AİHM bu kez Cizre sınavında

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), son dönemdeki 'şaibeli' kararlarının ardından yeni bir sınavla karşı karşıya.

Şırnak'ın Cizre ilçesinde 2015-2016 yılları arasında ilan edilen ve yüzlerce insanın katledildiği, kentin yakılıp yıkıldığı sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan insan hakkı ihlallerine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yapılan başvurularda karar verilecek. Yaşam, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği belirtilen Ömer Elçi ile mahsur kaldıkları bodrum katında ambulans beklerken birçok kişiyle birlikte katledilen Orhan Tunç adına yapılan başvurular üzerine kararlaştırılan duruşma, bugün saat 09.00'da Strasbourg kentinde görülecek.

Şırnak'ın Cizre ilçesinde 2015-16 yılları arasında uygulanan ve çok sayıda insanın katledildiği sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan ihlallere dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yapılan başvurular, 13 Kasım’da yapılacak duruşmada görüşülecek. Kabul edilebilirlik ve esas üzerine görülecek olan duruşma, geri kalan dosyalar için de emsal olacak.

Türk devletinin ’Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddedip ’diyalog süreci’ni bitirdikten sonra Ekim 2014 MGK Toplantısı’nda kararlaştırılan ’Çökertme Planı’nı devreye koyup Kürtlere karşı yeniden savaş başlatmasıyla birlikte bu kez Kürt kentleri de hedef alındı. Ağustos 2015’te Cizre, Sur ve Silopi başta olmak üzer pek çok il ve ilçede 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11’nci maddesine dayanılarak kaymakam ve valiler tarafından sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Türk devleti, ordusunu da devreye koyarak konvansiyonel silahlarla kentleri yakıp yıktı, hiçbir yasa ve norm tanımadan katliamlar yaptı.

CİZRE’DEKİ AĞIR BİLANÇO

Şırnak Valiliği’nin 14 Aralık 2015’te saat 23.00’te Cizre’de ilan ettiği sokağa çıkma yasağı 79 gün sürdü ve 2 Mart 2016’da sona erdi. 79 gün süren ablukada toplam 259 kişi katledildi. İçerisinde ağır yaralıların olduğu ve bodrumlara sığınan 177 insanın büyük çoğunluğu, Türk güçleri tarafından yakıldı. 92 kişi kimlik bilgileri henüz açıklanmadan kimsesizler mezarlığına defnedildi. Onlarca insan evlerinin mutfağında yemek yaparken, oturma odalarında, tuvalet ihtiyacını gidermeye giderken, sokak ortasında katledildi. Abluka boyunca seçilmiş siyasetçiler dahil olmak üzere hiçbir gazeteci, kurum ya da kuruluşun Cizre’ye girmesine izin verilmedi. Cizre ablukası başlamadan önce yapılan “evlerinizi boşaltın, son uyarımızdır” anonsları, sivil yerleşim alanlarına yönelik top atışları ve başkaca psikolojik baskı yöntemleriyle halk göçe zorlandı, evlerini terk etmeyenlere yönelik büyük bir katliam gerçekleşti.

YARGI SÜRECİ

Bu kentlerdeki hak ihlallerine karşı 2015 ve 2016’da Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne çok sayıda başvuru yapıldı. Bu başvurularda AYM ve AİHM'den hak ihlallerinin önüne geçebilmek için geçici tedbir kararları vermeleri istendi. AİHM, içtüzüğünün 41. maddesi uyarınca bu başvuruların öncelikli olarak ele alınmasına karar verdi. AİHM, bu kararın bir sonucu olarak 15 Aralık 2016’da sokağa çıkma yasakları bağlamında 160'tan fazla kişiyi temsilen yapılan 34 başvuru hakkında Türkiye'den savunma istedi ve başvurucuların esası hakkında ilerleyen tarihlerde karar vereceğini duyurdu.

