Dünyanın Kürdistan medyası karşısındaki utanç karnesi-Cahit Mervan

Dünyanın Kürdistan medyası karşısındaki utanç karnesi-Cahit Mervan

Doğruyu söylemek gerekirse Kopenhag Mahkemesi’nin ROJ TV davasına ilişkin verdiği karar hepimiz için süpriz oldu. Kürdistan medyasının hiçbir emekçisi, çalışanı böylesi bir karar beklemiyordu. En fazla mahkemenin bir önceki kararı onaylayacağı düşünülüyordu.

Danimarka’da Türk devletinin ısrarlı talebiyle başlayan ve daha sonra devletlerarası bir krize dönüşen ROJ TV davasına ilişkin mahkemenin verdiği son karar öyle yenilir-yutulur cinsten değil. 10 milyon kron para cezasının yanında ROJ TV, MMC ve NUÇE TV’nin yayın lisanslarının iptal edilmesini hiç kimse ne hukuken, ne de basın özgürlüğü açısından izah edemez.

Danimarka’da hukuk ve demokrasi bu kararla ağır bir töhmet altına girmiştir. Hukuki olmayan ve basın özgürlüğü açısından bir felaket olan bu kararın altından ne çıkacağını çok geçmeden bütün ayrıntılarıyla öğreneceğiz. Nede olsa bu dünyada artık hiçbir pazarlığın ve ilişkinin gizli kalması mümkün değil.

Kaldı ki ROJ TV’ye ilişkin devletlerarası pazarlıkların nasıl yapıldığını, ABD’nin Danimarka üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu  Wikileaks belgeleri sayesinde öğrenmiştik. NATO Genel Sekreterliği için yapılan kirli pazarlıklar ise basına yansımıştı.

Görünen o ki Danimarka, eski başbakanı Anders Fogh Rasmussen’ne NATO Genel Sekreteri olması için Türkiye’ye verdiği sözü tutmuşa benziyor. Veya bizim bilmediğimiz başka hesap ve numaralar dönmüştür. Bir televizyona karşı neler verildi, neler alındı? Artık orasını Allah bilir.    

ROJ TV davasında çıkan son kararın barış ve çözüm süreciyle de yakın ilişkisi olduğu muhtemeldir. Şu an Türk tarafının tutumu dolayısıyla bıçak sırtında yürüyen barış sürecinin bizim sandığımızdan daha fazla gücü rahatsız ettiği anlaşılıyor.  Yoksa ortada yeni bir şey yokken, hem para cezasını ikiye katlama, hem de yayın lisansını iptal etme anlaşılır değil. Bütün bunlar çözüm sürecine karşı başka ‘güçlü bir elin’ devrede olduğunu gösteriyor.
 
Karar hukuk dışı olduğu kadar utanç verici de. Ancak bu kararın utancını Kürtler taşımıyor. Bu utanç ve Kürdistan medyasına tahammülsüzlük yeni değil. Bu utanç, bu insanlığın yüz karası davranış ve adaletsizlik 22 Nisan 1898’de Mısır’ın başkenti Kahire’de  Miqtat Mithat Bedirxan tarafından ilk Kürt gazetesi ‘Kürdistan’ yayımlandığından buyana devam ediyor.

Kürdistan medyası yüzyılı aşkın bir süredir ‘gerçekler karanlıkta kalmasın’ diye onurluca direniyor, onu susturmak isteyenler ise utanç karnelerine yeni marifetler eklemeyi sürdürüyor.

Bu nedenle televizyonlarımız kapatılacağı için üzgünüz. Küskünüz, kızgınız ve elbette ki bu utanç verici karar karşısında öfkeliyiz. Ama başımız aşağıda değil. Halkımızı utandıracak tek bir duruşumuz yoktur. Başı dik ve inançlıyız.  Yürüdüğümüz yolun zorluklarının ve tuzaklarının bilincindeyiz.

Kürt medyasını var eden Kürdistan gerçeği orta yerde durdukça o da var olacak. Hiç kimse, hiçbir güç kusura bakmasın Kürdistan medyası her şart ve koşulda sömürgecilere inat var olacak.

Bu sözleri ‘laf olsun torba dolsun’ diye veya ‘Kürdün Kürde propagandası’ olsun diye söylemiyoruz.  Hayır, kesinlikle hayır. Sadece ama sadece bir gerçeğin bir kez daha altını çiziyoruz. O kadar.   
   
Aslında Danimarka’ya kızmıyoruz, onun için üzülüyoruz. Demokrasi ve basın özgürlüğü açısından dünyada parmakla gösterilen bir ülkenin bu hallere düşmesine üzülüyoruz. Üzüleceğiz de. 

Neden mi?

İşte nedeni: İkinci dünya savaşında Danimarka Kralı Hitler faşizmin ısrarlı ve dayatmacı politikalarına boyun eğmeyerek Yahudileri cellatlarına teslim etmemek için tarihte eşi benzeri az rastlanan bir sivil itaatsizlik eylemine imza atmıştı. Bizzat Kralı X.Christian ve yüz binlerce Danimarkalı elbiselerinin yakasına o meşhur sarı yıldızı işleyerek Alman işgalcilerine ‘hepimiz Yahudi’yiz’ demişlerdi. Bu eylemler Danimarka’daki Yahudilerin büyük bir bölümünün gaz odalarında yok edilmekten kurtarmıştı.  

