Güneş: Tepkiyi mültecilere değil Ankara’ya yöneltmek lazım

AKP'nin mülteci kartını Afganistan’daki varlığını meşru kılmak ve de Batı ile pazarlık kozu olarak kullanmak istediğine dikkat çeken uluslararası ilişkiler uzmanı Doç. Dr. Hakan Güneş, “Burada tepkinin mültecilere değil Ankara’ya yönelmesi lazım" dedi.

Amerika'nın işgal ettiği Afganistan’dan çekilme kararı almasıyla Taliban ülkede tekrar güç kazandı. Bu sırada Türkiye’nin Afganistan'ın başkenti Kabil'deki Hamid Karzai Havalimanı'nın korumasını üstlenmesi planlanırken, Taliban zulmünden kaçan milyonlarca Afgan mültecinin Türkiye'ye doğru göç etmesi tartışma konusu oldu. Amerika'nın 20 sene sonra Afganistan'dan çekilmesinin arka planında ne var? Türkiye neden Afganistan'da gönüllü oluyor? Mülteci karşıtlığı ve giderek artan ırkçı söylemler ne anlama geliyor? Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Hakan Güneş, tüm bu soruları ANF’ye değerlendirdi.

11 Eylül'de İkiz Kuleler’e yapılan saldırı sonrası ABD’nin ilk hedefi Afganistan'daki Taliban ve El-Kaide güçleri olmuştu. Bugün 20 yıldır işgal ettiği Afganistan topraklarından çekilme kararı alırken, Taliban tekrar güç kazandı. Bu nasıl değerlendirilmeli?

ABD aslında Afganistan’da bir tek temel hedefe sahipti ve onu da başardı. Bu amaç, Afganistan’da konuşlanan ve Batı hedeflerine saldırıda bulunan küresel Selefi cihatçı grupları yok etmek ya da dizginlemekti. Bunda başarılı oldu. Şu anlamda başarılı oldu; bir, El-Kaide esas itibariyle oradan çıkartıldı ve şu anda orada sınırlı olarak var. El-Kaide 2003’ten itibaren Batı hedeflerine saldırmama kararı aldı, IŞİD ile ayrımı da budur zaten. Taliban zaten Batı’ya saldırmıyordu, sadece ülke içinde cihadi pozisyona sahipti; dolayısıyla ABD’nin esas amacı ABD elçiliği gibi Amerikan hedeflerine saldırmasını engellemekti ve bunu başardı. Bunun dışında ülkede kız çocukları mı kırbaçlanıyor, kadınları mı asıyorlar, erkekleri mi öldürüyorlar, bunları hiç umursamadı. Tıpkı Suudi Arabistan’daki Vahhabi rejimle yıllardır son derece güzel giden ilişkileri gibi. Amerika'nın tek ilgilendiği durum buydu.

2001 Afganistan işgal operasyonuyla birlikte konuşulan konulardan birisi Çin’i çevreleme, kuşatma ve orada derin bir karakola sahip olma iddiasıydı. Ancak ölümler ve maliyetler düşünüldüğünde, Amerikan iç kamuoyu açısından sorun giderek artınca, ABD Çin’i Batı’dan kuşatma operasyonunu başka araçlarla sürdürme kararı almış oldu. Ama burada esas itibariyle birinci kısmı önemli. ABD’nin Afganistan’da, demokratik rejim olsun, savaş bitsin, barış gelsin, toplum ilerlesin diye bir beklentisi yoktu. Bunu zaten hiç istemedi ve bu amaca dair uygun adımlar da atmadı.

Eğer bunu isteseydi, öncellikle Afganistan’da başlıca istikrarsızlık nedeni olan Pakistan’ı ciddi şekilde dizginlerdi. Bazı adımlar attı ama çoğu göstermelikti. Taliban’ı esas besleyen ve sürekliliğini sağlayan unsur Pakistan İstihbarat Servisi’dir. Afganistan’daki seküler ve sol muhalefetin tamamı tam 20 yıldır bu gerçeğe işaret ediyor. Muhalefet 20 yıldır, Pakistan Gizli Servisi’nin Taliban’a verdiği destek konusunda Pakistan’a yaptırım uygulanırsa, Afganistan sorununun büyük ölçüde çözüleceğini uluslararası topluma söylüyor. En önemli konu da bu.

Kaldı ki Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki varlığına karşı ABD bizzat Taliban’a destek vermişti.