TEMMUZ’DA DURUŞMAYI DUYURDU

Mahkeme, başvuruların hem esası hem de kabul edilebilirliğiyle ilgili duruşma yapmaya karar verdiğini Temmuz’da duyurdu. Ancak bütün dosyalar için duruşma yapmak yerine içlerinden iki tane dosyayı seçip bu iki dosyada yapılacak olan usul ve esas tartışmalarını, geri kalan bütün dosyalar için de uygulamaya karar verdi. Sokağa çıkma yasağının yasallığını Ömer Elçi dosyası üzerinden, sokağa çıkma yasakları sorasında Cizre’de yürütülen operasyonun niteliği ve meydana gelen ölümlerin hukuki tartışmasını da Orhan Tunç dosyası üzerinden yapacağını açıkladı.

Kabul edilebilirlik ve esas üzerine yapılacak olan duruşmaya, Avrupa ve Türkiye'den birçok insan hakkı kuruluşu temsilcisi ve avukatın katılması bekleniyor. Yasaklar sırasında devlet kurumlarında görevli olan bazı kişilerin de katılması bekleniyor.

CİZRE ÜZERİNDEN İKİ İLK

Cizre’de neler olduğu ilk defa uluslararası bir mahkemede tartışılacak. Diğer önemli bir tarafı da Cizre’deki katliamlarla ilgili devletin ilk defa savunmada olması. Devlet ilk defa kamuya açık bir alanda sokağa çıkma yasakları ve özellikle Cizre bodrumları ile ilgili hesap verecek.

AVUKATLAR NE DİYOR

Strasbourg’daki duruşmaya katılacak olan avukatlardan Ramazan Demir, öncellikle AİHM’in çok istisnai durumlarda duruşma açtığını hatırlattı. İyimser bir yorumla mahkemenin muhtemelen ikna edilmeyi beklediği noktalar olduğunu kaydeden Avukat Demir, bunların en önemlilerini şöyle sıraladı;

* Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu başvurular açısından etkili olup olmadığı,

* Türkiye’de Cizre’deki ölümlerle ilgili yürütülen soruşturmaların etkili olup olmadığı.

AYM’NİN ETKİSİZLİĞİNE İKNA

Mahkemeyi AYM’nin bu dosyalar konusunda neden etkili olmadığını ikna etmeye çalışacaklarını kaydeden Av. Demir, iki olasılığa işaret etti:

* AİHM, ‘AYM bu dosyalar için etkili bir yoldur’ deyip bizi AYM’ye geri gönderebilir,

* ‘AYM bu dosyalar için etkili bir yol değildir’ deyip dosyaların esasıyla ilgili karar vermek isteyebilir.

Her iki durumda da dosyalar yürümeye devam edeceğini belirten Av. Demir, ‘AYM’ye gidin’ deseler bile sonrasında tekrar AİHM’e gidebileceklerini söyledi.

90’LARIN KENT VERSİYONU

Aileler adına AİHM'e başvuruda bulunan avukatlardan Newroz Uysal, yasaklar sırasında insanlığa karşı suçların işlendiğini hatırlatarak, bugünkü duruşmada yasaklarda yaralananlar için ambulansların gönderilmemesi, AİHM tarafından verilen tedbir kararlarının uygulanmamasının yanı sıra devletin ’terörle mücadele’ adı altında yarattığı ’gri alan’ın tartışılacağını dile getirdi. 90’lı yıllarda yaşanan köy boşaltmalarına benzer bir sürecin yasaklar sırasında yaşandığını dikkat çeken Avukat Uysal, "AİHM, 90'larda yaşananlara ilişkin yıllar sonra verdiği kararlarla Türkiye'yi mahkum etti. Ancak yasaklar biraz daha güncel ve yakın bir tarihte meydana geldi. Bundan dolayı şimdi hesap verilebilir bir mecranın yaratılmış olması önemli" dedi.

