‘Berlin suikastı da Viyana'daki ekibin işiydi’

‘Berlin suikastı da Viyana'daki ekibin işiydi’

Dr. Şerefkendi ve 3 arkadaşını katleden ekibin üyeleri 3,5 yıl boyunca Berlin'de hakim karşısına çıktı. Duruşma izlenimlerini "Berlin'de hala bir mahkeme var" adlı kitapta toplayan İranlı Mülteciler Derneği Başkanı Hamid Nowzari, suikast ekibinin yargı sürecini ANF'ye anlattı. Nowzari'ye göre Berlin suikastı da Viyana'daki ekibin işiydi.

11 Şubat 1979'daki İran İslam Devrimi'nden sonra yeni Tahran rejimi, yurt dışındaki ilk suikastını Paris'te 7 Aralık 1979'da gerçekleştirdi. Devrik İran şahının yeğeni Şahriar Hafiq, kimliği belirsiz birinin kurşunlarına hedef olmuştu. Bu cinayetin ardından dünya çapında muhaliflere karşı peşi sıra suikastler dizisi başladı. 1979'dan 1990'ların başına kadar 162 cinayet işlendi. Operasyonlar için İran istihbarat bakanlığına bağlı bir de 'Özel İşler Komitesi' kuruldu. Suikastler öncesi ve sonrası bütün işleri bu komite, büyük bir titizlik yerine getiriyordu.

Kimi kaynaklara göre Tahran'ın 'ölüm listesinde' 400-500 muhalifin ismi vardı. Latin Amerika'dan Avrupa'ya; İsviçre'ye, Fransa'ya, Avusturya'ya, Türkiye'ye geniş bir yelpazede ölüm komandoları aldıkları 'siparişleri' eksiksiz yerine getiriyordu. Sırada Berlin vardı. Hedefteki isim Kürt lider Dr. Sadık Şerefkendi'ydi. Berlin, İran istihbaratı için deyim yerindeyse mumla arasaydı bulamayacağı bir yerdi. Çünkü Berlin'de yaşayan İranlılar arasında fevkalade bir haber ağı kurulmuştu. İran istihbaratının parasıyla marketler, küçük cafeler, restrontlar açılıyordu, buralardan toplanan İran karşıtı faaliyetler hakkındaki bilgiler Tahran'a aktarılıyordu.

Berlin'deki istihbaratı örgütleyen isim ise Kazım Darabi adlı İranlıydı. 1980'lerin başında Almanya'ya okumak için gelen Darabi'nin İran için yaptığı ajanlık faaliyetleri o yıllarda Batı Berlin'de bulunan İngiliz istihbaratı M16'nın ağına da takılmıştı. İngilizler, onun İran için çalıştığını Almanlara bildirmişti. Ama buna rağmen Darabi'ye dokunulmuyordu. PDK-İ Genel Sekreteri Dr. Şerefkendi'nin Sosyalist Enternasyonal için 15-17 Eylül 1992 tarihleri arasında Berlin'e gideceği bilgisinin Tahran'a ulaşmasıyla Darabi'ye 'saha çalışması' yapılması için yaklaşık 2 ay önce talimat verildi.

Darabi, Berlin'deki Hizbullah çevresiyle temasa geçti, onlardan en az 3-4 kişiyi operasyon ekibinin içine kattı. Yaklaşık 2 ay süren Berlin-Tahran trafiğinin ardından 7 Eylül 1992 günü asıl tetikçi Abdul Rahman Banihashemi İran'dan geldi. Kod adı Şerif'ti. 1980'li yılların başında Lübnan'da gerilla eğitimi almıştı. Suikastlarde de tecrübesi vardı. 1987'de İsviçre'ye sığınan İranlı pilot Ahmed Moradi Talebi, onun silahından çıkan kurşunlarla can vermişti.

Şerif, Berlin'e gelir gelmez Kazım Darabi'nin aracılığıyla Hizbullah üyesi gençlerle buluştu ve operasyonun pratik sürecine start verdi. Peş peşe yapılan toplantılar, keşifler ve provaların ardından 17 Eylül 1992 gecesi saat 22.50 gelip çattığında Şerif, makineli tüfekle, Farsça sağa sola küfür ederek Mykonos restoranına daldı. Hemen arkasında Lübnanlı Abbas Rayyal vardı. Bir başka Lübnanlı genç Yusuf Amin kapıda nöbetçiydi, Muhammed Atris ise arka sokakta bir Mercedes'in içinde onları bekliyordu. Restoranın arka bölümünde PDK-İ'nin Avrupa temsilcisi Fattah Abdoli, PDK-İ'nin Almanya temsilcisi Homayoun Ardalan ve İranlı muhalif Nuri Dehkurdi can verirken, ekip planı harfi harfine getirmişti.

