Adalet Bakanlığı’ndan Roboski için skandal görüş

Adalet Bakanlığı’ndan Roboski için skandal görüş

Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) taşınan Roboski katliamına ilişkin mahkemenin kendilerinden istediği görüşünü sundu. Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) yayınlanan haberde Bakanlık, 28 sayfalık görüş yazısında katliama ilişkin "Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur. Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir" yargısı yer aldı. 

Roboski'de 34 köylünün Türk ordusuna ait  savaş uçaklarıyla bombalanarak katledilmesine ilişkin Genelkurmay Askeri Savcılığı'nca yürütülen soruşturmada "takipsizlik" kararının alınması üzerine Roboskili aileler, avukatları aracılığı ile 18 Temmuz 2014’te Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bireysel başvuruda bulunmuştu. "Yaşam hakkı, adil yargılama hakkı, işkence yasağı ve etkin soruşturma hakkının ihlal edildiği" vurgularıyla yapılan başvuruda 1108 avukatın imzası yer almıştı.

Yapılan bu başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi, İçtüzüğün 71 maddesi gereğince Adalet Bakanlığı'ndan askeri savcılıkça "takipsizlik" sonuçlanan soruşturmaya ilişkin görüş talep etti. Adalet Bakanlığı ise, bu talebe aylar sonra 28 sayfalık görüş yazısı ile cevap verdi.
Verilen cevap yazısında, bütünüyle Genelkurmay tarafından katliama ilişkin hazırlanan rapordaki görüşlerin arkasında aynen duruldu. Bu görüşlerin arkasında durulurken yine Genelkurmay'ın yaptığı gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "Yaşama Hakkı"nı düzenleyen 2. maddesi olan "Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk hâline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlâli sûretiyle yapılmış sayılmaz" hükmü dayanak yapıldı. 

Bakanlık tarafından AYM'ye gönderilen görüş yazısında, "Yaşam hakkının ihlal edildiğine" dair bulunulan şikayetleri, skandal nitelikteki şu ifadelerle savuşturmaya çalıştı: 

"Öte yandan güvenlik güçleri bir terör veya yakalama operasyonunda henüz fiili saldırıyla karşılaşmamış olsalar bile Sözleşme'nin 2. maddesi 2. fıkrasındaki amaçları gerçekleştirmek için güç kullanabilirler. Ancak bu durumsa güç kullanmalarının o sırada geçerli gibi görünen sağlam sebeplere dayandığına dair samimi bir inançları bulunmalıdır. Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur. Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir."

Bu ifadelerle birlikte "somut, olayda TSK'nın 5442 sayılı İl İdari Kanun'un 11/D maddesi uyarınca yurt içinde kolluk kuvvetlerine destek olmak amacıyla terörle mücadelede görev aldığı ve bu görevini 211 sayılı iç Hizmet Kanunu'nda belirtilen yetkiler ve kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkilerini kullanarak yerine getirdiği, bu kapsamda 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun Ek.2, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nun 16. ve 211. sayılı Kanun'un 87-90 maddeleri ile düzenlenen silah kullanma yetkisine sahip olduğu Genelkurmay Başkanlığı tarafından ifade edildiği" belirtildi. 

Bakanlık, Yine TSK'nıın unsurları tarafında bahse konu olan mevzuat çerçevesinde gerektiğinde kolluk kuvvetlerinin envanterinde bulunmayan silahlar (Hava araçları ve destek silahlarının) kullanıldığı, nitekim olay tarihinde PKK tarafından kullanılan silah ve araçlar ile mücadelenin yürütüldüğü bölgenin coğrafi koşulları göz önünde bulundurulduğunda sadece kolluk kuvvetlerinin sahip olduğu araç ve silahlarla terörle mücadelenin mümkün olmadığı, mülki makamlarca onaylanan operasyon bildirim formlarında hava ve destek silahlarının da kullanılacağına yer verildiği belirtilmişti. 

Mahkemeye iletilen görüş yazısında göze çarpan noktalardan biri de PKK'ye karşı verilen mücadelede TSK'nın envanterlerinde bulunan tüm araç ve silahları kullanmasında hukuki bir engel bulunmadığı savunması oldu.

Fakat, katliama ilişkin bu yönlü savunmanın Bakanlık yazısında "TSK'nın uluslararası hukuk çerçevesinde (sivillerin zarar görmesini engelleyici tedbirler alması, devletin uluslararası anlaşmalarla yükümlülük altına girdiği hususlara riayet edilerek yasaklanan silah ve yöntemlerin kullanılmaması gibi) envanterlerinde bulunan tüm araç ve silahları kullanmasında hukuki bir engel bulunmadığı" biçiminde yer alması dikkat çekti. 

Bakanlık, yazısında yine Genelkurmay'ın katliamın gerekçesi olarak, daha öncesinde yaşanan Handepe, Gedikte, Dağlıca ve Aktütün saldırıları hatırlattığı gibi gösterdiği gibi katliama, "tek bir olay olarak bakmanın yanıltıcı sonuçlara varılmasına neden olacağı, olaya bir bütün olarak bakılması" gerektiğinde ısrar etti. 

Yazıda dikkat çeken noktalardan bir diğeri de Bakanlığın, "takipsizlik" kararı verilen soruşturmaya bakan Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın katliama ilişkin raporunda askeri sorumluların işlediği suçu "kaçınılamaz hata" olarak değerlendirmesini paylaşması oldu.

AYM'ye gönderdiği görüş yazısında bütünüyle Genelkurmay raporunun arkasında duran Bakanlık, AHİM içtihatları doğrultusunda başvurucuların şikayetinin değerlendirilmesinin mahkemenin takdirinde olduğunu belirtti.

Bakanlıktan gelen bu yazı doğrultusunda Anayasa Mahkemesi ise, Bakanlığın bu görüşlerine karşı Roboskili ailelerden beyanlarını sunmasını istedi.