CİZRE’DE ÜST BOYUTA TAŞINDI

Mahkemenin, tutumuyla Türkiye'ye ve yasaklara dönük tavrını ortaya koyacağını kaydeden Av. Uysal, Cizre’nin özgünlüğünü şöyle izah etti: “Birçok kent ve bölgelerinde birden fazla sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Benzer gerekçeler, ilan edilme şekilleri, uygulama ve operasyon yürütme biçimleri gerçekleşti. Temel insan hakları ve insanlık onurunu zedeleyen uygulamalar yaşandı. Ancak Cizre’de en üst seviyede vahşet halini aldı. Üç ayrı adreste mahsur kalan yüzlerce insanın toplu şekilde katledilmesi, yaşananların bir özetidir.“

UYGULANMAYAN TEDBİRLER VE TAKİPSİZLİK

Cizre'de sokağa çıkma yasağı devam ederken AİHM ve AYM’ye tedbir talepli başvurular yapıldığını hatırlatan Avukat Uysal, yaralı kişiler adına ambulans erişimi, mahsur kalan kişiler için 'güvenli tahliye', yaşam hakkının korunması temelli yapılan bu başvurularda 5 tedbir kararı verildiğini ama Helin Öncü dışında yerine getirilemediğini; bunun da başvuranların hayatına mal olduğunu söyledi. Cezai anlamda Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmalara işaret eden Avukat Uysal, şöyle devam etti: “Şu ana kadar takip ettiğimiz dosyalarda 74 tane takipsizlik kararı verildi. Bu kararlarla, soruşturmada öldürülen maktul, şüpheli sayılarak etkili soruşturmaya aykırı süreç tamamlanıp dosyalar kapatılmak istendi. Buna dair yapılan itirazlarımızın hepsi Sulh Cezalar tarafından reddedildi. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapılmış durumdadır. Bunlarda 31 dosyanın, yasak süresince AYM ve AİHM başvurusu olan dosyalar olması dikkat çekicidir."

SONUÇ ALINAMIYOR, ÇÜNKÜ…

Avukat Newroz Uysal, başvurulardan sonuç alınamamasının nedenlerini şöyle sıraladı:

* Devletin hakikati gizleme çabası,

* Uluslararası bir mecrada hesap verilmesinin öngörülür olması,

* Delillerin sokağa çıkma yasağı devam ederken bizzat devlet güçleri tarafından hukuka aykırı şekilde toplanması ya da hiç toplanmaması,

* Olayların siyasi, politik yönünün yok sayılması. Örneğin 2014’te MGK’de karar altına alınan 'Çöktürme Planı'nın görmezden gelinmesi.

* Devlet eliyle ya da sessiz kalışıyla gerçekleşen olayların, olağan/sıradan bir operasyon diye vasıflandırılması,

* Savcıların işlem yapmaktan imtina etmesi,

* Suçu işleyen faillerin kanunlarda güvence alına alınması.

AİHM’İN CİZRE SİCİLİ PARLAK DEĞİL

Avukat Newroz Uysal da Avukat Ramaz Demir gibi, yaşanan vahşetin olanca çıplaklığı ile tartışılması, mahkeme tutanaklarına geçmesi ve devletin nasıl bu vahşeti ürettiğinin alenileşmesinin önemini teslim ediyor. Av. Uysal, "Devlet nezdinde ısrarla ’terörle mücadele' kapsamında tartışma zeminine çektiği sokağa çıkma yasaklarının insan hakları hukuku zemininde tartışılması önem arz ediyor. Çünkü en başından beri 'operasyon', 'terörle mücadele', 'güvenlik' gibi uluslararası genel ifadelere sığınarak evrensel tepkileri azaltmayı başardı. Bu süreç sonunda lehimize verilecek bir karar, hem hukukçular hem aileler nezdinde mücadele azmini arttıracaktır" şeklinde konuştu. Avukat Uysal, ancak şunun da unutulmaması gerektiğini vurguladı: “AİHM, verdiği 5 tedbir kararından sonra olayın ciddiyetinin farkına varmasına rağmen Türkiye’nin itirazlarını dikkate alarak yeniden AYM yolunu göstermişti ve daha sonraki başvurularda tedbir kararı vermedi.“

GÜLER TUNÇ’UN KUŞKULARI

Mehmet Tunç'un eşi Zeynep Tunç'la birlikte duruşmaya katılacak olan Orhan Tunç'un eşi Güler Tunç, son dönemlerde bazı siyasi davalara ilişkin Türkiye lehine kararlar veren AİHM'e yönelik kuşkuları olduğunu söyledi. AİHM'i, o dönem hayatını kaybeden kimi isimler hakkında verdiği tedbir kararlarının arkasında durmaya çağıran Tunç, "Yapılan vahşete ve zulme AİHM'in sessiz kalmamasını umut ediyoruz" dedi.

