Erdoğan’a gerekli bir hatırlatma - Cahit Mervan
Erdoğan’a gerekli bir hatırlatma - Cahit Mervan
Erdoğan’a gerekli bir hatırlatma - Cahit Mervan
Türk devleti ve hükümeti tıpkı 1999 yılında olduğu gibi PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da başlattığı ve büyük risk aldığı barış ve çözüm sürecinin üzerine yatacağını sanıyorsa, kendi kendini aldatıyor. Bugün olup bitenleri kökten yanlış okuyor demektir. Eğer Türk hükümeti, başbakan Tayyip Erdoğan sürecin gereklerini yerine getirmez, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin başta gerilla güçlerini sınır dışına çekmek olmak üzere attığı stratejik adımları doğru okumaz ve adil bir çözüm için üzerine düşeni yapmaz ise, felaketin geri döneceğini şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çünkü bu coğrafyada barış adil bir çözüm üzerinden sağlanmamış ise, kırılması ve dökülmesi kaçınılmaz hale geliyor. Tıpkı 2 Ağustos 1999’da gerilla güçlerinin sınır dışına çekilmesiyle sağlanan ‘zoraki barış’ veya ‘negatif barış’ gibi.
O dönem iktidarda olan koalisyon hükümeti idamın kaldırılması, bireysel alanda Kürtçenin kullanılması gibi kimi değişikliklerle süreci kotarmaya çalıştı. Kürt hareketinin gerilla güçlerini geri çekmesini bir ‘yenilgi’ olarak okudu. Barış ve çözüm için ortaya çıkan bu paha biçilmez fırsatı çok kötü ve hatta kalleşçesine tasfiye politikasına dönüştürmeye çalıştı.
O dönem Türk hükümeti, Genelkurmay Başkanlığı, istihbarat birimleri, parlamento ve Türk bürokrasisi bir bütün olarak Kürt tarafının, sağduyu sahibi sivil toplum kuruluşlarının, aydın, yazar ve düşünürlerin, hatta ABD ve AB’den gelen ‘çözüm telkinlerine’ bütün duyu organlarını kapattı. Yanlış ve binlerce insanın ölümüne yol açan tasfiye politikasında ısrar etti.
İKİ ÖNEMLİ UYARI
O günlerde Türk hükümetini barış ve çözüm konusunda uyaran, teşvik eden, hatta Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için Helsinki zirvesinde ‘lobi çalışması’ dahi yürüten insanlar, tıpkı bu gün olduğu gibi uyarılarını iki noktada birleştiriyorlardı:
Bir: Hangi nedenle olursa olsun Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin, yani PKK’nin silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi stratejik bir hamledir. Kalıcı barış için, bu hamlenin Kürt sorununun köklü çözümünü ön gören adımlarla desteklenmesi ve derinleştirilmesi gerekiyor. Bunun için Türk hükümetinin yapacağı ilk iş Kürtlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkına saygı duymasıdır. Bunun ne anlama geldiğini ikide bir parantez açıp anlatmakta artık bıktırıcı bir hal aldı.
İki: Asla ve asla ‘sınır dışına çekilme’ bir son değil, aksine çözüm için bir başlangıçtır. Eğer Türk hükümeti çözüm için kalıcı ve güven verici adımlar atmazsa, savaş tekrar kaçınılmaz olarak geri dönecektir. Sınır dışına çıkan gerilla, daha büyük ve daha organize bir güçle geri gelecektir. Barış sürecini ıskaladığınız için ölecek her gençten siz sorumlu olacaksınız.
Bu iki tarihsel uyarıya dönemin yöneticileri kulak asmadılar.
Bülent Ecevit-Mesut Yılmaz-Devlet Bahçeli üçlüsünün oluşturduğu koalisyon, ABD’nin organize ettiği uluslararası bir operasyon sonucu Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle ortaya çıkan fırsatı ıskaladılar. Koca üç yılı heba ettiler.
ECEVİT’İN ÇÖKÜŞÜ
Bu nedenle Ecevit’in DSP’si 18 Nisan 1999’da, yani Öcalan’ın tutsak edilmesinden iki ay sonra yapılan ilk genel seçimlerde aldığı yüzde 20’lik başarıyı 3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde tüketti. Dibe vurdu. Sıfırladı. O yıkım anını anlatan ve 4 Kasım 2002 günü çıkan gazetelerde Ecevit’in elini yüzüyle buruşturduğu fotoğraf halen akıllardadır.
18 Nisan 1999 seçimlerinde MHP de Öcalan’ın teslim edilmesinin yarattığı atmosfer sonucu oylarını yüzde 17’ye kadar çıkardı. Ama hayatı ve siyaseti yanlış okuduğu için, o da 2002 seçimlerinde ağır bir yenilgi aldı. Baraj altına düştü. Devlet Bahçeli baskılara dayanamayarak geri dönmek üzere partisinin başkanlığından istifa etti.