Tabii ki mücahitleri, Taliban’ı destekledi ABD. Onların tek derdi cihatçıların kendilerine dokunmaması. Bana dokunmayan cihatçı yaşasın diyor açıkçası. Biz bunu Suriye’de de gördük. El-Kaide Suriye'de El-Nusra, Tahrir El-Şam oldu ve onlara dolaylı silah yardımı bile yapıyorlar. Dolayısıyla Amerika’nın Radikal Siyasi İslam ile mücadele programı yok; sadece kendisine saldırılan kısmıyla ilgileniyor. Halbuki bize göre Radikal Siyasal İslam’ın tanımı esas itibariyle ülkelerde katı bir Selefi Cihadi rejim uygulanmasıdır ve bunu El-Kaide, IŞİD, Taliban eşit ve aynı düzeyde yapıyor.

ABD’nin artık özel olarak daha radikal grupları beslemek konusunda bir politika izlediğini ileri sürmek doğru olur mu bilmiyorum ama var olanları da özel olarak karşısına almıyor. Sadece bunların Batı’ya saldırmasını engelleyecek bir politika izliyor. Bunu da bazen şiddetle, bazen diplomasiyle, bazen de başka kanallarla yapıyor. Bu açıdan da Amerika esas istediğini aldı. Şu anda Batı’ya saldıran küresel cihadi grup olarak IŞİD kaldı. Kaldı ki ABD Taliban’dan bir söz aldı, Trump döneminde bir anlaşma yaptılar: Doha Anlaşması. Bu anlaşmada üç temel madde var.

Birincisi, Taliban uluslararası terörizme destek vermeyecek; ikincisi, Amerika askerlerini çekecek; üçüncüsü ise geriye kalan tüm meseleleri “Afganlar arasında diyalog” diye isimlendirilen bir mekanizmayla Taliban ile Kabil hükümeti kendi aralarında çözecek. ABD, kendi listesinde terörist olarak adlandırdığı bir örgütle bu şekilde anlaşma imzaladı. Bu anlaşma Trump döneminde imzalansa da, Biden hükümeti sürdürüyor. Demek ki Amerika Batı hedeflerine, elçiliklerine, şirketlerine saldırmaktan vazgeçmiş bir İslamcı cihadizmi çok büyük bir problem olarak görmüyor. ABD açısından sorun çözüldü, gerisi umurunda değil.

Afganistan İran’a komşu ve İran da sürekli ABD'nin hedefinde. Bu çekilmeyi ‘Sorun benim açımdan çözüldü’ umursamazlığı olarak okumak yeterli mi yoksa, başka bir kargaşa yaratma planının bir parçası olarak da değerlendirilebilir mi?

Amerika’nın çekilme sürecini esas itibariyle İran’ı kuşatacak yeni bir planın başlangıcı olarak değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Fakat ABD, İran çevresinde ne yaparsa yapsın İran’ın da karlı çıkmamasını ayrıca hesaba katar ve bu konuda elinden geleni yapar. Bu bazen başarılı olur, bazen olmaz.

Taliban ile İran ilişkileri nasıl?

Son derece gelgitli ilişkileri var. Amerika'nın Afganistan’da zor duruma düşmesi amacıyla ve kendisi için daha büyük bir problem olan IŞİD’ın varlığı üzerine, İran Taliban’a bazı destekler verdi. Bunlar da uluslararası basına yansıdı. Ama Amerika buradan çekilince durum değişir. İran’ın tabiatı gereği Taliban’ı düşman olarak gördüğü çok açık ve bir müddet sonra İran ile Taliban’ın çatışması kaçınılmaz.

Tam da NATO toplantısı sonrası Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın korumasını üstlenmesi konusunda sinyaller verildi. Bu hamle hem Türkiye, hem bölge, hem de ABD açısından ne anlama geliyor?

Türkiye bütün jeopolitik ve ekonomik yayılma olanaklarını değerlendirmeye çalışıyor. Bu 1990’lı yıllarda başlayan ve AKP iktidarı döneminde iyice görünür hale gelen bir politika. Katar’dan Azerbaycan’a, Somali’ye kadar askeri üsler ve güç varlığı oluşturmaya çalışıyor. Somali aslında Afganistan ile çok benzeşen bir örnek. Çünkü orada yönetimi El-Şebab diye radikal bir örgüt almıştı ve Türkiye’nin desteklediği daha 'ılımlı' İslamcılar başkenti kurtarıp hakikaten abat ettiler. Havalimanı açıldı, ilk defa sağlık hizmeti geldi. Çöküntü olarak bıraktılar, Türkiye orayı kurtardı. Dolayısıyla Türkiye, Somali’de olduğu gibi herkesin terk ettiği ve hiçbir getirisi olmayan yerlerde bir güç gösterisi yapmaya, deneyim elde etmeye ve oradan etrafa yayılıp askeri varlığıyla çevreden birtakım ekonomik sonuçlar devşirmeye çalışıyor.