AİHM’İN 'ŞAİBELİ' KARARLARI

AİHM, Avrupa Konseyi’nin yargı ayağı olarak üye ülkelerin, belli bazı ilkeler etrafında ortak standartlara ulaşmalarını hedefledi. Avrupa Konseyi’nin politik hattı, mahkemeye de yansıyor. Son yıllarda özellikle Türkiye konusundaki kararları ile Avrupa’nın politikaları arasından bir paralellik var. Avrupa, otoriterleşen Türkiye’yi kendi içinde tutmaya çalışırken AİHM de Türkiye’yi memnun eden kararlara imza atıyor. Avukat Mahmut Şakar’a göre Türkiye’nin 90’lı yıllardaki fotoğrafını, AİHM’in o dönem verdiği kararlarda görmek mümkündür, tarihe AİHM kararları üzerinde o dönemin notu düşülmüştür. Ancak AİHM uzun zamandır Türkiye’nin insan hakları çizgisinin gelişmesinde bir pozitif etken olma özelliğini yitirdi. Bunda Türk hükümetinin, AB ile yakınlaşma sürecinin de rolü var. AİHM’i bir şekilde pasifize edilebildi. AİHM, insan hakları alanındaki denetim rolünü yitirdikçe, doğal olarak hükümet argümanlarıyla yetinen bir noktaya savruldu. İşte AİHM’in ’şaibeli’ kararlarından bazı örnekler:

ROBOSKÎ’YE SIRTINI DÖNDÜ

AİHM, AYM'ye iki gün geç belge yollaması nedeniyle çoğu çocuk 34 kişinin savaş uçaklarıyla parçalandığı Roboskî Katliamı ile ilgili 276 başvurucunun başvurusunu iç hukuk yollarını tüketmediği için kabul edilemez buldu.

Kabul edilemezlik kararının dayanağı, AYM'ye yapılan başvurudaki eksiklikti. Avukat eksik olduğu bildirilen belgeleri verilen 15 günlük sürede değil 17. günde gönderdi. Gerekçe olarak da sağlık raporu sundu. AYM, vekaleti tam olan/olmayan ayrımı yapmaksızın hem avukatın raporunu kabul etmedi hem de tüm başvuruları reddetti. AİHM, bunu benimsedi. Doç. Kerem Altıparmak, AİHM'in bu yaklaşımıyla artık şunun mümkün olduğunu söyledi: “Bir devlet kimyasal silah kullanıp binlerce kişiyi öldürse, sonra avukat AYM'ye davanın esasını etkilemeyecek bir belgeyi iki gün sonra verse kimyasal silah kullanımının bir önemi kalmayacak AİHM için. AİHM bu kararıyla Roboskî faciasının üstüne hukuki bir beton döktü ve tarihe gömdü.”

Katliamla ilgili AYM’ye yapılan başvuru reddedilince 281 başvurucu, yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere hak ihlalleriyle ilgili AİHM’e başvuru yapmıştı.