Hakkını teslim etmek gerekir ki, koalisyonun diğer ortağı Mesut Yılmaz diğer iki liderin aksine Kürt sorunun çözümüne daha yakın duruyordu. 16 Aralık 1999'da Başbakan yardımcısı olarak gittiği Amed’te "Geçmişe artık sadece yanlışlarımızdan ders almak için bakmalıyız ve aynı yanlışları tekrarlamamalıyız" dedikten sonra "Avrupa Birliği'ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum" diyerek bir gerçeğin altını çizdi.
Ancak bu gerçeğe uygun olan hiçbir adım atılmadı. Yılmaz’da, tıpkı Ecevit ve Bahçeli gibi ‘negatif barışın’ kalıcı ve onurlu bir barışa dönüşmesi için elle tutulur bir adım atmadı. Bu nedenle dipten gelen değişim, dönüşüm ve demokrasi dalgasının karşısında yer aldı. 1999 seçimlerinde aldığı yüzde 13.5 oyu koruyamadı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde o da dibe vurdu. ANAP’ı ve onun ikizi DYP siyasi haritadan silindi. Sadece bu kadarla da kalmadı. Daha önceleri yüzde 20 ve yüzde 15 başarı sağlayan Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi’nin devamı olan Fazilet Partisi de baraj altına düştü.
KOMPLOYA RAĞMEN KÜRT HAREKETİ BÜYÜDÜ
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tutsak edilmesiyle birlikte ağır yara alan Kürt hareketi Nisan 1999 yerel seçimlerinde Amed, Wan, Siirt, Bingöl, Ağrı, Hakkari gibi merkezler olmak üzere 30’un üstünde belediye kazandı. Kapatılan HEP, DEP, HADEP geleneğinin son temsilcisi DEHAP ise 3 Kasım 2002’de ilk kez girdiği genel seçimlerde yüzde 6.5 oy almasına rağmen parlamento dışında kaldı. Kürdistan mecliste temsil edilmedi.
3 Kasım 2002 seçimlerinde değişim ve demokrasi talebi ile AKP sandıktan ilk kez seçime girmesine rağmen yüzde 34 oranında oy alarak birinci çıktı. Tek başına hükümet kurdu. Kendisinden önceki hükümetlere göre birçok bakımdan avantajlıydı. Tek başına hükümetti. Avrupa Birliği ve ABD’nin ciddi desteği söz konusuydu. Dahası ve belki de en önemlisi savaş durmuş, PKK, AKP hükümet olmadan önce silahlı güçlerini sınır dışına çekmiş ve çözüm için bir iradenin ortaya çıkmasını bekliyordu.
Bu nedenle AKP’nin tek başına hükümeti kurması, PKK tarafından ciddi bir şans olarak değerlendirildi. PKK ve bir bütün olarak Kürtler, AKP’nin gerilla güçlerinin 2 Ağustos 1999’dan buyana sınır dışına çıkmasıyla var olan ‘negatif barış’ dönemini iyi değerlendirmesi için açıktan destek verdiler ve olumlu telkinlerde bulundular.
AKP İLK ŞANSI ISKLADI
Ancak AKP’de kendisinden önceki hükümetlerin yaptığını yaptı. İşi sürüncemede bırakarak, zamana yayarak, çürüterek çözebileceğini veya PKK’yi tasfiye edebileceğini düşündü. Bireysel haklar alanında attığı, hatta AB ilişkileri açısından atmak zorunda kaldığı bazı adımları çözüm diye yutturmaya veya anlatmaya çalıştı. İmralı’da Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecriti ağırlaştırdı. Avrupa’da Kürt hareketine karşı baskıyı artırdı. Kürt meselesini bir ‘terör’ ve ‘asayiş’ sorunu olarak niteledi ve bunun gereği olarak siyasi değil, güvenlikçi politikaları hem ülke içinde, hem de ülke dışında uygulamaya başladı.
Çünkü AKP de süreci yanlış okudu. Geri çekilmeyi bir son ve Kürt tarafının yenilgisi olarak algıladı. Geri dönüşün artık mümkün olmadığı hesabını yaptı. ‘Tekrar silahlar patlamadan bu sorunu kalıcı bir şekilde çözün ve gerekli demokratik adımları atın’ yönündeki çağrı ve uyarılara duyu organlarını kapattı. Kendiyle birlikte kamuoyunu Kürt ve Kürdistan sorunu karşısında ölüm uykusuna yatırdı.
Ancak Türkiye Kürt sorununu ölüm nadasına bırakırken, bölge kaynamaya başladı. 17 Mart 2003 günü ABD ve müttefiklerinin Saddam Hüseyin rejimini Bağdat’ta devirmek için giriştikleri yeni bölgesel savaş dengeleri alt-üst etmekle kalmadı, Türk devletinin işgalci ve yayılmacı genlerini harekete geçirdi.