Eğer başarabilirse Türkiye’nin Afganistan’da amacı da bu yolla askeri varlığını İslam coğrafyasında yaymak, prestijini artırmak, Orta Asya’ya yakın bir pozisyon elde etmek, Batı ile sorunlu olan ilişkilerini düzeltecek bir vesile yaratabilmek. Ancak Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nda konuşlanacağı konusunda henüz bir anlaşmaya varılmadı, pazarlık sürüyor. ABD, Türkiye’nin orada kalmasını esas itibariyle onaylamış durumda ancak Türkiye’nin en yakın dış politika müttefiki olan Pakistan henüz bu konuda, ‘Evet, Türkiye kalsın’ demedi. Bu açıdan ilk defa Türkiye-Pakistan ilişkilerinde sert bir pazarlık var. İlk defa diyorum çünkü Pakistan’ın kuruluşundan bu yana her hükümet döneminde Türkiye-Pakistan’ın hem ikili, hem çoklu ilişkileri hep çok uyumludur. Şimdi mesela Erdoğan hükümeti Pakistan ile olan bu uzun ve derin dostluğa dayanarak, Afganistan’da onlarla ortak yeni bir hegemonya alanı inşa etmek istiyor. Fakat bunun için önce Pakistan’ın ikna edilmesi gerekiyor. Pakistan da bu konuda Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini ikna edemiyor çünkü onlar da Türkiye karşıtı.

Dolayısıyla burada emperyalist blok içerisinde ve onlarla uyumlu rejimler olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan arasında birtakım gerilimler var. Keza Çin de Türkiye’nin Afganistan’a yerleşmesinden kaygı duyuyor. Çin’in de Pakistan üzerinde bir etkisi var. Bu denkleme bakınca ortada sert bir pazarlık olduğunu görüyoruz. Türkiye, Pakistan üzerindeki etkisi nedeniyle, bu pazarlığın sonunda Afganistan’da mevcut Kabil hükümetinin hamisi olarak bir tarafı temsil eder, çünkü biliyorsunuz orada Özbekler ve Türkmenler var, diğer tarafta ise Pakistan ve Taliban var. Bu konuda anlaşsalar bile, Çin’i, Suudi Arabistan’ı ve Amerika’yı razı etmek büyük bir sorun olur. Eğer anlaşmaya varılırsa Afganistan’ın yeni yöneticileri ve hamileri Türkiye ile Pakistan olur.

ABD'yi de ikna edilmesi gerekenler arasında saydınız. Yani burada yapılan pazarlıkta Türkiye tarafı mı Afganistan’da kalmak için dayatıyor, yoksa bu esas olarak ABD’nin mi talebi?

Ben Amerika’nın harika bir aklı ve planları olduğunu düşünen birisi değilim. Suriye politikasına bakın görürsünüz. Eğit-donat dedi, 5 kişi gönderdiler 5’i de IŞİD’e katıldı. Yani Amerika’nın dünyadaki birçok planı çöp oldu bu şekilde. Şimdi burada da bir çıkış stratejisi var, El-Kaide’yi, Taliban’ı terbiye etti, IŞİD’i de büyük ölçüde kontrol altında aldı. Dolayısıyla ana hedefine varmış bir Amerika var. Askeri gücü ve maliyeti azaltması gerekiyor, o yüzden çok prestijli bir çıkış olmasa da bu kararını uygulamaya çalışıyor. Biden büyük ölçüde asker çekme sözü verdi.

Şimdi hedefte İran olsa neden Yemen’den askerlerini çekmek istesin? Dolayısıyla sorunuza geri dönersek, bence pazarlık büyük ölçüde Türkiye tarafından gündeme getirildi. Çünkü, bu konu Trump’dan Biden’a geçiş aşamasında şekillendi. Bu aşamada da daha yönetimler, politikalar oturmadı. Sadece ana çizgi belli; o da Afganistan’dan ABD çekilecek. Türkiye açısından olaya bakarsak, mültecilere kapı açmak demek, ‘Bu mesele bize kadar geldi’ diyerek müdahale olanağı bulmak aynı zamanda. Mültecilere hızlıca kapıların açılmasının başlıca nedeni de bu.

İktidarın burada mülteciler konusunda izlediği politikada Suriye ile paralellik görüyor musunuz?