KHK’Yİ BAŞINDAN SAVDI

AİHM, Kanun Hükmünde Kararname ile (KHK) görevinden uzaklaştırılan öğretmen Gökhan Köksal'ın başvurusunu reddetti.AİHM oy birliği ile aldığı kararda davacı öğretmen Köksal'ın 'iç hukuk yollarını tüketmediğine' hükmetti ve Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu'nu adres gösterdi.Erzurum'da görev yapan Gökhan Köksal, 25 Temmuz 2016'da OHAL tedbirleri kapsamında açığa alınmıştı. Gökhan Köksal, 1 Eylül 2016'da KHK ile görevinden uzaklaştırılmıştı. Böylece AİHM, on binlerce kişinin mağduriyetini başından savarak, Türk yargısına mahkum etti. AİHM'e başvuru yapılırken öncelikli talep, hukuka aykırılığın tespitiydi. AİHM, bundan kaçındı. Komisyon’un verdiği kararlar da ortada. Başvuran aleyhine ret kararı çıkınca idare mahkemesi ve sırasıyla İstinaf Mahkemesi'ne, Danıştay'a, Anayasa Mahkemesi'ne ve son olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılacak başvurular yıllar sürecek. Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili pek çok davayı AİHM'e taşıyan hukukçulardan Kerem Altıparmak da uluslararası mahkemenin kararı için şunları söylüyor: "AİHM'in yargılama standartlarının Türkiye'deki herhangi bir mahkeme ve Anayasa Mahkemesi standartlarına inmiş olması, utanç verici. Mahkemenin bu komisyonun kuruluşuna, karar mekanizmalarına ve ona karşı gidilebilecek yollara ilişkin bilgi sahibi olmaması mümkün değil. Kararında komisyona ve KHK'lara ilişkin eleştirilere değinmiyor. Türk mahkemelerin işine gelen AİHM kararlarını kullanmasında olduğu gibi, Venedik Komisyonu'nun OHAL Komisyonu kurulduktan sonraki eleştirilerine dair hiçbir şey söylemiyor. Türk usulü karar vermek bu." diyor.

İMRALI’DA TECRİDE ORTAK OLDU

AİHM, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 2008’de hücresinde yapılan aramanın ardından, “kötü muamele ve işkence yasağını ihlalden” yaptığı başvurusunu karara bağladı. Başvuru, oybirliğiyle “kabul edilemez” bulundu.

Öcalan, bulunduğu İmralı Cezaevi’ndeki hücresinde 7 Ekim 2008’de yapılan arama sırasında, gardiyanlarca kötü muamele ve işkenceye maruz kaldığı gerekçesiyle 21 Ekim 2008’de avukatları aracılığıyla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet dilekçesi verdi. Şikayetin ardından Öcalan’a destek amacıyla birçok kentte protesto gösterileri de düzenlendi. Bir hapishane yöneticisi ve iki gardiyan hakkında açılan disiplin soruşturması takipsizlikle sonuçlandı.

Ocak 2009’da Mudanya Cumhuriyet Başsavcılığı da adli soruşturmayı sonlandırdı ve “Öcalan’ın her gün uzmanlarca muayene edildiğini, bu muayeneler sırasında doktora bu yönde bir şikayet belirtmediğini” ifade ederek takipsizlik kararı verdi. Kararda, tıbbi raporlarda da herhangi bir kötü muamelenin bulunduğuna dair kanıt olmadığı öne sürüldü..

Bu karara yapılan itiraz da Yalova Ağır Ceza Mahkemesince reddedilince AİHM’e başvuru yapıldı.

AİHM, geçen ay açıkladığı kararında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesinde düzenlenen “işkence ve kötü muamele yasağını” ihlal edilmediğine hükmetti. Kararda, kötü muameleye dair bir kanıtın mahkemeye sunulmadığı ifade edildi. Savcılığın takipsizlik kararına atıfla, psikiyatrist ve dahiliye uzmanı muayenelerinde de bu yönde bir şikayetin raporlanmadığı, Öcalan’ın hapishane idaresine de bir şikayette bulunmadığı ifade edildi. Ayrıca, Avrupa Konseyi İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezalandırmayı Önleme Komitesi’nin (İşkenceyi Önleme Komitesi - CPT) İmralı Cezaevine Ocak 2010’da yaptığı ziyaretlerde de bu olayla ilgili bir şikayetin dile getirilmediği kaydedildi. Öcalan’ın başvurusunda yer alan, AİHS’in 2. maddesindeki “yaşam hakkı” ile 14. maddesindeki “ayrımcılık yasağının” ihlal edildiğine dair iddiaları da aynı şekilde reddedildi.