İçerde Kürt hareketini yendiğini ve tasfiye ettiğini düşünen Türk devleti, bu kez gözünü Saddam rejiminin çökmesiyle ortaya çıkan ve şekillenen Federal Kürdistan’a ve gerilla güçlerinin üstlendiği Güney Kürdistan’daki Medya Savunma Alanları’na dikti.
Kürdistan Özgürlük Hareketi için tarihi karar alma kaçınılmaz oldu. Ya Türk hükümetinin içte zamana yayarak çürütme ve tasfiye, dışta ise işgalci ve yayılmacı politikasına evet diyecek ve eli-kolu bağlı oturarak sömürgecilerin çizdiği ve yazdığı kadere razı olacaktı. Ya da yeni bir direniş ve savunma stratejisini hayat geçirecekti.
Kürt hareketi doğal ve haklı olarak, aynı zamanda yüzyıllardır Kürtlerin özgürlük arayışının da bir sonucu olarak 1 Haziran 2004’te yeni direniş hamlesini başlattı. Bu hamle gerçekleşmemiş olsaydı, belki bu gün Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin varlığından dahi söz etmek mümkün değildi.
Eğer AKP hükümeti, Türk devleti 2004 öncesi gerilla güçlerinin geri çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan tarihi fırsatı doğru ve halkların çıkarına değerlendirmiş, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme hakkına saygı duymuş olsaydı 1 Haziran 2004 ile birlikte yeni bir savaş yaşanmayacaktı.
Çünkü savaşı sonlandırmak, onu yakın ve uzak bir tehlike olmaktan çıkarmak ancak O’na yol açan nedenleri ortadan kaldırmakla mümkündür. Nedenler orta yerde dururken silahların susması, güçlerin geri çekilmesi sadece ve sadece ‘negatif barış’ a yol açar. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
SIRA AKP’NİN EV ÖDEVLERİNDE
Bütün bunlardan hareketle PKK’nin gerilla güçlerini sınır dışına çekmesi elbette ki stratejik bir hamledir. Barışın kalıcı hale gelmesi ve adil bir çözümün sağlanması için atılmış tarihi bir adımdır. Asla bir oyun değildir. Ancak Kürt tarafının attığı bu adımları AKP hükümeti, başbakan Erdoğan ve yardımcıları bir sonuç olarak yorumlar ve ‘bu iş bitti’ diye düşünürlerse tekrardan yeni bir ‘1 Haziran’ hamlesiyle yüz yüze kalırlar.
Bunu herkesin şimdiden böyle bilmesinde sayısız yarar var. Şu an KCK yöneticilerinin yaptığı bu yönlü açıklamalar bir tehdit, şantaj olarak algılanmamalı. Bu işin doğası böyle. Türk hükümeti kalıcı barış için sorunu çözmek zorundadır. Barış için başka bir yolda yoktur. Sadece barış Kürtlerin atacağı tek taraflı adımlarla ilerlemez. Bu bir yere kadardır. Çünkü sorunun kaynağı ne Kürt hareketidir, ne onun gerilla güçleridir. Sorunun kaynağı Türk devletinin Kürt ve Kürdistan sorunu karşısındaki tutumudur. Sömürgeci sistemdir. Bundaki ısrardır.
Evet. Bugün Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da savaş yakın bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Ama hala bir tehlike olarak duruyor. Hiç kimse işi sulandırmaya kalkmasın. Öcalan ve PKK son iki ayda attıkları adımlarla onurlu bir barış ve adil bir çözüm için gerekeni yaptılar. Şimdi Türk hükümetinin ev ödevlerini yapması gerekiyor. Hem İmralı’da üzerinde mutabakata varılan ev ödevleri, hem de bu sorunun kalıcı çözümü için gerekli ev ödevleri yapılmaz ise, sürecin kesintiye uğraması kaçınılmaz hale gelir. Hiç kuşku olmasın 1 Haziran geri döner.
Şimdi deniliyor ki Türk hükümeti daha ne yapsın?
Peki. Bizim de sorduğumuz soru şu: Laftan başka ne yapmış ki?
Söylemeye gerek yok, lafla ‘peynir gemisi’ dahi yürümez. Kürtlerin ise lafa karnı tok.
Eğer tekrardan bu topraklarda savaş istenmiyorsa, AKP ‘marjinal bir hükümet’ ve Erdoğan ise Ecevit, Yılmaz, Bahçeli, Baykal gibi tükenmiş bir lider olmak istemiyorsa o zaman AKP’nin ve Erdoğan’ın elini çabuk tutması gerekiyor.
Bizimkisi sadece bir hatırlatma, gerisi onlara kalmış. Tekrar söylemek gerekirse benzeri hatırlatmalar 1 Haziran 2004 öncesi de yapılmıştı. Tarih ıskalamayı kaldırmaz. Alavere-dalavere işlerini hiç kaldırmaz.