturulmasa halktaki beklentileri ve barış umutlarını canlı tutmak hayli zorlaşacaktır.
Çatışmalı süreçte zarar gören, acı çeken tüm kesimlerin dinlenmesi ve önerilerine kulak verilmesi gerekir. Özellikle yıllardır demokratik kitle örgütlerinin kurulmasını istediği Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun Meclis bünyesinde kurulması ve bir an önce çalışmalarına başlaması gerekiyor. 90’lı yıllar başta olmak üzere,Cumhuriyet tarihinde gözaltında kaybedilen yaklaşık 17 bin faili meçhul cinayetin akıbetinin açıklığa kavuşturulması, kaybedilenlerin faillerinin tespit edilmesi ve cenazelerinin ailelerine teslim edilmesiyle birlikte faillerinin yasalar önünde yargılanması gerekmektedir.
Bu nedenle baskıcı ve otoriter uygulamalar son bulmalı, azınlık halklar üzerindeki baskılar kaldırılmalı ve siyaset yürütebilmeleri için her türlü hukuki reformlar yapılmalı. Ayrıca yapılacak bir anayasa değişikliği, tüm azınlıkların ve Türkiye’de yaşayan tüm kesimlerin din, dil ve etnik kimliklerini kapsayacak bir şekilde düzenlenmelidir.”