HÜKÜMETİN SAVUNMASINDAN KOPYALA-YAPIŞTIR

Asrın Hukuk Bürosu, 2 Mart 2010’da yaptıkları başvurunun, 8 yıl aradan sonra karar vermesine ve kararın zamanlamasına dikkat çekti. Karar, Türk tarafının İmralı’da görüşme yapılmamasını, Öcalan’ın aldığı disiplin cezalarından kaynaklandığını açıklamasından sonra geldi.

AİHM’in kararına dayanak yaptığı gerekçelerin, hükümetin savunmalarından alıntılandığını vurgulayan Asrın Hukuk Bürosu, şunlara dikkat çekti:

* Hükümet tarafından ortaya konulan tek taraflı beyanlar esas alındı.

* Öcalan’ın 1999’dan beri içinde tutulduğu tecrit ve izolasyon koşullarını yok sayarak istediği zaman avukatlarına, bağımsız doktorlara, tarafsız savcı ve yargı mercilerine ulaşma imkanı varmış da kendisi bu imkanlardan yararlanmamış gibi bir ön kabulle hareket etti.

* Öcalan’ın fiziki saldırıya maruz kaldığı dönemde devam eden görüşme süreçlerine zarar gelmemesi için yaptığı sağ duyulu açıklamalara, sanki fiziki müdahale olayı hiç yaşanmamış, şikayetçi olmamış gibi bir anlam yükleyen hükümetin argümanlarını aynen kabul et

* 2009’da gardiyanların değiştirildiği, İmralı Sisteminin yenilendiği, aynı şekilde şikayet konusu olaya dair İmralı Hapishanesi’nde gerçeği açığa çıkaracak kamere görüntülerine soruşturma yetkilileri tarafından başvurulmadığı AİHM tarafından hiçbir şekilde sorgulanmadı.

* AİHM’in Öcalan’ın görüşlerine başvurulmadığını görmezden gelip etkili soruşturma yükümlülüğünü ortadan kaldırarak, ispat yükünü zor şartlar altında olan Öcalan ve avukatlarına yükledi.

* Fiziki saldırının yaşandığı dönemde TTB’nin ziyaret ve kontrol talebine müsaade edilmemesini şüpheli bulup sorgulamak yerine, referans kabul ettiği CPT’nin faydalı bulmadığı doktor ziyaretlerini esas aldı.

* Karar, bugün İmralı’da süren, tarihin en ağır tecrit koşullarının ve İmralı Tecrit Sisteminin Avrupa, AİHM ve CPT’den bağımsız inşa edilip sürdürülmediğini de kanıtladı.

* Karar, devletlerin işkence ve kötü muamele yönelimlerine meşruiyet kazandıracağı hukuksal ön kabul mahiyetindedir.

HÜKÜMETİ AKLIYOR, ONA ARGÜMAN ÜRETİYOR

Öcalan’ın avukatlarından Mahmut Şakar’a göre AİHM, ispat yükümlülüğünü tamamen Öcalan’a yüklüyor. Hatta hükümeti aklayan, onun yerine düşünen bir argüman içinde dile getiriyor bunu. Hükümet baştan beri şunu söylüyor; olay sonrası doktor gitti ve herhangi bir iz tespit edilemedi ve zaten başvurucunun da savcıya ve idareye yazdığı doğrudan bir şikayet de bulunmuyor. Şimdi, İmralı öyle bir sistem ki, doktor gitti mi gerçekten emin değiliz? Nitekim olay sonrası TTB’nin adaya gidip bağımsız bir tetkik yapması talebi reddedildi. Yani mahkeme, sistem içinde üretilen belgeleri/kağıtları esas alarak bu değerlendirmeyi yapıyor. Ama şunu sormuyor; idari veya adli soruşturma aşamasında Öcalan’ın beyanını neden almadınız? Bu konuyu görevlilere sordunuz da kendisine neden sormadınız? Bir de 24 saat kamera ile gözetlenen bir ortamda kamera kayıtlarına neden bakmadınız ve AİHM’e bu kayıtları neden sunmadınız? Bunlar gerçekten etkin bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini ortaya koyan olgulardır; ancak mahkeme, hükümet yerine düşünüp etkili soruşturma yükümlülüğü olmadığını ifade ediyor.