Ertesi gün ekibin üyeleri robot resimlerle arandı, Federal Kriminal Dairesi (BKA) bilgi verenler için 50 bin Mark ödül koydu. Birkaç gün sonra bir BND muhbiri Yusuf Amin ve Abbas Rayyal'ın yerini ihbar etti. İkisi Berlin'e 460 km mesafedeki NRW Eyaleti'nin Rheine kasabasında bulunan bir iltica kampında gözaltına alındı. Kazım Darabi ise kendini güvende hissediyordu, o ara İran'a gitmiş, birkaç hafta sonra yakalanmayacağından emin şekilde tekrar Almanya'ya gelmişti.

Darabi'nin yakalanmasıyla geriye diğer tetikçi, Şerif kod adlı Abdul Rahman Banihashemi kalıyordu. Banihashemi, Türkiye üzerinden İran'a kaçmıştı. Alman istihbaratının kaçışına göz yumduğu iddia edildi. Ekibin yakalanan üyeleri ise Berlin Eyalet Mahkemesi'de hakim karşısına çıktı. 10 Nisan 1997 gününe kadar süren 246 duruşmanın ardından Kazım Darabi ve Abbas Rhayel'e müebbet, Yusuf Amin'e 11 yıl, Muhammed Atris'e ise 5 yıl hapis cezaları verildi.

Alman yasalarında ömür boyu hapis olmadığı için Darabi ve Rhayel'in cezaları 23 yıla çevrildi, Atris'in cezası cezaevinde tutulduğu süreye sayıldı. İran istihbarat bakanı Ali Fallahiyan hakkında İnterpol aracılığıyla tutuklama kararı çıkartıldı. Kürdistan'ı işgal eden bir rejim ise ilk kez bir ülkenin adaleti tarafından 'devlet terörü' uygulamakla suçlanıyordu. 3,5 yıl süren Mykonos duruşmalarını takip eden İranlı Mülteciler Derneği Başkanı Hamid Nowzari izlenimlerini yıllar sonra "Berlin'de hala bir mahkeme var" adlı bir kitapta topladı. Nowzari, "Mykonos günlerini" ANF'ye anlattı.

"BERLİN SUİKASTINI DA VİYANA EKİBİ HAZIRLADI"

- Mykonos davası sizin için neden önemliydi?

Mykonos sürecini cinayetin işlendiği 17 Eylül 1992'den bir gün sonradan mahkemenin sonuçlandığı güne kadar yakından izledim. Tabii bunun birçok nedenleri vardı, birincisi; siyasi muhalif kimliğiminden dolayı, ikincisi; olay çalıştığım alan olan İranlı mültecileri ilgilendiriyordu. Üçüncüsü de katledilen Nuri Dehkordi arkadaşımdı, o da İranlı mülteciler alanında aktif bir isimdi. En önemlisi davanın başlangıcında federal savcının iddianamesinde İran rejimini terörist faaliyetlerde bulunmakla suçlamasıydı. Bu bizim için çok önemliydi, çünkü İran İslam Cumhuriyeti'ne uluslararası arenada ilk kez böyle bir suçlama yöneltiliyordu. Ayrıca suikasttan üç hafta sonra yani Ekim 1992'de Almanya'ya gelen İran'ın istihbarat bakanı Ali Fallahiyan, Alman makamlarına davanın geri çekilmesi için baskı yapmaya başlamıştı. Şüphesiz bu faktör de davayı daha önemli kıldı.

- Bütün duruşmaları izlediniz mi? Mahkeme salonunda nasıl bir katil profili ortaya çıktı?

Evet, ben ve bir arkadaşım 3,5 yıl süren bütün duruşmaları izleyen tek kişiyiz. Hatta ara sıra savcı ve avukatlar 'bizden daha çok geldiniz' diyordu. İran güvenlik birimlerinin suikastın merkezinde olduğu aşikardı. Berlin Hizbullah örgütü de işin içindeydi, suikast operasyonun aktörlerinden birisi onlardı. Suikasttan birkaç hafta önce yani Eylül 1992'nin ilk günlerinde İran istihbaratı, Muhammed Hadi Mukkadem isimli üst düzey bir yetkilisini Berlin'e gönderdi. Mukkadem, Dr. Qasimlo cinayeti öncesi de Viyana giden ekibin başındaydı. Onun görevi Berlin'de ön hazırlıkları yapmak, bilgi toplamak, yani her türlü alt yapıyı hazırlamaktı. Mukkadem, İran istihbaratında Kürdistan masasının şefiydi. Kürtleri iyi bilen bir isimdi.