Afganistan, Suriye gibi sınır komşumuz değil. Ve örneğin AKP’nin Suriye’de bir müdahili vardı, Suriye İhvan’ı vardı. Ama Türkiye’nin Afganistan’daki yerel müttefikleri tam öyle değil. Daha karışık bir koalisyon söz konusu. Etnik olarak Özbek ve Türkmenlerin daha ağırlıklı olduğu eski Kuzey ittifakındaki gruplar Türkiye ile daha fazla temas içinde. Taliban da Türkiye’nin en yakın müttefiki olan Pakistan’ın emrinde. Dolayısıyla burada şansı var ama bu konuda hem Batı’yı ikna edecek, hem de Pakistan’a Suudiler ve Çin baskı yapıyor. Bunun için total bir baskı yapması lazım. Bu açıdan mülteci kartını kullanması mümkün.

Mülteciler yine pazarlık konusu olarak mı kullanılacak?

Aynen öyle. Hem Batı ile pazarlık yapmasını sağlayacak, hem de Afganistan’da varlığına meşruiyet kazandıracak. Bunun iki boyutu var. Birincisi, ülke içinde kamuoyu, ‘Senin Afganistan’da ne işin var?’ diye sorarsa, ‘Burada 1 milyon Afgan mülteci var’ diyerek açıklayacak. İkincisi, Türkiye’nin Afganistan’daki varlığını Batı’nın desteklemesi ve Batı’nın Türkiye ile daha fazla işbirliği yapabilmesi için elinde 10 yıldır Suriyeli mülteci kartı var. Şimdi bunu Afgan kartıyla bir miktar daha güçlendirerek devam ettirmek istiyorlar. Giderek oy kaybeden iktidarın dış politikada bir başarı hikayesine ve ekonomik açıdan Batı ile ilişkileri toparlamaya ihtiyacı var. Bu hedefe kilitlenmiş durumdalar.

O zaman rotanın bilinçli bir şekilde buraya çevrildiğini düşünüyor musunuz?

Çok açık. Çünkü istendiği takdirde Türkiye sınırında kuş uçurtmuyorlar. Böyle açık açık onlarca, yüzlerce kişinin rahatça sınırdan geçmesi bir müddet sınır geçişlerine belli ölçüde izin verildiğini gösteriyor. Görüntüleri de özel olarak servis ediyorlar, yani saklamıyorlar. Açıklama da yapıyorlar. Buradan bir tartışma çıksın, bir gerilim olsun istiyorlar.

İktidar tarafından bakıldığında durum böyle olabilir. Peki Taliban’dan kaçan mültecilerin hedef olduğu karşıtlık konusunda ne düşünüyorsunuz? Bunun üzerine yapılan spekülasyonlar ne gibi sonuçlara yol açabilir?

Ben Türkiye kamuoyunda Afgan mültecilere ve genel olarak mültecilere yönelik kaygıyı haksız ama anlaşılır buluyorum. Haksız buluyorum çünkü bu mültecilerin Türkiye’nin güvenliğine büyük bir tehlike oluşturduğu, hatta cihatçı olduğu varsayımlarını doğru bulmuyorum. Türkiye’de zaten yeterince yerli ve ayrıca Suriye’den gelmiş cihatçı var. Devlet bunların bilgisine sahip ve bir kısmını kontrol altına almış, tutuklamış, yurt dışına göndermiş durumda ama bir kısmı da ortada dolaşıyor. Oysa Afganistan’dan gelenler ağırlıklı olarak Taliban’dan kaçanlar. Mağdur olanlar geliyor ve bunlara daha fazla kucak açmak gerekiyor.

Peki insanların kaygısı ise anlaşılır mı anlaşılır. Bütün bunların nedeni hükümet. Hükümet kamuoyunu aydınlatmakla sorumlu. O nedenle göçmenlere, mültecilere tepki yöneltmek yerine, hükümete soru sorulması gerekiyor. Açıklık, şeffaflık istemek lazım. Kim geliyor, niçin geliyor, kaç kişi geldi, kayda alındı mı? Güvenlikleri sağlandı mı? Bunların açıklığa kavuşturulması ve ciddi bir göç politikası oluşturulması lazım. Mültecilerin bir koz olarak kullanılmasından vazgeçilmesi lazım. Gerçekten savaştan kaçanlara mülteci statüsü ve formel olarak çalışma hakkı verilmesi lazım. Ama sayıların da kontrollü olması gerekiyor.

Bunlar olmadığı için Türkiye toplumu çok sert bir tartışma içinde, daha doğrusu büyük bir gerilim taşıyor. Bunu hem Türkler hem Kürtler taşıyor evet bunlar anlaşılır ama doğru değil. Bu tepki doğru yere yönelmiş değil, bu tepkinin mülteciye değil, Ankara’ya yönelmesi lazım. Ankara’yı şeffaflığa ve hem insani hem de planlı bir politikaya davet etmesi lazım bu tepkinin. Yoksa savaştan kaçan insanlara asla tepki gösterilmez. Bu çok üzücü bir durum.