Bu kaçıncı paket?

Bu kaçıncı paket?

Başlıktaki sorunun yanıtının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde olduğunu sanmıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne kadar gizli, açık, pek çok rapor ve paket hazırladı.

‘Şark Islahat Planı’, ‘Tunceli Kanunu’, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Celal Bayar’ın hazırladıkları raporlar devletin Kürt politikasının temellerini oluşturur.

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926’da hazırladığı raporda, “Dersim, Cumhuriyet Hükümeti için bir çıbanbaşıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır” dediğinde soykırım öneriyordu.

Devlet ‘mutlaka lazımdır’ tespitinin gereğini; 4 Mayıs 1937 yılında altında Atatürk’ün imzasının da bulunduğu ‘Bakanlar Kurulu’ kararıyla yerine getirdi.

Sonuç; 70 bin ile 90 bin arasında ölü, on binlerce yaralı, bir o kadar sürgün ve yerle bir edilmiş Dersim...

Devlet, 1938 soykırımından sonra da uzun yıllar Kürtlere karşı sistematik asimilasyon ve yasak kararları uyguladı. Ancak sorunu çözemedi.

Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 15 Ağustos 1984’de silahlı mücadeleye başladı.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal Eruh eyleminin haberini Emirgan’daki ‘Abdullah Efendi Lokantası’nda öğle yemeğinde öğrendi. Yanındakilere; ’üç, beş çapulcunun marifeti!‘ demişti.

Özal,’ üç, beş çapulcu’yu yenmek için işe koyuldu. OHAL’i ilan etti, ABD’den Skorsky, Cobra saldırı helikopterleri alındı ve orduyu son teknolojiyle silahlandırarak Kürdistan’a sürdü. 70 bin insanı korucu yaptı.

1965’de projelendirilen GAP Eylem Planı’na sarıldı. ‘Çağ atlıyoruz’ sloganıyla GAP Projesini Kürtlere ‘çözüm paketi’ diye sundu. Amed’e gitti  ‘burayı Paris yapacağım’ dedi. Ancak bütün yapılanlar Özal’ın amacına ulaşmasına yetmedi.

Özal, 14 Ekim 1991′de; ‘Kürt meselesini mutlaka çözeceğim’ açıklamasında bulundu.  Kurmaylarına raporlar hazırlattı ve Çankaya’ya çıktı. 

20 Kasım 1991...

DYP- SHP koalisyonu kuruldu.

Her bakımdan yeni bir dönem başlıyordu.

Süleyman Demirel ve Erdal İnönü Amed’e ‘şefkat gezisi’ adıyla ‘devletin küstürdüğü halka, kardeşlik eli uzatmaya geldik’ demişlerdi.  

İnönü Amed’lilere ‘Devletin şefkatini bulacaksınız’ derken, Demirel ‘Kürt realitesini tanıyorum’ diyecekti.

Sonrası ise kanlı günler...

Yıl 1993...

Özal ‘bu iş silahla olmaz’  cüretkâr sözünün bedelini hayatıyla ödedi...

Kanlı masada kartlar yeniden dağıtıldı; Demirel Çankaya’ya çıktı, Tansu Çiller DYP Genel Başkanı seçildi ve Başbakan koltuğuna oturdu. ‘Baba’nın yolunda yürüyen ‘Ana’ Güneydoğu Paketi’ni hazırladı, Kürdistan’a gitti. ‘Yollarınızı asfaltlayacağım, yüz bin işsize iş, herkese aş’ vaat edip, ‘burayı (Amed) İstanbul yapacağım’ deyip evine döndü.

Sonra  o ünlü sözünü söyledi; ‘ya bitecek ya bitecek!’

Kürdistan kan gölüne döndü...

Çiller, 15 Temmuz 1995’de yanına ortağı Hikmet Çetin’i de alarak yeniden Kürdistan’a gitti; ‘Bölgenin Ekonomik Kalkınması’ adıyla yeni bir paket açıkladı.

Ancak sorunlar çözülmedi daha da büyüdü.

Tarih 26 Haziran 1996. Refah-Yol hükûmeti kuruldu ve Necmettin Erbakan Başbakan koltuğuna oturdu. ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkınma Hamlesi" programını açıkladı. 1994-1997 arasında tam 10 tane rapor ve paket hazırlayıp açıkladı. Erbakan’ın çıkışları da Özal, Demirel ve Çiller’den farklı olmadı.

Tarih 30 Haziran 1997. Anasol-D koalisyon hükümeti kuruldu. Hükümet, 4325 Sayılı Kanunla ‘Doğu İçin Kurtarma Paketi’ hazırladı ve 9 Eylül 1997’de açıkladı.

1998 yılının Temmuz ayında dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, 15 maddeden oluşan ‘Güneydoğu Paketi’ni açıkladı.

1 Mart 1999 tarihinde ise dönemin Başbakanı Bülent Ecevit,  "Güneydoğu İçin Destek Paketi’ni açıkladı. Birincisini ikinci paket izledi. İkinci paket, ‘bataklığın kurutulması, ekonomik ve sosyal geriliğin giderilmesi’ gibi iddialı başlıklar içeriyordu.

Kasım 2002. AKP tek başına iktidara geldi. Kendinden önceki hükümetlerin yolunda giden Erdoğan,  Ağustos 2005 yılında Amed’e çıkarma yaptı ve’ Kürt sorunu benim de sorunumdur’ dedi. Nisan 2008 yılında Amed’de ‘GAP Paketi’ni açıkladı. Sonraki yıllarda da birçok isimle paketler hazırlandı. 2009 yılının Temmuz ayında dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından ‘Milli Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Projesi açıklandı.

Sonrası yine kanlı günler, aylar ve yıllar...

Yaklaşık otuz yıllık geçmiş bize yukarıda özetlemeye çalıştığımız bir arka plan sunuyor. Bunun öğretici olması gerekiyor.

1984 yılından bugüne kadar tam 16 hükümet görev yaptı. Söz konusu hükümetler meseleyi ‘geri kalmışlık’, ‘terör’, ‘dış mihrakların kışkırtması’, ‘vatan hainliği’ olarak tanımladılar. Buna göre askeri seçenek başta olmak üzere ekonomik tedbirlere başvurdular. Zaman zaman ‘demokratikleşme adımları’ dedikleri paketlerde açıkladılar. Sonuç; daha fazla kan daha fazla yıkım oldu.

Demek ki, 'Kürt sorunu’ denilen hadise, paketler-raporlar meselesi değil. Eğer öyle olmuş olsaydı bugüne kadar çoktan çözülmesi gerekiyordu. O zaman Erdoğan’ın ‘30 Eylül’de açıklayacağız’ dediği ‘Demokratikleşme Paketi’nde şu var, bu yok demek yararsız bir tartışma ve onur kırıcıdır.

Kürt meselesi AKP’nin elinde Kadıköy- Karaköy vapurundaki satıcıların pazarlamaya çalıştıkları bir ürün değildir. ‘Şunu alana yanında şunu bedava veriyoruz’ tüccarlığı sadece ayıp değil aynı zamanda Kürt sorununun çözüm projesinin olmadığını gösteriyor.

Mesele şudur; Kürtlerin varlığını, haklarını kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Eğer sorunun yanıtı ‘evet’ ise Kürtlerin dil başta olmak üzere evrensel, anayasal, yasal ve hukuksal bütün haklarını kullanması gerekiyor.

Sorunun yanıtı ‘hayır’ ise, bunun da karşılığı savaş demektir.

AKP Hükümeti boşuna bildik numaraya başvurup şapkadan tavşan çıkartmaya çalışmasın. Kürtler paket değil, çözüm istiyor.