Aslında Mukkadem'den birkaç ay önce, Temmuz 1992'de istihbaratın üst düzey yetkililerinden iki isim; Eşker Arşad ve Ali Kemali operasyon için Berlin'e gelmişti. İkisi de Ali Falahiyan'ın sağ kolu olarak biliniyordu. Bu ekip operasyonun bütün ayrıntılarından haberdardı. Bu arada Kazım Darabi ile temas kurdular. Almanya'da yaşayan ve İran istihbaratına çalışan Darabi, ekip için Hizbullah çevresinden bazı isimler ayarladı. Suikasttan 10 gün önce, yani 7 Eylül 1992 günü asıl operasyonu yapan ekip geldi. Ekibinde içinde saldırıda makineli tüfeği kullanan Abdul Rahman Banihashemi da vardı.

- Hizbullah üyesi Lübnanlıların rolü neydi?

Tetikçilerden birisi Lübnanlı zaten, tabancayla ateş eden kişi. Kapıda bekleyen, ekibi olay yerinden uzaklaştıracak otomobili kullanan ve bu aracı kiralayan da Lübnanlılardı. Ölüm timinin yanında birkaç Lübnanlı ismi daha eklemek gerekir ki, cinayetin asıl alt yapısını sağlayanlar onlardı.

"BİLGİ KAYNAĞI ŞEREFKENDİ'NİN YAKIN ÇEVRESİYDİ"

- Peki ekip Dr. Şerefkendi'nin Berlin'e gelişini, hatta o gece Mykonos'a gideceğini nasıl öğrenmişti? Duruşmalarda sır perdesi aralandı mı?

Dr. Şerefkendi'nin Berlin'e geleceği daha yaz aylarında biliniyordu. Çünkü Sosyalist Enternasyonal toplantısının 15-17 Eylül tarihleri arasında Berlin'de gerçekleşeceğinden haberdardılar. Dr. Şerefkend de PDK-İ'nin Genel Sekreteri olarak bu toplantıları kaçırmazdı. Ayrıca yargılama sürecinde İran istihbaratının dolaylı yollardan Dr. Şerefkendi'ye yakın çevresinden bilgi aldığı ortaya çıktı. Özetle söylersem; değişik kaynaklardan istihbarat Dr. Şerefkendi'nin Berlin'e geleceğine emin gözüyle bakıyordu.

- Suikast ekibi Dr. Şerefkendi'yi Berlin'e ayak basar basmaz yakın markajı mı almıştı?

Evet, böyle diyebiliriz. Dr. Şerefkendi ve beraberindeki heyet geldikleri ilk gece 14 Eylül Pazartesi akşamı Unten den Linden caddesinde bulunan bir otelde konaklamıştı. Bir gün sonra yani Salı sabahı ekibin şefi iki kişiyle birlikte otelin önünde beklemişlerdi. Aynı gün bütün ekip otel civarında biraraya gelmişti. Suikast ekibi Mykonos'taki görüşmenin otelde de gerçekleşme olasılığına karşı otel civarında da keşif yapmıştı. 15'i 16'ı Eylül'e bağlayan gece ise Nuri Dohkurdi, Mykonos restoranının sahibi Aziz Gaffari'yi arayarak, bir gün sonra için 9 kişilik masa ayarlamasını istiyor.

'EKİP OLAY YERİNDE 24 ÖNCE PROVA YAPTI'

- Saldırıdan kurtulan restorandın sahibi Gaffari mahkeme heyetine neler anlattı?

Gaffari, Dohkurdi'nin kendisine görüşmenin Cuma akşamı olacağını söylediğini aktardı. Fakat buradaki karmaşa şundan olabilir, 'Cuma akşamı' derken Perşembe'yi kast etmiş olabilir. Ama Cuma mı, Perşembe günü mü karmaşasına rağmen operasyon ekibi, Perşembe günü öğlen saatlerinde görüşmenin o gece gerçekleşeceği bilgisini almıştı. Bu da bize gösteriyor ki; kaynak Dr. Şerefkendi veya Dohkurdi'ye çok yakın biri veya birileri.

Şimdi size mahkeme yansıyan bir belgeden başka bilgiler vereyim; Tabancayı kullanan Abbas Ryael ve şoför Ebu Cafer saat 14.00'de Mykonos'a yakın bir yerde buluşuyorlar ve 'yeri gördük, tamamdır' diyorlar. Suikasttan 24 saat önce ise bütün ekip Mykonos restoranında saldırının provasını yapıyor. Yani saldırı gününde olduğu gibi 2 kişi içeriye giriyor, biri kapıda, biri de arabanın içinde bekliyor.

'MAHKEME ALMAN HÜKÜMETİNİN BASKISI ALTINDAYDI'

- Duruşmalarda unutamadığınız ayrıntı hangisiydi?

Mahkeme, tahmin edemeyeceğiniz ölçüde İran'ın baskısıyla karşılaştı. Sadece mahkeme ve Alman hükümetine değil, tanıklara da baskı vardı. Çok sayıda şahid polise verdikleri ifadelerini mahkemede değiştirdiğine tanık oldum. Ayrıca İran rejiminin rolünün görünmezden gelinmesi ve 'devlet terörizmi' kavramından vazgeçilmesi için Alman hükümetinin de dolaylı veya direkt federal savcıya baskı yaptığını fark ettim. Daha duruşmanın başında savcılar asıl tetikçilerin arkasındaki isimlerin önemli olduğunu, katillerin maktullerle hiç bir meselesinin olmadığını söyledi ve bunda ısrar etti.

- Duruşmalardaki güvenlik önemleri nasıldı? Yargılananlarla hiç göz göze geliyor muydunuz?

Önlemler en üst düzeydeydi, salona girenler didik didik aranıyordu. Duruşmanın olduğu günlerde arabaların salona yakın park edilmesine izin verilmiyordu. Damlarda sürekli keskin nişancılar vardı. Savcılar özel koruma altındaydı, birkaç ay sonra mahkeme başkanına da koruma verildi. İkinci sorunuza gelirsem; bazen göz göze geliyorduk, aramızda bazen küfürleşmeler ve bağrışmalar da olmuyor değildi. Üstelik Kazım Darabi'yi daha önce de tanıyordum. 1980'lerin ortasında ikimiz de aynı Almanca kursuna gitmiştik.

"MYKONOS, İRAN'IN DİŞ POLİTİKASINI ETKİLEDİ"

- Mykonos suikastı, İran rejiminin muhaliflere yönelik saldırılarını nasıl etkiledi?

Mykonos, Almanya'yı etkilediği kadar İran'ın dış politikasını da etkiledi. Bildiğim kadarıyla Mykonos'tan sonra İran, batı Avrupa'da hiç bir suikast girişiminde bulunmadı. İran'ın büyükelçilikleri ve temsilciliklerinin önünde güvenlik önlemleri artırıldı. Mykonos'tan sonra bir Alman istihbarat görevlisi şöyle diyordu; "İran, Mykonos'tan sonra cinayet işlememesi, cinayetleri işlemek istememesinden kaynaklanmıyor, istiyorlar fakat artık eskisi gibi yapamıyorlar."

- Peki sizce Mykonos davasında adalet yerini buldu mu?

Berlin Eyalet Mahkemesi'nin kararı sadece yerinde bir karar değildi, aynı zamanda oldukça cesaretli bir karardı. Bakınız savcı Kasım 1996'daki talebi, yani ana kararın çıktığı Nisan 1997'den 6 ay önce İran rejimini devlet terörünü yönetmekle suçladı ve İran'da Almanya karşıtı protesto gösterileri başladı. Savcı için ölüm fetvası çıkartıldı. Alman yetkililer kadar Alman vatandaşları da tehlike altındaydı. Çünkü İran'ın misilleme yapılmasından korkuluyordu. Fakat tüm bunlara rağmen Alman yargısı geri adım atmadı.

(Aldıkları cezaların üçte ikisini yatmaları halinde yabancıların ülkelerine iade edilmesini ön gören Almanya; Abbas Rhayel ve Yusuf Amin'i Lübnan'a sınır dışı etti. 2007 yılında ise İran'da tutuklu olan Alman balıkçı Donald Klein'in serbest bırakılması karşılığında Kazım Darabi İran'a teslim edildi. Darabi, ülkesinde çiçekler ve kalabalık bir grubun sevgi gösterileriyle karşılandı. Mykonos restoranının sahibi Aziz Gaffari de İran'da yaşıyor.)

Konu ile ilgili haber:

-Şerefkendi suikastının tanığı konuştu