Danimarka Kralı ve halkı bu tavrıyla dünyada saygınlık uyandırdı. Danimarka’ya insan hayatını, hürriyetini koruduğu için haklı bir unvan kazandırdı.

Ancak açık söylemek gerekirse ROJ TV davasında çıkan karar bu saygın ve görkemli geçmişe ağır bir darbe indirdi.

Çünkü Yahudileri cellatları karşısında korumaya alan Danimarka, bunu başka bir mazlum halk için, yani Kürtler için olanakları İkinci Dünya Savaşı yıllarına göre kat be kat fazla olmasına rağmen yapmadı.

Kendi tarihini hiçe sayarcasına Kürdistan’ın dünyaya açılan üç penceresini, ROJ TV, NUÇE TV ve MMC’yi kapatma yoluna gitti. Mahkeme aldığı bu hukuk dışı, tümüyle siyasallaşmış kararla Kürtlerin cellatlarına destek vermiş ve sömürgecilerin yeni cinayet sofralarına rahat oturmaları için olanak sunmuştur.

Bunu boşuna söylemiyoruz. Sadece bir örnekle yetinelim. Dünya Roboski katliamını ROJ TV sayesinde öğrendi. Roboski’nin ne olduğunu her halde ROJ TV’nin yayın lisansını iptal kararı veren mahkeme başkanı ve heyeti biliyordur. 
  
İkinci nokta ise Danimarka basın özgürlüğü açısından örnek ülkeydi. Veya biz öyle biliyorduk. Basın özgürlüğünün dokunulmaz olduğunu düşünüyorduk. Yanılmışız. Demek ki bu özgürlük Kürtler için geçerli değilmiş. Demek ki devletlerarası çıkarlar bir halkın ve halkların haber alma hakkında daha önemliymiş.   

Kürtler ilk kez devletlerarası pazarlıkların kurbanı haline gelmiyorlar. Kürtler ilk bir televizyonun kapatılmasıyla karşı karşıya kalmıyorlar.

Kürtlerin ilk ‘göz ağrısı’ MED TV İngiltere lisans şirketi İTC tarafından kapatılınca ve ekran kararınca, 1992 yılında Türk kontrgerillası tarafından vurulan ve yaşamını tekerlekli sandalyede felç olarak geçiren gazeteci arkadaşımız Burhan Karadeniz ‘bugün her Kürdün evinden bir cenaze kalktı’ demişti. 
 
Şimdi ise MMC, NUÇE VE ROJ TV ile birlikte üç cenaze daha kalkacak. Tıpkı en son barışçıl bir gösteride Türk askerlerinin açtığı ateş sonucu katledilen 18 yaşındaki Kürt genci Medeni Yıldırım’ın cenazesi gibi.

Medeni’yi vuranlar onu yerinin boş kalacağını düşünmüşlerdi her halde. Ama 24 saat geçmeden yanıldılar. Binlerce, hatta on binlerce genç şimdi onun yerinde yürüyor. MED TV’yi karartanlarda o ekranın hep yas içinde kalacağını düşünmüşlerdi. Ama öyle olmadı. MED TV’yi bir değil, şimdi sayıları onlara ulaşan Kürt ve Kürdistanlı televizyon kanalları izledi.

Hatta öyle ki Türk devleti ‘camdan karakol’ gibi gözüken bir televizyon kanalı da kendisi açtı.

Bu nedenle geçmişteki kapatma kararları, pazarlıklar, baskı ve yıldırma politikaları ne kadar işe yaradıysa bu son karar da o kadar yarayacak. Onun için ‘enseyi karatmanın’ gereği de yok, manası da.
Şaka-maka birkaç şey daha söylemek gerekiyor:

ROJ TV, MMC ve NUÇE TV kapanacak, ekranları kararacak diye Türk hükümeti ve medyası hiç, ama hiç sevinmesin. Nedeni çok basit:

Geçmişte bir TV kapatıldı, yerine üç TV açıldı. Şimdi 3 kapatılıyor, her halde bunun yerine 9 TV açılır. Kürt halkı, Kürdistanlı halklar bu fedakarlığı ve direnci gösterecek güçtedirler.  Ve öyle de olacak.

Mahkeme kararıyla birlikte zil takıp oynayan Türk medyasına gelince… Bir televizyon kanalının ekranı kararacak diye sevinmek nasıl bir ruh halinin sonucudur kestirmek zor doğrusu. Bizim bilmediğimiz ve bize yabancı bir ruh hali.

Ancak Türk medyası Danimarka mahkemesinin aldığı karara sevineceğine, oturup kendi halline ağlasa daha iyi eder. Çünkü dökülüyorlar. Neredeyse iktidar karşısında tek ayak üzerinde duracaklar.   

Bizim ise böyle bir sıkıntımız, derdimiz yok. Gerçeğin dışında her şeye eyvallah çekeriz. Paramız-pulumuz yok. Şanımız şöhretimizde yok.  Ama Allaha çok şükür ki Kürt medyası gerçekler karanlıkta kalmasın dediği için kapatılıyor. Karartılıyor. Gazeteciler bu nedenden dolayı işlerinde oluyorlar.

O zaman her Kürt ve Kürdistanlı gazeteci, basın emekçisi göğsünü gere gere şunu rahatlıkla söyleyebilir:

Ne mutlu bu onuru yaşayan, paylaşan bütün gazetecilere ve Kürt medyasının fedakar çalışanlarına. Ne mutlu her şart ve koşulda Kürt medyasını yalnız bırakmayan Kürdistan halkına ve onun dostlarına.