AİHM ÜZERİNDEKİ TÜRK LOBİSİ ETKİSİ

Ekim 2004’te İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun (İHDK) Azınlık Raporu yayınlanınca, kimi ırkçı şahıslar metnin yazarı Prof. Baskın Oran ve İHDK Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu’na iğrenç tehdit ve hakaretlerde bulunmuşlardı. Türk yargısı tarafından “ifade özgürlüğü” olarak nitelenip şahıslar beraat ettirilince başvurulan AİHM, ilkini yaklaşık 10 yıl önce önüne götürülen bu davalardan 3’ünü 30 Ekim’de toplu olarak karara bağladı. Prof. Oran, “AYM-AİHM ilişkisinden tatsız kokular geliyor“ başlığıyla Agos gazetesindeki köşesinde konuyu değirlendirdi.

AİHM, 30 Ekim kararını, 2 Ekim tarihli toplantısında almış. Burada, 28 Eylül’de yani sadece 4 gün önce açıklanan AYM kararına gönderme yapmış. Prof. Oran, nasıl oluyor da Türk hükümeti 4 gün içinde hemen yabancı dillere çevirtiyor, bir üst yazıyla Strasbourg’a iletiyor, 2 Ekim’deki AİHM toplantısına girmesini sağlıyor, orası da kararına ekliyor? diye soruyor.

Prof. Oran, esas ve usuldeki tuhaflıklar ve AİHM-AYM ilişkisini sorgulayarak, hukukçu Kerem Altıparmak’ın değerlendirmeleri eşliğinde detaylandırdığı yazısında, “İfade özgürlüğüne hiç değinmeyen bu kararın Türk hükümetinin Strasbourg’a (bu kentte yaşayan tanıdıklarımın ağız birliğiyle ifade ettikleri üzere) sırf bu iş için 3 ila 4 heyet yollayarak yürüttüğü kulislerin boşa gitmediğini gösteriyor. AİHM’nin niye böyle yaptığıyla bitirelim, çünkü gerçekten merak edilecek bir husus bu“ diyerek şunları sıraladı:

* AİHM, Türkiye’den gelen ifade özgürlüğü dosyalarının fazlalığını ileri sürerek bunları önlemeye çalışıyor. Fakat bu yoğunluk bir gerekçe olamaz çünkü hem işi bu, hem de normalde başka Avrupa ülkelerinin, mesela İtalya, üç yıl önceki (2015) dosyalarını ele aldığı bir durumda Türkiye’den on yıl önce gelmiş dosyalara yeni bakıyor olması başka bir acayiplik.

* AİHM böyle yaparsa, onun bağlı olduğu Avrupa Konseyi, AİHM ihlal kararları çıktıkça Erdoğan Türkiyesi kendisinden uzaklaşır ve kontrolünden tamamen çıkar, diye korkuyor. Klasiktir bu tür korkular diplomaside. Ama sadece diplomaside. Hukuka bulaştırılamaz.

* Türkiye’de büyük yatırıma sahip olan AB ülkeleri, sermaye ve kredilerinin tehlikeye girmesinden korkuyor. Üçüncü köprünün ortağı olan İtalyan inşaat devi Astaldi bu yüzden Roma’da konkordatoya başvurdu!

* Tek Adam rejimi tüm dünyayla sebepsiz didişmek yüzünden fena sıkışınca, başta ABD ve İsrail olmak üzere birçok ülkeye barışma taarruzu başlatmış vaziyette; AİHM bundan da etkileniyor olabilir.

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA